Her dört kişiden üçü ekonomik geleceğinden endişeli.
Halkımız dinine düşkün.
Halkımız orduya güveniyor.
“Demokratik açılım”da üçe bölündük. Kabul, red ve tarafsızlar.
Bir araştırmanın sonuçlarından aktardım bunları.
2010’a ekonomik endişelerle giriyoruz ve bu çok müşahhas bir mevzu.
Halkın dine dönüşü de bir gerçek ve bu gerçeği gören AB-D güçleri, dini (İslâmı) yozlaştırma peşinde. Toplumun genel fikir çerçevesine BÜYÜK DOĞU-İBDA ideolojisini yerleştirme işinde eksikliklerimiz var. Böyle bir ideolojiye ihtiyaç kendini dayatsa bile, dünya düzeni iflas etmiş olsa bile, halka ulaşma yeterli değil. Ve bu boşluk maalesef, emperyalist güçler tarafından dolduruluyor.
Halkımızın orduya güvenmesini de, ordunun “güvence” olarak bir kenarda durması gerektiği mânâsında okuyorum. Yoksa, darbeci ve halka tepeden bakan bir orduya güvenilmiyor. Dediğim gibi, güvenilecek mevkîde olması isteniyor. Ben böyle yorumluyorum.
TRT-Türk’te izlediğim şu mevzu da gündemimiz olmalı:
Bosna’da 50.000 kadına tecavüz edildi. Suçlular, bugün polis üniforması giyiyor ve kahramanlar gibi geziyor. Savaş mağduru kadınlar, savaş suçlularını teşhis ediyor. Savcılıkları sıkıştırıyor, isim, adres veriyor. Fakat adalet nerede? Savaş mağduru kadınların sözcüsü Bayan Hasasiç, “bize ‘siz Türksünüz’ diye tecavüz edildi” diyor… Hasasiç, Samija Çelebi, Zehra Mursuz hakkını arayan kadınlardan bazıları.
Politikacılar “geçmişi unutalım” diyor ama, kadınlar haklı olarak adalet arıyor.
Açlığa ve hapishaneye mahkûm edilen Filistinlinin gündemi ne? Bütün ambargolara ve bombalara rağmen, bağımsızlığı ve haysiyeti için savaşan Filistinliler, Mukaddes Kent Kudüs için savaşan Filistinliler.
Başka bir mevzu:
Teknoloji her yerde ve ona tapar bir nesil yetişti ama, dünya çapında sürüp giden işsizliğin bir numaralı müsebbibi de teknoloji.
Piyasa ekonomisi, serbest piyasa deniyor, ama bu, global kapitalist sistemden başka bir şey değil. Serbest piyasa, dünya kapitalist sistemine entegre olmanın bir başka ismi. “Serbest piyasa” diye “uluslararası piyasa”ya teslim olduk. Piyasa ekonomisinde, piyasaya hâkim olan kim? Piyasa hakikaten serbest mi?
Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’na 2009 yılının ilk on ayında 1.806, İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları Başkanlıkları’na ise 2.105 olmak üzere toplam 3.911 kişi, ihlal iddiasıyla başvuruda bulunmuş.
Şikâyetlerin ilk sıralarında şunlar var:
Hastalara kaba davranan doktor ve hemşireler.
Cezaevi şartları.
Baz istasyonları.
Yargılama süresinin uzunluğu.
Eğitimde çifte standart.
Bunlar da halkın rahatsız olduğu mevzular. Hepsinin üzerinde tek tek durmak mühim. Yazarlarımızın ve gazeteci gönüldaşlarımızın araştırması gereken mevzular bizce. Sadece teorik olarak sisteme karşı olmak değil, pratik içinden bunu göstermek durumundayız ki, inandırıcılığımız olsun, aksiyonumuz olsun. Mevzu ve meseleler içinden, yani yaşayarak ve hissederek kendi düzenimizin inşacısı olma borcu bekliyor bizi. Bu davaya gönül verenlerin gündemi, insan ve toplum meselelerine el atmak şeklinde, halkın gündemiyle iç içe olmalı bize göre.
2010; Demokratik Açılım, Anayasa Değişikliği, Seçim tartışmaları, İşçi eylemleri, Kriz ve Büyüme, İhracat Artışı, Döviz ve Enflasyon, Vergiler, Zamlar ve Petrol Fiyatları.
Bizi “radikal” diye suçlayan hükümet yetkilileri, birçok konuda radikal adımlar atmak zorunda kalıyor. Bir misâl; Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker açıkladı:
“Tarım ve Gıda bakanlığı kuruluyor. Neden Tarım ve Gıda Bakanlığı? Çünkü gıdayı, gıda güvenliğini ‘tarladan sofraya, çiftlikten çatala, meradan tabağa’ anlayışıyla bir zincir olarak değerlendiriyoruz. Bürokratik zincirin kısaltılması, merkez teşkilatının daha tesirli çalışmasına dönük çok köklü, çok radikal adımlar atıyoruz.”
2010’a hayırlı bir giriş yapmadık. Bütçe açıkları kimin sırtına yüklenecek? Vergi ve zam yılı mı olacak? IMF’den mi hayır gelecek? IMF’den ne zaman hayır gelmiş?
İslâm, her sahayı düzenlediği gibi iktisat sahasını da düzenler; ahlâkî bütüne bağlı bir alt sistem olarak görür iktisadı.
Din: “Ahlâk ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizamdır.”
Kullar arası münasebette iktisadın vazgeçilmez rolü...
Paraya hâkim olamazsak para bize hâkim olur. Bize hâkim olmasın diye parayı terk etmek değil, maddesine tasarruf eden ruhçuluğumuz gereği, maddeyi fikre ve ahlâka bağlamak esas.
Çalışana hakkını teri kurumadan vermeyi, zekâtını vererek malı temizlemeyi, faizi yasaklayarak emek, ticaret ve yatırımı teşvik etmeyi, hazcılığı ve ahlâk dışı parayı reddetmeyi, helal ticareti ve yardımlaşmayı bir “hayat tarzı” olarak gören dinimiz.
Emperyalist sömürü düzenine her sahada olduğu gibi, iktisat sahasında da karşı durmak, dinimizin gereği.
Emperyalist puştluklarla mücadele etmek en başta; sadece fikrî mücadele yetmez, fiilî mücadele de şart.
Kültür ve ahlâk ilişkisi içinde, “yaşanmaya değer hayat”ı bulmak. Sisteme bağlı siyaset ve aksiyon davası… Eşyâ ve hâdiseler karşısındaki tavrımız olan ahlâk, aynı zamanda aksiyon demek. “Hayat tarzı” bu; sistemli fikir ve bunun kavgasıdır hayat tarzı.
İnandığımız ile yaşadığımız düzen arasındaki zıtlık. Teorinin pratiğe uymamasının verdiği sıkıntıyı, BD–İBDA İslâma muhatap anlayışının sistem çapındaki fikriyatı ve aksiyonu ile aşabiliriz ancak. İnancımızı hayat tarzına döndürürken gerekli ve tutarlı bir anlayış sistemine ihtiyacımız var. İdeolojimiz, pusulamızdır kavgamızda.
Nizamımız kurulmamışsa, “nizamımıza doğru” bir mücadele gerekir. Bu stratejinin, fikrî ve fiilî sahalarda ve birbiriyle uyumlu olarak inşaı gerekir.
Gazzeye Özgürlük konvoyunun sorumlusu, İHH Yönetim Kurulu üyesi ve Mazlum-Der Genel Başkan yardımcısı avukat Gülden Sönmez, Vakit gazetesine verdiği mülakatta, hayat tarzına şöyle bir misâl veriyor:
“Gazze’de direniş bir hayat biçimi. Çoluk çocuk, kadın erkek, her yaşta insan için bunu söyleyebilirim. Mescid-i Aksa’ya, Kudüs’e ve Filistin davasına bu sadakatten etkilenmemek mümkün değil.’’
Halkın gündemi Hakkın yolunda olmalı tabiî. Bu, ihtiyaç olarak hissedilmiyorsa, hissettirilmeli. “Halk istemez, halka istetilir” şiarınca, gündem oluşturmalı devamlı. Her vasıtayı iyi kullanma becerisine ermeli. Bizim gündemimiz, İBDA fikir mimarisini “fikir fikir” diyerek papağanvârî tekrarlamak ve mirasyedi gibi davranmak değil, ondan aldığımızı bünyeleştirerek iş ve eserimizde halka göstermek olmalı.
Düzen içi güçlerin kendi aralarında kavgaları olduğu gibi, rejim muhalifi güçlerin de rejim sahibleriyle kavgası vardır. İktidar sahibleri, medya ve devlet imkânlarıyla halkın gündemini tayin etmek ve zihinleri iğfal etmek istemektedir. Rejim muhalifleri ise, kendi siyasî ve içtimaî görüşlerini ülkenin gündemine yerleştirmek isterler. Kavga da buradan çıkar.
İktidardakilerin, kitle haberleşme araçları, üretim araçları, yasalar ve asker-polis gibi birçok imkânı olduğu gibi, muhalif güçlerin de birçok imkanı vardır. Toplumun muvazenesinin bozulması, hükümetlerin istikrarsızlığı ve yıpranmışlığı, halktaki mutsuzluk duygusu, siyasî, içtimaî ve iktisadî kriz ve yanlışlıklar gibi birçok husus rejim muhalifi güçlerin avantajıdır. Kim imkânları iyi kullanırsa, o kazanır. Bir şeyi yıkmaya talib olanların, o şeyi koruyanlardan daha zeki, daha cesur ve fedâkâr olması, taktik ve stratejiden, telkin ve propagandadan anlaması gerektiği açıktır. Ve, yıktığının yerine yenisini koyması, bunun kadrosunu oluşturması da şart.




Aylık Dergisi 65. Sayı