Aslında başlığımızı şu şekilde uzatabiliriz: Saddam, Kaddafi, Usame bin Ladin niçin hedef? Son yıllarda meydana gelen hadiseler, Müslümanlar’ı bu sualin cevabını vermeye zorluyor. Niçin Saddam? ABD’nin kurmaya çalıştığı “yeni dünya düzeni”ne baş kaldırdığı için. Niçin Kaddafi? Onların “kurguladığı” oyunun bir parçası olmayı kabul etmediği için. Niçin Usame? Onların kurmaya çalıştıkları “yeni dünya düzeni”ne çomak soktuğu için.
Cevabı bu kadar “net” olan bir suale, kafaları karıştırıcı ve iğdiş edici cevablar üretenlere iki örnek: Hayrettin Karaman ve Senai Demirci isimli iki yazar, aslında pek çok kişinin zihniyetini, hayatı ve İslâm’ı idrak ediş biçimini hülasa ediyor:
Hayrettin Karaman: “AKP, şiddet ve Müslümanlar arasındaki ilişkiyi çok zayıflattı. Şiddeti aklından geçiren grupları son derece marjinalleştirdi. Şeriatçı olan Müslümanlar AKP’nin vizyonunu kendilerine çok uygun buldu. O Müslümanlar şunu gördü: Dünya ve Türkiye şartlarında bir partinin İslamcı olması, şeriat getireceğim demesi şart değildir. Din özgürlüğünü ve insan haklarını güçlendirmesi yeterlidir.” (Radikal, 16 Mayıs 2011)
Senai Demirci: “Usame ölmedi. Usame bir tasarımdır. İnşa edilmiş bir imajdır. Barış dini İslam’ı savaş dini olarak görmek ve göstermek isteyenler için Usame imajı işe yaramıştır. Usame imajı milyonlarca kez çoğaltılarak sarıklı, cübbeli, sakallı adamların eli silahlı ve nezaketsiz insanlar olduğu fikri zihinlere yerleştirilir. Aynı fikir “Usame öldürüldü” haberiyle de diriltilecek ve ayağa kaldırılacaktır.” (16 Mayıs 2011, Haber7.com)
“Barış dini İslam” ve “şiddetin marjinalleştirilmesi”… Hoş geldin ABD’nin ılımlı İslâm projesi. Bu iki yazar, kendileri farkında olmasalar da, “idrak melekeleri”ni ABD’ye kaptırmış, tipik “söylemleri” ile aslında yanlarına virgül atarak çoğaltabileceğimiz birçok kişinin zihniyetini ortaya koyuyor. Bu meselenin Batı ve İslâm arasında bir “dünya hâkimiyeti” kavgası olduğunu kabul edemeyen, etmek istemeyenlerin dünyası bu kadar dar ve sığ. Demokrasi çadırı içinde “dünya yansın ben ibadetimi yaptıktan sonra bana ne?” rahatlığı ve aymazlığı…
Aynı bakış açısı Salih Mirzabeyoğlu’na uygulanan Telegram işkencesi karşısındaki “suskunluğun” da sebebidir. Susturulmuş “idrakler”; bu konuda neden sustuklarını izah edemeyecek kadar zihni Batı tarafından kurgulanmış Müslümanlar? Baran Dergisi’nin geçen sayısında yayınlanan “Ölüm Odası: B-Yedi”de Salih Mirzabeyoğlu şöyle diyor:
- “Birkaç noktalama: “Üçüncü binyılda, milenyum dinlerinden başka hiçbir din kalmayacak!” diye, teknolojiyi kutsayan, kuvantum fiziğinin şaman mistiği ile bulaşıklığını dünyanın tam 1000 senelik geleceğinin programlanışı diye putlaştıran BATI dünyası, 2000 yılına girdikten 2 sene sonra AMERİKAN ideolojisinin heykellerinden ünlü ikisinin yerle bir oluşu ile şok oldu. Yıldız savaşları hayâli, yerini yeryüzü gerçeğine bıraktı. Rakibsiz değildiler ve kendi hayâllerini başkasına gerçek gibi yutturma devri geçmişti. Eskiden İkiz Kuleler’in olduğu yer, bir devrin battığı yerdir. Keşke kitablık çapta yazabileceğim şartlar içinde olsaydım: Büyük Doğu-İBDA anlayışının içinde bulunan bu mânâ, yeni bir devrin de en büyük ifşacısı diye Usame bin Ladin’i alkışlar. İnşacısı, şöyle veya böyle, bizim temsil ettiğimiz damardadır. Zaman hükmündeki mânâ: Görelim Mevlâ neyler?”
Bu çerçevede meseleyi “netleştirelim”:
İlâhî ölçüde, mealen, "Allah, kulunu eşya ve hâdiseleri zapt ve teshir etmesi için kendisine halife olarak yarattı." buyuruluyor. Dünyadaki vazifesi bu olan Müslümanın karşısında kim var? Dünyayı siyasî, askerî, iktisadî, fikrî, ilmî, hukukî, teknolojik, kültürel, her yolla KONTROL EDEN "Batının-küfrün dünya hâkimiyeti" yahud "küfrün dünya düzeni"... Bizim dünyayı "zapt ve teshir etme" tarzında muhatab olduğumuz misyona, küfrün dünya hâkimleri "KONTROL" diyorlar.
Onlar, kitleleri gerekirse eğitimle, gerekirse haberleşme araçlarıyla, gerekirse siyasî-hukukî-iktisadî müesseselerle, gerekirse ilaçlarla, gerekirse uyuşturucularla, gerekirse seksten türlü eğlence buluşlarına kadar türlü biyolojik veya teknolojik haz oyuncaklarıyla, yine gerekirse işgalle, katliamla, cinayetle, tehditle, şantajla, rüşvetle, bunlarla yapamıyorlarsa Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na yapmaya çalıştıkları gibi Telegram cihazları kullanarak, velhasıl kitleleri her yolla KALBEN, ZİHNEN VE BEDENEN KONTROL EDEN, MANİPÜLE EDEN VEYA ETMEK İSTEYEN bir mihraktır.
Batının bu dünya hâkimiyetine karşı Müslümanların dünya hâkimiyeti de elbette yine siyasî, askerî, iktisadî, fikrî, ilmî, hukukî, teknolojik, kültürel alanlarda, yâni çok yönlü bir bütünlük arzedecek, YENİ DÜNYA DÜZENİ derinlik ve genişliğinde olmalıdır ki, Büyük Doğu-İBDA tam da budur ve küfrün mevcut dünya hâkimiyetine karşı ondan başka ÇÖZÜM VE PROJE getiren, teklif eden başka hiç kimse de yoktur. İşte, Salih Mirzabeyoğlu, bu yüzden hedeftir.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'na revâ görülen Telegram işkencesi kararı, bizce tam da bunun için sözkonusu "gizli dünya devleti"nin karargâhında alınan ve buradaki işbirlikçilerince uygulanan çok ciddi, çok hayatî, çok derin bir hâdise olup, çok yönlü değerlendirilmesi, araştırılması ve incelenmesi gereken bir meseledir.
Batı’nın mevcut dünya hâkimiyetine veya dünya düzenine karşı siyasî, askerî, iktisadî, fikrî, ilmî, hukukî, teknolojik, kültürel vs her sahada verilecek her nevi mücadele, bizce TELEGRAM'ı anlamaya, etkisizleştirmeye, bitirmeye dönük bir mücadeledir aynı zamanda. Küfrün DÜNYA KONTROLÜ'nü, Müslümanların DÜNYA KONTROLÜ'nü sağlayacak araçları hayata ve harekete geçirerek etkisizleştirmek!..
Bizce mesele budur.
Şimdi sual şu: İdraklerini “farkında olmadan” veya “olarak” Batıya kaptırmış Müslümanları bu savaşta nerede mevkîlendirebiliriz? Takdir sizin.