Müslüman coğrafyasının tam orta yerinde, rahmani mekan Kudüs’ü de içerisinde bulunduran bir çıbanbaşı…
İsrail Devleti 1948’de kurulduğunda ise ilk tanıyan ülkelerden birisi nüfusunun %99’u Müslüman olan Türkiye!..
28 Şubat sürecine gelinceye dek rölantide devam eden bir ilişkiler yumağı… 28 Şubat süreci ile birlikte Türkiye-İsrail ilişkileri bir sıkılaşma evresine girdi. İsrailci Türk ordusu mensupları tarafından, Refah-Yol hükümeti saf dışı edilerek bu devlet ile askerî, ekonomik ve siyasî alanda birçok anlaşmaya imza atıldı. Daha sonraki dönemlerde ilişkiler daha da sıklaşarak, müttefiklik derecesinde ilerlemeye devam etti.
Türkiye ve İsrail arasındaki ilk gerginlik “koltuk krizi” olarak adlandırılan vaka ile başladı. Bu gerginlik “Mavi Marmara Hadisesi” ile yani dokuz Türk vatandaşının Gazze’ye insanî yardım götüren bir gemide, üstelik uluslararası sularda İsrail komandoları tarafından katledilmesi ile ayyuka ulaştı. Daha sonra ilişkilerde bir soğuma havası(!) ve Türkiye’nin dokuz vatandaşının hukuksuzca katline karşılık İsrail’den özür ve tazminat talebi…
İsrail’in, Türkiye’nin bu taleplerini reddetmesine rağmen tüm anlaşmalar geçerliliğini vakanın geliştiği günden bu güne kadar korurken, beklenen Birleşmiş Milletler raporu yine beklenen istikamette yani İsrail yanlısı olarak açıklandı. Bunun üzerine Türk Dışişleri’nin patronu Ahmet Davutoğlu’ndan “bütün anlaşmaların askıya alındığı ve ilişkilerin ikinci katip düzeyine düşürüldüğü” açıklaması geldi. Halkta ise bir coşku, herkesin dilinde “Türkiye, İsrail’e kafa tutuyor” lafı…
Bu gelişmeler olurken, belki de önemine binaen gölgede bırakılmak istenen(!), hayatî bir hadise yaşandı. Türkiye-İsrail ilişkileri kadar gündem yapmadı. ABD’nin Türkiye’ye, muhtemel İran saldırılarına-tehdidine karşı Batıyı(!) koruma altına almak için kurduracağı füze kalkanı meselesi… Batıyı denildiğinde insanın aklına Avrupa geliyor ve bir an durup düşünüyor: “Bu İran deli mi Avrupa’yı vursun?” Düşününce de anlaşılıyor ki bu füze kalkanıyla korunması amaçlanan tek ülke İsrail!
İşte burada bir çelişkiler yumağı başlıyor. Sen bir yandan İsrail ile ilişkileri koparma noktasına getirdiğini sert bir şekilde dile getiriyorsun; diğer yandan da İsrail’i korumayı amaçlayan füze kalkanı projesinin kendi topraklarında kurulmasına “evet” diyorsun! “Minareyi çalan kılıfını hazırlamış!” “Biz hiçbir şekilde füze kalkanı çerçevesinde İsrail ile istihbarat paylaşımı yapmayacağız” diye nutuklar atıyor Türk Dış Politikası’na yön veren, hükümetin en yetkili kişileri… Bunun halkı kandırmaya yönelik bir ayak oyunu, bir laf cambazlığı olduğu ise kısa bir süre sonra fâş oldu.
“Minareyi çalan kılıfını hazırlamış”; ama “yalancının mumunun yatsıya kadar yanacağını” unutmuş, bunlarınki ise yatsıya kadar bile yanmadı, daha füze kalkanı bile kurulmadan doğruyu söylemedikleri ortaya çıktı. Hükümet yetkililerinin “İsrail ile istihbarat paylaşımı yapmayacağız” beyanını, yine en büyük müttefikleri ABD “hop bir dakika, sen kim oluyorsun?” dercesine bozdu. Wall Street Journal’ın haberine göre ABD’li yetkililer “İsrail dâhil bütün ABD müttefikleri ile bilgi paylaşılacağını” söylerken, New York Times’a konuşan bir üst düzey ABD yetkilisi ise Türk yetkililerin bu konuyla ilgili açıklamaların sorulmasına alaycı bir şekilde “bu bir ABD radarı!” cevabını verdi.
AKP iktidarı bugüne kadar sürekli yaptığı rolü bu süreçte de başarılı bir şekilde oynadı. Laf cambazlıkları ve ayak oyunları yaparak halkın gözünü boyamayı başarırken, basının da katkısıyla füze kalkanı mevzuu sümenaltı edildi. “Halk kahramanı” Tayyip Erdoğan diğer taraftan Yahudi’ye karşı kahramanlık göstermekten yine imtinâ etti.
Diğer yandan Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu gezisine ve gittiği memleketlerde yapmış olduğu konuşmalardaki “laiklik” vurgusuna da ayrıca dikkat çekmek gerekiyor. Kendisi daha yaklaşık 15 sene evvel “hem laik, hem Müslüman olunmaz” derken, şimdi gittiği her memlekette “laik kalın, laikliğe sarılın” çağrısı yapıyor. Al sana bir çelişki daha! Burada aklımıza hemen şu soru geliyor: “Acaba başbakan laiklik konusunda bizim bilmediğimiz bir şeyler mi biliyor?” Bu bildiklerini bizimle paylaşsa da biz de bilgilensek; şâd oluruz.
Bunları söyledikten sonra başbakan Türkiye’ye dönüyor ve bir konuşma yapıyor; “uzun zamandır Batı tarafından kültürel bir taarruza maruz bırakılıyoruz” diyor. En büyük taarruzlardan birisi dayatılan Batıcı-seküler (laik) düzen değil mi?
Bu acemice oynanan ayak oyunları acaba ne zaman son bulacak?