Salih Mirzabeyoğlunun ifadesiyle, Necip FAZIL: 
- "Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte, içinde bulunduğumuz çağın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasında bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıztırabını, İslam'ın hakikatine nisbetle heykelleştiren adam..."

25-26 Mayıs Üstad Necib Fazıl’ın hem vefat, hem de doğum yıldönümüdür. O’nun vasiyetinden birkaç cümle düştü aklımıza:
 - “Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!.. Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!”
“Hele düşmanlarını!..” diye vurgulamış Üstad. Niçin? Çünkü O, hepimizden çok daha iyi biliyordu Müslümanların Allah düşmanlarını unutacağını. Düşmanıyla bir olup Allah dostlarına zulmedecek “Müslüman”ların türeyeceğini… Allah düşmanlarının şehid ettiği Müslümanların ardından “oh iyi olmuş” diyenlerin çoğalacağını… Hamas hükümetine “İsrail’i tanı” diye baskı yapan Büyük Doğu’cu(!) bir Cumhurbaşkanı’nın geleceğini…
Üstad’ın vasiyetinde belirttiği bu husus, Müslümanlar açısından çok önemli bir “kırılma” noktası gibi geliyor bize. Çünkü dostumuzu-düşmanımızı “tanıyacak” hasseyi kaybetmiş durumdayız. Gözümüzün önünde cereyan eden hadiseler karşısında bile “iyi, doğru, güzel” nedir, “kötü, yanlış, çirkin” nedir ayırd edemiyoruz.
Halbuki çok da karmaşık değil bizden beklenen. Diyor ki Üstad:
- “Biricik taktik ve diyalektik olarak, Allah ve Resûlü’ne hakikat dedikleri mevhumelerden değil, bizzat hakikati Allah ve Resûlü’nün emirleri terazisinde tartanlardan olacaksın! Mantık üstü mantığın şu olacak: Doğruyu mu istiyorsun?.. Allah ile Resûlü’nün bildirdiği!.. Güzeli mi istiyorsun? Allah ile Resûlü’nün gösterdiği!.. İyiyi mi istiyorsun?.. Allah ile Resûlü’nün öğrettiği!..” (Salih Mirzabeyoğlu, Hakikat-i Ferdiyye, İBDA Yay., İstanbul, s.37)
Oysa “iyiyi, doğruyu, güzeli”, “İleri Batı Demokrasisi” tezlerinde arayan, öyle gösteren, bunu “olması gereken” olarak, “ideal” olarak Müslümanlara empoze eden sözkonusu “demokrat güdücüler”, şayet iş “kötü, yanlış ve çirkin”i göstermeye geldiği zaman, bu defa hayatlarını Allah ve Resulü davasına adamış –hakiki!- Müslümanları “olmaması gereken” olarak damgalayan bir zihniyetin sahibidir.
Hani, Üstad Necib Fazıl’ın, “Önümüzde küfürden bir buzdağı vardı. Titreyen nefeslerimizle buzdağını erittik. Şimdi geç geçebilirsen çamurdan!” demesi gibi bir durumla karşı karşıya kaldık. Zihinlerimizi yabancılar değil, bizzat içimizdekiler bulandırıyor. Eskinin sıkı İslamcılarının bugün demokrasiden başka çıkış yolu olmadığını savunmalarını başka hangi şekilde tevil edebiliriz?
Üstad Necib Fazıl, dostunu düşmanını “hatırla!” diyor.
Unutacağımızı biliyor.
Bize unutturulacağını biliyor.
O yüzden vurguluyor: “Hele düşmanlarını!”...
Üstad Necib Fazıl, İdeolocya Örgüsü’nde şöyle der:
- “İslâm vecd ve imanının, ana sütünden daha beyaz ve daha temiz çarşafı üzerinde Yirminci Asrın dünyasına ait şifalı ve zehirli ne kadar yemiş varsa hepsini silkeledikten sonra, bizden olan her şeyi çekici ve bizden olmayan her şeyi itici bir ana kıyas vâhidine sahip, sağ elimizde Allahın kul parmağı girmemiş biricik Kitabı ve sol elimizde insanoğlunun olanca fikir ve iş kütüphanesi, ânî bir şahlanışla, kendi kendimizi bulma!.. Kurtuluşumuzun ve dünya çapında kurtarıcılığımızın reçetesi sadece budur: Ve bu reçetenin temel unsuru İslâmiyettir. İşte bugünden başlayarak kendimizi çerçevelemeye memur bildiğimiz muhteşem ve açıklığı içinde bir o kadar mahrem hakikat!” (Necib Fazıl, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yay., İstanbul 1976, s. 85)
Necib Fazıl’ı anmanın, onu anlamanın biricik yolunun, O’nun davasına (İslâm hâkimiyeti) sahib çıkmak olduğunu söylemeye gerek var mı? Şimdi hepimiz nefsimize dönüp soralım:
İslâm’ın hayata hâkim olması davası, kimin davasıdır?
İslâmî bir dünya görüşünü savunan, bunun hâkimiyeti için çalışan kimdir?
Kısaca, Üstad Necib Fazıl’ın Büyük Doğu davasına sahib çıkan kimdir?
Bu suallere hemen “ben!” cevabını veremeyen hiç kimse, Üstad Necib Fazıl’ı ne anabilir ne de anlayabilir, vesselâm…
 
NOT: Zeytinburnu Anadolu İmam Hatib Lisesi öğrencilerine, düzenledikleri “Yaşayan Necib Fazıl” programı münasebetiyle kalbî şükranlarımı sunuyorum.