Uzunca bir zamandır hükümet üzerinden Türkiye’ye bir ayar verilmeye çalışılıyordu. BOP çerçevesinde yeniden çizilmesi hayal edilen sınırlar delik deşik edilerek işlevsiz kılınıyor ve genel olarak ABD-İsrail merkezli Batı yanlısı gruplara bu sınırlar emanet ediliyordu. Elbette bu emanet teslimiyet şeklinde değil büsbütün koordineli bir kontrol-işgal şeklindeydi. Türkiye bazen iktidardan kaynaklanan sebeplerle, bazen de konjonktür gereği çıkarının zedelenmesinden dolayı Batı menşeli bu düzenlemeye tam uymadı. Kimi zaman uyarmış gibi yaptı, kimi zaman uydu, kimi zaman ise Batı ve İsrail eksenli politikaların tam zıddı bir çizgide hareket etti. Bu durum Batı için alışık bir durum değildi. Emrettiğinde yapacak, öl dediğinde ölecek, sürün dediğinde sürünecek bir topluluk yahut örgütlü bir yapı arıyordu karşısında ama artık roller değişmiş, meydan farklılaşmış, güçler dengesi eşit hale gelir gibi olmuştu. Bu, Batı ve İsrail açısından kabul edilemez bir durumdu ve başta da söylediğimiz gibi, uzunca bir zamandır kontrollü bir şiddeti yürütüyorlardı. Ancak istediklerini elde edememiş olacaklar ki ‘kontrolsüz bir şiddeti’ tetiklediler.
Provokasyona ‘Ahmet Hakan’a şamar atma tiyatrosu’ ile başladılar. Bu zatın suratına yediği iki tokat üzerinden bütün Türkiye mahkûm edilmeye, aşağılanmaya ve dahi sindirilmeye çalışıldı. İbda Mimarı’nın “Üç bin aile” diye kodladığı ihanet şebekesi ‘Sakın bizim adamımızı dövmeyin, dünyayı başınıza yıkarız tavrı’ ile bir kez daha kendi dokunulmazlıklarını ilan ettiler. Bu propaganda ile varılmak istenen şey aslında daha sonra gerçekleştirecekleri büyük olaylar için duygusal kırılma yaşatmaktı. Bunda da –ne yalan söyleyelim- başarılı oldular. Ak Parti dâhil; şu bu zümreden, partiden dernekten birçok kişi Ahmet Hakan’ın suratına indirilen şamar için özür dileme-geçmiş olsun mesajı gönderme yarışına girdiler.
Ve bu arada TSK’ya ayar verme işine de devam ettiler. Önce Patriotlar çekildi ve ABD Bakanlığı ve Büyükelçilikleri aracılığı ile satır aralarında tehdit mesajları yayınladılar. Aynı zaman diliminde Türkiye uçakları hem Rusya’nın hem de Suriye füze ve uçakları ile taciz edilerek TSK’yı NATO kucağına itme girişimleri bu ayar verme işinin birer parçasıydı…
Türkiye direnir gibi oldukça tacizler ve tehditler artırıldı. Ankara’da –şimdilik- 97 kişinin ölümü ile sonuçlanan katliama bir de bu perdeden bakmalı… Daha birkaç gün öncesinden açıklamalar ve tehditler artarda geliyordu. Hali hazırda ABD ve Batı, bizzat Batılı bir yazarın, “Üç Oscar”lı Amerikalı yönetmen Oliver Stone’nın deyişiyle ‘Tehdidin bizzat kendisi’ ,‘Ortadoğu’da kaosun nedeni’ idi… Ebette sadece ABD’nin değil, ABD-İsrail ikilisinin başını çektiği, İngiliz, Fransız, Alman ve Rus istihbarat ve askerlerinin parsel parsel işgal edip şehirlerini yağmaladığı, insanlarını katlettiği yerdir Ortadoğu… Bu yüzden iyi okunmalı bu bölge ve iyi değerlendirilmeli. Açık ve net görünen o ki; bu bölgeyi idare edenler dünyayı idare edebiliyorlar. Bu çerçevede YENİ DÜNYA DÜZENİ’miz açısından ANADOLU hükmündeki bu yer, Büyük Doğu-İbda’yı dünya iktidarına taşıyacak fikir ve aksiyon sahasıdır aynı zamanda. Küfrün her çeşidinin –Hristiyan, Yahudi, Marksist, Budist, Şii, Nusayri vs.- buraya birikmesi ve burada gittikçe yükselen İslâmî Direnişi yıkmaya, yapamazsa kırmaya çalışması işte bu ‘dünya iktidarı’ kapışması yüzünden. Hele hele Batı ve İsrail’in bitip tükendiği, Rus çetecilerinin bile güç yetiremediği şu zaman diliminde GELENİN İSLÂM GİDENİN BÜTÜN TÜREVLERİ İLE KÜFÜR REJİMLERİNİN OLMADIĞINI GÖRMEMEK İÇİN YA AHMAK YA KÂFİR OLMAK LAZIM.
Evet! Mevzuumuza devam edelim. Dedik ya ABD-İsrail çetesinin başını çektiği Haçlı sürüsünün kurduğu tuzak çok uluslu ve sadece Türkiye’ye mahsus değil. Bakın mesela Suudi Arabistan ve Irak Kürdistanı…
SUUDİ KRALA SUİKAST, BARZANİ’YE DARBE
Türkiye’ye ABD-İsrail fesat kümesinin örgütlediği ihanet şebekeleri tarafından darbe vurulurken Ortadoğu coğrafyasının bir başka köşesinde ise son aylarda bilhassa Yemen ve Suriye-İran mevzuunda bir türlü İngiltere ve ABD ile tam tekmil hizaya gelmeyen Suudi Arabistan’a içeriden bir operasyon yaptılar. İsrail istihbarat kaynaklarına yakınlığıyla tanınan DebkaFile, Suudi Arabistan’ın 76 yaşındaki Kralı Selman Bin Abdulaziz’in zehirlenerek suikasta uğradığını duyurdu. Bu Suudi hanedanı içinden gerçekleşmiş bir darbe girişimi idi. Ve son dönemde Suriye-Katar-Türkiye yakınlaşması oldukça rahatsızlık veriyordu. Katar’a büyük bir kısmının sahibi olduğu Volkswagen ile ayar verilmeye çalışıldı, Suudi’ye ise bu suikast girişimi ile. Hatırlanırsa Mart 2015’te Mısır’ın Şarm el-Şeyh şehrinde toplanan Arap Birliği Toplantısına katılan Suud Kralı Selman'ın, toplantıyı ikinci gününde hanedan içi darbe girişiminden dolayı apar topar terk edip Suudi Arabistan’a döndüğü iddia edilmişti.
Geçtiğimiz günlerde, The Washington Post yaptığı haberde Kral Selman bin Abdülaziz’in torunlarından birinin hanedan üyelerine mektup yazdığını iddia etmişti. Habere göre, ülkenin iyi yönetilmediğini söyleyen prens, hanedan üyelerini adım atmaya çağırmıştı. Suudiler bayağı bir karışıklık yaşıyorlar ve dikkat edilirse Yemen, Şia’ya terk edildi. Hatta neredeyse, Hac esnasında Mina’da şeytan taşlama esnasında vuku bulan facia bahanesi ile Mekke ve Medine üzerinde İran ortaklığı olsun denilmeye bile başlanmıştı.
Uzun sözün kısası; ikiyüzlü bir politika söz konusu… Batı’nın gösterdiği hiçbir şey gerçek değil; ne anlaşması, ne basın toplantısı, ne ikili ilişkileri. O kendi bildiğini okuyor ve bu yüzden Ortadoğu’daki bütün fitnelerin, katliamların, tuzakların ve ihanetlerin altında Batı ve İsrail var.
Irak Kürdistanı ve Barzani’ye gelince… Barzani’nin geçmiş dönem ilişkilerine bakıp ona tepki gösterebilirsiniz. Ama toptancı olmamak lazım... Nihayetinde Saddam da zamanında binlerce Kürt’ün katili idi; ancak kitlelerin hareketi ve politik argümanlar onu farklı bir konuma getirdi. Batı karşısında onurlu bir dik duruş ve direniş sergiledi. Bu memlekette ‘ucuzculuk’ ve ‘toptancılık’ çok fazla olduğu için bazen gündelik okuma genelleştirilebiliyor yahut genel okuma gündelikleştirilebiliyor. Burası çok mühim... Dolayısıyla biz burada Barzani’nin duruşunun davamızın lehine olan tarafına bakar ve öyle değerlendiririz. Daha çok Batıcı dili çağrıştıran ‘Barzanicilik’ gibi argümanlardan uzak durmakla beraber bu tür argümanı kullanmayı da yersiz ve gereksiz buluruz. Son dönemde yaşanan bazı hadiseler -eksik gedik- Barzani’nin Batı ve İran tarafından istenmediğini, şu veya bu şekilde terbiye edilerek hizaya sokulmak istendiğini göstermektedir kanaatimizce...
Bu sebeple tam da Türkiye’de Ankara katliamının gerçekleştirildiği saatlerde Irak Kürdistan’ında Türkiye’deki ‘Gezi Olayları’ benzeri bir kalkışma gerçekleştirildi. Göstericiler “Bijî Serok Apo” sloganlarıyla Kelar'daki KDP binasını ateşe verdiler. Süleymaniye il merkezinin yanı sıra Kelar, Ranya, Pencwen ve Seyd Sadık ilçeleri, Halepçe il merkezi ile Erbil’e bağlı Köysancak ilçesinde bu sabah başlatılan protesto gösterilerinde 35 kişi yaralanırken 3 kişi öldü. Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Kelar Sorumlusu Ekrem Germiyani, Süleymaniye ve ilçelerinde göstericileri PKK’nın kışkırttığını söyledi. Germiyani, Kelar ve Germiyan’da PKK’ye yakın derneklerin göstericileri kışkırttığını ileri sürdü. Germiyani, “bu konunun maaşla ilgisi yoktur. Hiçbir öğretmen veya memur göstericilerin içinde yok. Göstericilerin hepsi de genç ve bilinen siyasi tarafların yönlendirilmesiyle saldırıyorlar” dedi. Kürdistan Bölgesi’nde birkaç gündür süren gösteriler, son 2 günde şiddet eylemlerine dönüştü. KDP binalarını ateşe veren göstericiler Rûdaw Süleymaniye Temsilciliği’ne de silahlı saldırıda bulunmuştu. Gidişat öyle gösteriyor ki, PKK/PYD hattının Barzani yönetimine düşman politikaları neticesinde gerek K. Irak’ta gerekse Türkiye ve Suriye’deki Barzani taraftarı aşiretlerle PKK/PYD’yi çatışma konumuna girecek.
Bütün bunların altında Rusya da olabilir, Almanya da; ama baş suçlu ABD’dir. Çünkü o zaten kavgada tarafını baştan ilan etti. ABD’li yetkili açıklama yapıyor; “biz eğit donatı bıraktık; artık Kürtlerle çalışıyoruz…” Yani, demek istiyor ki, eğit donat tetikçileri bizi sattı, biz de şimdi bizi satmayacak Marksist Ulusalcı Kürtlerle çalışacağız… Nihayetinde milyonlarca Kürt ABD katliamlarına ve işgallerine karşı yaşadıkları toprakları savunmak için ABD-İsrail-İran üçlüsünün başını çektiği Rus-Alman-İngiliz üçlüsünün desteklediği Irak-Suriye gibi Müslüman beldelere kan taşıyan çetelere karşı onurlu ve izzetli mücadele etmektedirler. Kürtlerin içinden Kürtlere ihanet eden Marksist Ulusalcı Kürtler, Kürt mücahidlerin elbette imha hedefinde olacak ve efendileri ABD’lilerle beraber tarihin çöplüğüne atılacaktır.
KÜRTLER BİR KEZ DAHA OYUNA GELİYOR!
Marksist Ulusalcı Kürtlerin hırsları ve ihanetleri yüzünden Kürtlerin büyük bir kısmının zarar görmesi muhtemel hale geliyor. Görünen o ki, Marksist Ulusalcı Kürtler, ABD-İsrail ve Rusya ile ilişkilerini derinleştirdikçe sadece bölge insanının değil kendi kavminden olanların da bir numaralı hedefi olacak. Ancak bu hedef tayini öncesi -savaşın getirdiği refleks davranışlardan dolayı- binlerce Kürt ölümle baş başa kalacak. Tıpkı PKK’nın Türkiye ordusunun karşısına çıkardığı ve ölümüne sebeb olduğu binlerce Kürt gibi… Irak Kürdistanı’nda PKK-PYD-YPG bugün ABD-İsrail ve Rusya’dan aldıkları destek ve gördükleri ilgi sebebi ile ayakta duruyorlar. Peki ya yarın? ABD-İsrail, Rusya ve diğer işgalciler çekip gittiğinde ne olacak, nereye kaçacak ya da açık söyleyelim kaçabilecek mi? Öldürdüğü binlerce Kürt’ün, sürdüğü on binlerce Arap’ın intikamı alınmaya başladığında nereye sıvışacak? Ağladığında kim inanacak, kim dinleyecek?.. Tarihî vakıalar açıktır. ABD Kürtleri her defasında kullanmış, sonra ölüme terk etmiştir. Bunun aksi tek bir örnek yoktur. Bu barbarlığı Batılı bir gazeteciden, Robert Fisk’ten gösterelim;
“1970’lerin başlarında Irak’ta Saddam Hüseyin’e karşı ayaklandıklarında, Amerikalılar İran Şahı ile birlikte onları destekledi. Sonra ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Irak ve İran arasında bir anlaşma tasarladı: Şah’tan toprak talep edilecek, bunun üzerine Şah da Kürtleri terk edecekti. Amerikalılar, silah yardımını kesti. Saddam, yaklaşık 182 bin Kürdü katletti. “Dış politika”, Bay Kissinger’ın deyimiyle “askeri işle karıştırılmamalıydı.” Kürtler, derslerini almıştır diye düşünmüş olmalısınız. Ama Kuveyt’i kurtarmak için başlatılan 1. Körfez Savaşı’nın başından itibaren Amerikalılar tarafından -Suudi Arabistan’dan yayın yapan gizli bir CIA radyo istasyonu kanalıyla- Saddam’a karşı ayaklanmaya çağrıldılar. Ve bu çağrıya da uydular. Amerikalılar yine binlerce Kürt’ün öldürülmesine göz yumdu. Utanç dolu haftalar sonra Türkiye’nin güvenli bölgelerine doğru hicret ettiler. Zamanla Amerika’nın “güvenli” bölgesinin bir yanılsama olduğu açığa çıktı.”
Yukarıda bahsettik; şimdilerde ABD, PKK/PYD’yi bölgedeki hedefleri için stratejik ortak olarak seçmiştir. Türk ve Kürtlerin kendi iradeleri ile aralarında bir barış tesis etmelerine razı olmayan ABD-İsrail ve İngiliz güçleri, PKK/PYD’yi bir yandan kontrolleri altındaki enerji kaynaklarının bekçileri olarak kullanırken, diğer taraftan da İŞİD diye şeytanlaştırdıkları Müslüman Irak halkına karşı ‘kiralık katil’ olarak çatıştırmak istemektedir. Bu Marksist Ulusalcı Kürtlere ABD’nin biçtiği yeni rol idi. 6 – 8 Ekim olaylarında bu rollerinin hakkını 52 kişinin –ki çoğu Müslüman Kürt- ölümüne sebeb olarak verdiler. Marksist Ulusalcı Kürtlerin bu yöndeki başarıları takdir görmüş olmalı ki, yeni görevleri açıktan İSLÂM DÜŞMANLIĞI olarak tayin edildi. İlerleyen günlerde göreceğiz Rus ve ABD hava kuvvetlerine yerden piyadelik yapacak ve binlerce Kürt’ü ABD ve Rus çıkarları için ölüme sürükleyecekler. CIA eski Direktörü Michael Hayden, Almanya’da yayımlanan “Die Welt“ gazetesine verdiği 9 Temmuz 2015 tarihli röportajın İslâm ile ilgili kısmı özellikle dikkatle okunmalı. “Bana göre Kürtler bizim en önemli müttefikimiz. Öyle de kalacaktır. Çünkü Rojava’daki koalisyon onların çıkarınadır… Suriye ve Irak’ın eski haline geleceğine inanmıyorum. Başka alternatifler bulmamız gerekiyor. Bu nedenle Kürtlerin doğrudan silahlanmasını destekliyorum.” (..) “Bu savaşın İslâm’la ilgili bir savaş olmadığını söylemek yanlış olur. Her yönden İslâm’ı ilgilendiren bir durum ve burada bize düşen ılımlı İslâm’ı savunanları desteklemek.”
Bitirirken;
Başlığımızda ilan ettiğimiz üzere; iç savaşın eşiğinde kaostan çıkış yolu yeni dil yeni nizam yani Büyük Doğu-İbda’dır. Kaos nereden baktığına bağlıdır; şöyle bakarsan böyle, böyle bakarsan şöyle. Belli bir ideolocya dâhilinde hareket eden, bu fikri bünyeleştirip şube şube teşkilatlandıran, fert fert cemaate inkılâb edecek şekilde teşkilatları birbirlerine bağlayan ve her bir ferdi birbirine gönüldaşlık ruhuyla raptedebilen kimseler için kaos yoktur. Daha açıkçası kendi nizamını inşa edenin bir düzeni vardır ve dışarıya karşı -saha hareketi hariç- ilgisizdir. Demem o ki, ANADOLU’da yeni bir nizam inşa oluyor ve hepimiz el birlik olup bu NİZAMI inşa etmeye yardımcı olmazsak tarihin sayfalarında kaybolur gideriz.
Baran Dergisi 457. Sayı