Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum. Bu da çok zor…
Bu arada, ODA TV ile ilgili gönderdiğiniz haberi okudum. Bu insanlara selâm söyleyin benden.
(Carlos, Kemalistlerin aldıkları belli pozisyonları takdir ettiğini; ülkelerini seven ve milliyetçi insanlar olduklarını; kendisinin de bundan hoşlandığını söylüyor...
Kemalistlerin aldıkları tüm politik pozisyonlara katılmasak bile, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onlarla teknik anlamda bir ittifak, bir koalisyon kurup hükümeti bu yolla sürdürmemesinden üzüntü duyduğunu belirten Carlos, bunu da, Erdoğan hükümetinde bulunan Müslüman Kardeşler etkisine bağlıyor…
Böyle bir yaklaşımın felaket olduğunu; zaten Suriye’yi bugünkü hâline getirenin de yine Müslüman Kardeşler ve onların 1980’lerde gerçekleştirdikleri barbarca eylemler olduğunu; bu yüzdendir ki, hem Hafız Esad, hem de oğlu Beşşar Esad rejiminin bugüne kadar devam edebildiğini; kendileri dışındaki milyonlarca insanın katledilmesini gerektiren Müslüman Kardeşler ideolojisi sebebiyle, gerçekte Esad rejimine karşı olan, Müslüman olmayan azınlıkların yanı sıra aralarında Müslümanların, komünistlerin, Baasçıların, hattâ Alevilerin de olduğu tüm bir rejim muhalifi kitleyi karşılarına aldıklarını ve bu kitlenin Esad rejiminin yanında yer almalarına yol açtıklarını söylüyor…
Kaldı ki, aslen iyi insanlar ve Müslümanlar olmalarına rağmen, Müslüman Kardeşler militan ve savaşçılarının bugüne kadar daima yanlış işler için kullanılageldiklerini ifâde eden Carlos, Mısır ve Tunus başta olmak üzere, buna bazı örnekler veriyor, Erdoğan’ın da şimdi aynı tuzağa düştüğünü belirtiyor…
Erdoğan’ın, Müslüman ve prensibli bir insan olsa ve bunlardan elbette taviz vermese bile, politik çerçevede birtakım tavizler vermesi gerektiğini vurguluyor...
Şu ân, ne Saddam’da ne Hafız Esad’da mevcud olmamış atom bombalarına ve sair silâhlara sahib emperyalist güçlere bakılırsa, dünyanın en büyük, en tehlikeli düşmanının IŞİD olduğunu; oysa bugün Ortadoğu’da yaşanan tüm bu felâketlerin baş suçlu ve sorumlularının, 1916’da Skyes-Picot anlaşmasını imzalayan İngilizlerle Fransızlar olduğunu; Ortadoğu’da sun’i sınırlar çizen, sun’i cumhuriyetlerin doğumunu hazırlayan ve bugünkü çatışmaları tetikleyen bu emperyalist güçlerin, bugün IŞİD diye dünyayı ayağa kaldırarak göz boyadıklarını belirtiyor…
Güya demokrasinin, cumhuriyetin beşiği Fransa örneği üzerinde duran Carlos, Fransa’nın o bölgede, özellikle Suriye’de barışın bozulması için elinden geleni ardına koymadığını vurguluyor ve buna dair örnekler verdikten sonra, bugün herkesin kızdığı IŞİD’in, aslında emperyalistlerin bozduğu tabiî sınırları yeniden gündeme getirdiğini ve insanların birbirinden ayrılmasına yol açan sun’i sınırları ortadan kaldırarak, İslâmî dönemlerden bile önceki tabiî sınırları yeniden hayata geçirecek bir savaş verdiğini ifâde ediyor…
Bu arada, geçtiğimiz günlerde basına yansıyan ve Arabların “Ayne’l Arab”, Kürtlerin ise “Kobani” dedikleri Suriye-Türkiye sınırındaki şehirden kaçıp Türkiye yoluyla Avrupa’ya mülteci olarak kaçmaya çalışırken Ege’de boğulan ailenin üç yaşındaki bebeği Aylan Kürdî’nin Bodrum’da sahile vuran cesedinin kendisi dahil herkesi şok edici fotoğrafını gördüğünü söyleyen Carlos, bu vesileyle bir yorum yapıyor ve şehri birkaç aylık bir savaştan sonra kuşatmaktan vazgeçip çekilen IŞİD’in bu şehri almak üzere yine saldıracağını ve bunun bir zamanlama meselesi olduğunu belirtiyor…
Peşinden uzun uzun mülteci meselesinin Avrupa’da nasıl algılandığını ve karşılandığını anlatan Carlos, Suriye’den, Somali’den, Mali’den, Nijer’den, Libya’dan ve diğer her yerden insanların niçin kaçma ve iltica etme ihtiyacı duyduğunu soruyor; tüm bu bölgelerdeki böylesi insanî dramların sorumlusunun NATO’yu oluşturan –başta ABD olmak üzere- emperyalistler ve ajanları olduğunu, bunların bombardımanları olduğunu vurguluyor…
Madem sorumlular –ABD başta- emperyalistlerdir, o hâlde bu bölgelerde yaşayan insanları mülteci olarak ülkesine kabul etmesi gereken, para vermesi ve sair ihtiyaçlarını karşılaması gerekenler; üstelik böyle kaçak yollarla da değil, organize edilerek ve vizeleri sağlanarak kendilerine sığınma hakkı tanıması gerekenler de onlardır diyor Carlos…
Ne var ki, böyle yapılmadığını; ABD’nin kılını bile kıpırdatmadığını; diğerlerine kıyasla en olumlu yaklaşımı Almanya gösteriyor olsa bile, kalan Avrupa ülkelerinin ise ya sadece Hristiyanları veya çok az sayıda Müslümanı mülteci kabul etmekle kaldığını; on yıl içinde yüzde 99’u masum sivil olan milyonlarca insanın ölümünden sorumlu oldukları hâlde, kendilerinin bu yaşananların baş sorumlusu olduğunu bilmez gibi davrandıklarını; yaşananlardan sorumlu olanın, teslim olmak ve Alevileri, Dürzileri, Hıristiyanları Suudî Arabistan ajanlarına katlettirmek istemeyen Beşşar Esad olmadığını; sonuç olarak, herkesin, hepimizin manipüle edildiği bir “yalan dünyası” içinde yaşadığımızı; tüm bunların kabul edilemez olduğunu söylüyor…
İnancı ne olursa olsun, Allah, Ortadoğu coğrafyasındaki herkesi korusun diyen Carlos, İslâm adaletinin zaferinin er geç geleceğine inancının tam olduğunu söyleyerek konuşmasını bitiriyor; tekbir getiriyor; Kumandan Mirzabeyoğlu başta olmak üzere, Türkiye’deki tüm gönüldaşlara çok selâm söylüyor…)
5 Eylül 2015
Baran Dergisi 457. Sayı