Geçmiş yıllarda olduğu gibi, İslâm ümmetinin yeryüzünde ve özellikle halihazırda ise Filistin halkı vatanını, izzet ve şerefini korumak için siyonist İsrail ile cihada devam etmektedir. İsrail’in arkasında kara emperyalizmin temsilcisi Amerika ve yandaşları olduğu halde mücahidler karşısında ne yapacaklarını bilmezliğinin şaşkınlığı ile akıl almaz insanlık dışı faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Bu makale, İslam'da cihad kavramını ele alarak, insanın yaratılış amacı ve Müslümanların sorumlulukları bağlamında inceliyor. Makale, İslam'ın bir medeniyet dini olduğunu vurgulayarak, okumayı, yazmayı ve bilgiyi teşvik ettiğini belirtiyor. Cihadın sadece silahlı mücadeleyi değil, aynı zamanda nefse, şeytana ve kötülüğe karşı verilen mücadeleyi de kapsadığı anlatılıyor.
Makalenin temel argümanı, Müslümanların Allah'ın rızasını kazanmak ve yeryüzünde adalet, barış ve iyiliği yaymak için cihad etmekle yükümlü olduklarıdır. Bu cihad, hem ferdî olarak ahlaki erdemleri geliştirmeyi hem de toplumsal düzeyde zulüm ve adaletsizlikle mücadele etmeyi içerir. Makale, Filistin'deki mücadeleyi örnek göstererek, İslam ümmetinin birlik ve beraberlik içinde hareket etmesinin önemine dikkat çekiyor.
Yüce Allah, insana akıl bahşetmiş ve onu mükellef kılmıştır. Böylece yeryüzünün tasarrufatını ona bırakmıştır. Meleklere akıl vermiş ancak nefis ve şehvet vermemiştir. Hayvanlara ise nefis vermiş, akıl vermemiştir. İnsana hem akıl hem de nefis ve şehvet verilmiştir. İnsanı yeryüzünün halifesi kılmasının anlamı, kendisine sorumluluk (emanet) tevdi edilmesi demektir. Bakara suresi 30. ayeti kerimede de bu sorumluluğa işaret edilmektedir. Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’’ demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler, Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim’’ demişti. Emanete sahip çıkması, onu yerli yerince kullanması, zayi etmemesi, ulvi bir görev olduğu bilinci ile hareket etmesi kendisine bahşedilen aklının bir gereğidir. Bu ağır vazife ve imtihanın tek muhatabı insandır. Islahın tesis görevi bu nedenle ona verilmiştir.
İki türlü istihlaf vardır:
1-Umumi
Gerek İslâm ehli gerek küfür ehli olan bütün Âdem neslini kapsar. Enam suresi 165. ayeti kerimede bu duruma şöyle işaret edilmektedir: ‘’O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’’
2-Hususi
Bu da sadece müminleri kapsar. Dinin korunması, ülkelerin ve memleketlerin ıslahı, orada yaşayan insanların korunması için kendilerine Yüce Allah tarafından verilen cihad görevi hususi istihlaftır.
Gayrimüslimler, insan olmaları hasebi ile maslahatı için çaba sarfetmesi gerekirken Allah’ın razı olduğu ve beğendiği din ile şereflenmediği için maslahat yerine mefsedet, hak yerine batıl, adalet yerine zulmü hâkim kılmaya çalışmışlardır. Bundan dolayı, yaptıkları bütün keşiflere rağmen medeniyeti inşa edememişler ve medeniyet olarak iddia ettikleri çalışmalarının altında vahşet vardır. Ürettikleri silahlarla memleketleri, insanları ve tüm canlıları yok etmektedirler. Bu durumu da günümüzde müşahede etmekteyiz. Halbuki, İslâm medeniyeti ise Ahmet Cevdet Paşa tanımı ile “Terfih-i ibat” ve “Ta’miri bilat” olarak yerini bulmaktadır.
Ezcümle, beşeriyetin kurtuluşu risalet ve nübüvvet kaynağından gelen ve Alemlere rahmet olarak gönderilen örnek kul ve son Resul Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetinin ki; Yüce Allah, bu ümmeti vasat ümmet olarak takdim etmiştir. Yüce Allah Bakara suresinin 143. Ayeti celilesinde bu durumu şöyle bildirmektedir: “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak bir ümmet yaptık. Biz bu yöneldiğin kıbleyi özellikle resule uyanlarla sırt çevirenleri açıkça ayırt edelim diye belirledik. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelecektir. Allah imanınızı asla zayi edecek değildir. Çünkü Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” Ve Yüce Allah ıslah ve cihad vazifesini bu ümmete verdiğini Nur suresinin 55. ayetinde şöyle belirtmektedir. “Allah, içinizden iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapan kimselere vaad etti ki, kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde hâkimiyet verecek, onlar için hoşnutluğuna vesile kıldığı dinlerinin yerleşip yayılmasını sağlayacak, şu andaki korkularını güvenliğe çevirecektir; çünkü onlar bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmektedirler. Bütün bunlardan sonra kim inkâra saparsa yoldan çıkmış kimseler işte bunlardır.”
Risalet Ümmetinin Varlığının Gayesi
Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetinin birinci vazifesi, yaratılış gayesi olan Yüce Allah’a kulluk etmek ve batılın karşısında hakkın sancağını zirveye taşımaktır. Yüce Allah, küfür ve şirkin karanlığını İslâm güneşinin parlaklığı ile yeryüzünde yok edeceğini, Saff suresinin 9. ayeti kerimesinde şöyle vaad etmektedir: “Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O'dur.” Ve yine bu ümmet, doğruluk, sebat ve sarsılmaksızın insanlığı cehalet girdabından, batıl düşünce, şek, şüphe ve felsefenin tutarsızlığından sağlam delillerle, ilmin nuru sayesinde özgürlüklerine kavuşturacaktır.
Risalet ümmetinin vazifelerinden bir diğeri de hayrın, iyiliğin, ihsanın tahakkuk etmesi ve insanlığı bu güzelliklerden mahrum bırakmamak için çaba sarfetmektir. Beşeriyetin, İslâmiyetin hayat veren iksirinden yararlanmak için çalışmak ve çaba sarf etmek bu ümmete verilmiş İlahi bir emirdir. Aşağıda arz edeceğimiz iki ayet bu vazifenin evrensel olduğu ve ümmet içinden bu vazifeyi yapacak bir topluluğun olması gerektiğini ve böyle olunca da cihadın farz-ı ayn olduğunu göstermektedir. Hal böyle iken, konunun ehemmiyeti ortaya çıkmaktadır ve bu hizmetten geri durmak için hiçbir mazeret söz konusu olamaz. Bakara suresinin 148. ayetinde “Her milletin yöneldiği bir kıblesi vardır. Siz hep hayırlı işler yapmada birbirinizle yarışın! Nerede olursanız olun, Allah hepinizi huzurunda bir araya getirecektir. Çünkü Allah'ın her şeye gücü yeter.” ve Âl-i İmrân suresinin 104. ayetinde “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” bu durum belirtilmektedir.
Risalet ümmetinin hedeflerinden bir diğer ciheti ise memleketleri imar ve bireyleri ıslah için çalışmaktır. Başka bir ifadeyle, iki cihan saadetinin temini ve insanlığın ıslahı mümin için bir hedef olmalıdır. Peygamber efendimizin, insanların dünyada mutlu olmaları ahirette de azaptan kurtulmaları için sürekli bu İlahi vazife ile hem kendisi hem de etrafındaki güzide sahabe kadrosu ümmete örnek olarak cehd ve cihad içerisinde olmuşlardır. Bilinmelidir ki, peygamberlerin gönderilmesi, kitapların indirilmesi, kılıçların kınlarından çıkması tamamen insanlığın mutluluğu için olmuştur. Dini mübini İslâmın bütün emir ve nehiylerindeki odak noktası insandır.
Tevhidin bahşettiği hidayet ve imanın gerçekleşmesi, insan yaradılışının gayesinde kendisine verilen vazifenin mukaddes olduğu İsra suresinin 70. ayetinde şöyle belirtilmiştir: “Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.” Bundan dolayıdır ki; Yüce Allah, insanı muhatap olarak kabul etmiş ve ona yüce emaneti tevdi etmiştir.
İslâmiyet Medeniyet Dinidir
İslâmiyetin medeniyet dini olduğunun en büyük kanıtı, ebedi mucize olan Yüce ve Mukaddes Kitabımızın Alak suresinin ilk 5 ayeti ile başlamasıdır. Diğer bir ifadeyle, ilk vahiy bu 5 ayet ile başlamıştır ve bu 5 ayet şu şekildedir: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı ‘alak’dan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” Yüce Allah, peygamber olarak seçtiği ve sevdiği Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e ilk hitabı ve emri ‘Oku’ olmuştur. O, insana bilmediğini öğretmiştir. Bu da, insan için en büyük şeref ve nimettir. Medeniyet; okuma, yazma ve ilim ile başlamıştır. Dolayısıyla, umumen bütün peygamberler ve hususen Fahri Kâinat Efendimiz, medeniyetin oluşmasında insanlık için çığır açmışlardır. Her peygamber, kendi döneminde insanların ufkunu açan keşiflerle ve kendilerine bahşedilen mucizelerle aynı zamanda ilk muallim olmuşlardır. Hz. Adem’in ziraat ve hayvancılık ile uğraşması; Hz. Nuh’un gemiyi inşa etmesi ve su üzerinde yüzdürmesi; Hz. Süleyman’ın rüzgardan yararlanarak uzun mesafeleri kat etmesi; Hz. Musa’nın yer altında mucize ile yer üstüne suyu çıkarması; Hz. İsa’nın tabiplik ve hasta olanların şifa bulması için insanlara yardımcı olması; Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise kendisine verilen bütün insan ve cinlerin bir araya gelerek bir benzerini oluşturamayacakları bir mucize olan Kuran’ı Kerim ile fesahat, hitabet ve belagat zirvesinde insanlığı kendisine hayran bırakacak mucizeyi bize tebliğ etmiştir. Bunun yanında, kendilerinin de bulunduğu toplumda bir fesih olarak, az sözle çok şey ifade eden edipleri ve şairleri kendisine hayran bırakan ifadeler ile beşeriyet alemine öncülük yapmış ve medeniyet meşalesini yakmıştır. Hicret ettiği Yesrib’i Medine olarak değiştirmiştir. Medeniyet ise bu kökten türemiştir.
Kendisine nazil olan Kuran’ı Mübin’in ilk beş ayetinde iki defa ‘’Oku’’ emredilmiştir. Birinci “Oku” emri ile, “Kitab’ı Manzur” yani Kâinat kitabını okumak kastedilmiştir. Evrende var olan canlı ve cansız bütün varlıkları okumak, onlar üzerinde düşünmek, maddenin en küçük parçasına ulaşıncaya kadar üzerinde çalışmayı emretmektedir. İkinci “Oku” emri ile “Kitab’ı Mastur”u okumak kastedilmiştir. Bu da, vahiy ile nazil olan ayetlere harf elbiselerini giydirerek okumak ve kalemle sahifelere yazılan kitabı yani Kuran-ı Kerim’i okumaktır. İslâmiyet, hikmet ve marifet dinidir. Yüce Allah, sevdiği habibine hitaben onun şahsında bütün müminlere insanları, Allah yoluna davet etmeyi emretmiştir. Yüce Allah, Nahl suresinin 125. ayeti kerimesinde bu durumu şöyle açıklamıştır: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış. Kuşkusuz senin rabbin, yolundan sapanların kim olduğunu en iyi bilendir; O, doğru yolda bulunanları da çok iyi bilir.” Ancak; kalpleri mühürlenmiş, gözlerine ve kulaklarına perde çekilmiş, hakkı işitmeyen ve hakikati görmeyen, sapıklık girdabında boğulan, dalalet dehlizlerinde debelenen, fitnenin ve bozgunculuğun hammalı olan bedhah kimseler beşeriyeti günden güne ifsad etmek ile ileri gitmektedirler. Nitekim, Yüce Allah Bakara suresinin 191. ayeti kerimesinde fitnenin adam öldürmekten daha büyük ve kötü olduğunu buyurmuştur.
Böylece insanlığın huzuru ve kurtuluşu için müminin kendisine tevdi edildiği emaneti korumak amacıyla ıslah hareketi olan cihad emredilmektedir. Buhari’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyrulmaktadır.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûl-i Ekrem Efendimiz'e:
–Yâ Resûlallah! Allah yolunda cihada denk hangi amel vardır? denildi.
–“Ona denk bir amel bulamazsınız” buyurdu.
İki veya üç defa aynı soruyu tekrarladılar; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de her defasında “Ona denk bir amel bulamazsınız” cevabını tekrarladı. Daha sonra şöyle buyurdu:
“Allah yolunda cihad eden kimsenin benzeri, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan, Allah'ın âyetlerine hakkıyla itâat eden ve Allah yolunda cihad eden kimse, cepheden dönünceye kadar, namaza ve oruca hiç bir şekilde ara vermeyen kimsenin benzeridir.”
Hz. Ali, cihadın ehemmiyeti hakkında “Cihad cennetin kapılarından bir kapıdır. Kim onu terk ederse, Yüce Allah ona zillet elbisesini giydirir ve bela giysisi (musibet) ile onu örter.” şeklinde buyurmuştur. Cihadı terk eden bu kişiler mihnet ve hakaret sıfatları ile tanınır.
İslâm Ümmetinin Lidersizlik Problemi
Ümmet için siyaset açısından en büyük problem, Müslümanların ipi kopmuş tesbih taneleri gibi irtibatsız dağılmış olmalarıdır. Tefrika, ümmeti güçsüz düşürmüş ve böylece mehabetini kaybettirmiştir. Temmuz güneşi karşısındaki kar gibi günden güne erimektedir. Ümmeti toplayıp bir birlik haline getirecek liderlerinin olmaması onlara zafiyet üstüne zafiyet yaşamasına neden olmaktadır. Beynelmilel siyonizm, İslâm ümmetinin kalbine günden güne ifsad hareketleri ile şek, şüphe, psikolojik korku vermektedir.
Geçmişte insanlık aleminin yüz karası olan siyonizm, bugün de hiç değişmeden yollarına devam etmektedirler. İtikadî olarak İslâm ümmeti günden güne tahrif ve tahrip hareketleri ile karşı karşıyadır. Ve batının batıl düşünceleri ile ümmetin gençliğine çeşitli vasıtalarla nefislerini okşayarak batıl yollara teşvik etmektedirler.
Geçmiş yıllarda olduğu gibi, İslâm ümmetinin yeryüzünde ve özellikle halihazırda ise Filistin halkı vatanını, izzet ve şerefini korumak için siyonist İsrail ile cihada devam etmektedir. İsrail’in arkasında kara emperyalizmin temsilcisi Amerika ve yandaşları olduğu halde mücahidler karşısında ne yapacaklarını bilmezliğinin şaşkınlığı ile akıl almaz insanlık dışı faaliyetlerini sürdürmektedirler. Hz. Ali’nin müşrik olan hasmına karşı “Ben seni öldürürsem, sen Cehenneme gideceksin; sen beni öldürürsen, ben Cennete gideceğim.” dediği gibi Filistin halkı da çok sayıda şehit vermiş ve vermektedir. 7 Ekim 2023 tarihinde kendi halkını korumaya yönelik başlattığı “Aksa Tufanı” cihadı, bütün ümmet fertlerinin harekete geçmesine vesile olacaktır. Böylece, Hak mutlaka galip gelecektir. Ancak, bütün ümmet için bu durum aynı zamanda bir imtihandır. Bu cihad, birçok insanın hidayetine vesile olacağına inancımız tamdır.
Cihadın Ehemmiyeti ve Fazileti
Allah yolunda cihad hareketi, yüce dinimizin zirve noktası anlamını taşımaktadır. Hayırlı ümmetin esas vazifesi de aslında cihaddır. Tevhid dinin temsilcileri olan başta peygamberler, bu vazifeyi hiç ihmal etmeden sürdürmüşlerdir.
Yüce Allah, peygamberi Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve onun şahsında bütün müminlere hitaben Nisa suresinin 84. ve Tevbe suresinin 73. ayeti kerimelerinde sırasıyla şöyle buyurmaktadır: “Şu halde Allah yolunda savaş. Sen ancak kendinden sorumlu olursun. Müminleri de teşvik et. Allah, inkâra sapanların gücünü kıracaktır. Allah’ın gücü daha çetin, cezası daha şiddetlidir.” (Nisa,84) “Ey peygamber! İnkârcılara ve münafıklara karşı cihad et, onlara sert davran; onların varacağı yer cehennemdir ve bu ne kötü bir sondur!” (Tevbe,73)
Allah yolunda cihad, Kuran’ın ve nübüvvetin hamili olan müslüman ümmetinin başta gelen vazifeleri arasında yer almaktadır. Bu hususta, kitap ve sünnette birçok emir ve naslar vardır. Özellikle emri maruf nehyi anil münker ve buna bağlı cihad ile ilgili bölümler arasında olan Nisa suresinin 76. ayetinde “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise bâtıl dava uğrunda savaşırlar. Şu hâlde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın planı (tuzağı) daima zayıftır.” dediği şekilde cihad müminler üzerine farz kılınmış bir görevdir ve müminler bununla mükelleftir. Cihad amellerin faziletlisi ve İslâmiyetin zirve noktasıdır. Bakara suresi 216. ayeti kerimesinde bu durum şöyle açıklanmaktadır: “Ey müminler, hoşunuza gitmediği halde, din düşmanları ile savaşmak üzerinize farz kılındı. Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve bir şeyi de sevdiğiniz halde o, hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” Cihad yine, Yüce Allah ile karlı bir ticarettir. Bu duruma da Saf suresinin 10. ve 11. Ayetlerinde şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Sizi, elem verici azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve resulüne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”
Cihadın Gayesi
Yüce dinimiz İslâm, cihadı ve savaşı memleketleri zapt etmek, insanları köleleştirmek, insanların sahip olduğu zenginlik kaynaklarını ellerinden almak ve onları sömürge haline getirmek için emretmemiştir. Dolayısıyla, bu gaye ile hareket etmeyi yasaklamıştır. Bütün amellerde olduğu gibi cihad amelinde de birinci şart niyettir. Gerek Kuran’ı Kerim’de gerek hadisi şeriflerde cihad, “Fisebilillah” kelimesi ile kullanılmıştır. Fisebilillah demek, Allah için Allah yolunda Allah rızası demektir. Bütün beşeriyetin maslahatına binaen, cihad farz ve meşru kılınmıştır. Birkaç husus ile özetlemek gerekirse:
a) Fitnenin ortadan kaldırılması ve insanın fıtratında var olan hak dinin ikame edilmesi... Kuran’ı Kerim’de fitne kavramı çokça zikredilmektedir. Hz. Peygamber de olumsuzluk, bozgunculuk, her türlü anarşi, İslâmî ve insani kaideleri ortadan kaldıran maddi ve manevi yönden buhranlara sebep olan halleri fitne olarak nitelendirmiştir. Cihad; adaletsizlik, zulüm ve bu kapsamlara giren bütün menfi halleri ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bakara suresinin 193. Ayeti kerimesinde bu duruma şöyle değinilmektedir: “Zulüm ve baskı tamâmen ortadan kalkıncaya ve hâkimiyet sadece Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer haksızlıklara son verirlerse, artık zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur.”
b) Zulmün bertaraf edilmesi... Cihadın en büyük gayelerinden bir tanesi de zulmün bertaraf edilmesidir.
c) Zayıf, biçare, fakru zaruret içerisinde olan mustazafları kurtarmaya yönelik olması... Bu hususta Nisa suresi 75. ayeti kerime çok açık bir şekilde konuyu izah etmektedir: “Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa,75)
d) Düşmanlık duygusu ile hareket edenlere karşı hareket etmek...
Bunlara karşı önlem almak, zararlarını bertaraf etmek için dikkatli olmak, her türlü plan ve desiselerine karşı strateji geliştirmek çok mühimdir. Zaman zaman ehli küfrün bazı mukaddes değerleri kendi amaçlarını gerçekleştirmek için dini duyguları suistimal etmelerine karşı gafil olunmamalı. Üstad Necip Fazıl’ın da ifade ettiği gibi “Zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir Gençlik...” Böylece İslâm ümmetinin acilen yetişmiş kadrolara ihtiyacı vardır.
İslâm düşmanlarının bu tür ihanetleri, peygamber asrından günümüze değin halen devam etmektedir. Ehli küfür dünya yaratıldığından beri hiç değişmemiştir. Hakka ve İlahi emirlere karşı sinsi planlarını icra etmektedirler. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden bir tanesi olan ve müslümanlara zarar verme amacıyla yapıldığı için Kur'an'da Mescid-i Dırâr olarak nitelenmiş olup daha sonra bu adla anılan Mescid-i Dırâr, Tevbe suresinin 107. ayeti kerimesinde görülmektedir: “Bir de şunlar var ki, zararlı eylemler gerçekleştirmek, inkârcılıklarını pekiştirmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve resulüne savaş açmış kişi lehine fırsat kollamak üzere bir mescid yapmışlardır. ‘Amacımız sadece iyi bir şey yapmaktı’ diye de yemin edecekler. Allah şahit, onlar kesinkes yalancıdırlar.” Bu ayeti kerime indikten sonra Peygamber Efendimiz Mescid-i Dırar’ın içinde namaz kılınmasına müsaade etmemiş ve yıktırmıştır. Bu ayeti kerimedeki hususları şöyle sıralamak mümkündür:
1- Zararlı faaliyetler
2-İnkârı pekiştirmek
3-Müminlerin arasını bozmak ve tefrika çıkarmak
4-Allah ve resulüne düşmanlık yapanlara lojistik destek sağlamak
Hiç unutmamak gerekir ki zındıka komiteleri boş durmamakta, Müslümanların aleyhine olan her şeyde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Tarih içerisinde beynelminel siyonizmin, Müslümanlara ve özellikle İslâmiyeti bin yıl bayraktarlık yapmış necip milletimize karşı düşmanlığı kronikleşmiştir. Yeryüzünde çeşitli ifsad hareketleri bütün yönleri ile devam etmektedir. Bu durumdan en büyük zararı da “ümmeti Hayriye” olan Hz. Muhammed’in ümmeti görmektedir. Bunlara karşı her türlü cihadın icra edilmesi bir vazife-i diniyedir. Bakara suresinin 190. ayeti kerimesinde de şöyle buyrulmaktadır: “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de savaşın. Fakat Allah'ın koyduğu kuralları çiğneyerek haddi aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.”
Hazır ol cenge cihada,
İster isen sulh-u selah.
Cihadın Kısımları
1- Nefis ile Yapılan Cihad
Sufiye taifesine göre en büyük cihad, nefis ile yapılan cihaddır. Nitekim, nefis ve şeytan gizli düşmandır. Gizli düşman ile savaşmayı ihmal eden harici düşmana karşı başarı elde etmesi güçtür. Bundan dolayı cihad-ı ekber, nefis ile yapılan cihaddır. Diğer cihad ise zahiri olan düşman ile yapılan cihaddır. Beşerî nefis, şeytanın iğva ve vesveseleri için bir hedeftir. Hz. Yusuf’un lisanı ile “Buna rağmen yine de kendimi büsbütün temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbimin merhamet edip koruduğu kimseler dışında, nefis insana sürekli kötülüğü emreder. Rabbim, elbette çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Yusuf,53) Nefis ile yapılan cihadın ihmal edilmemesi çok önemli ve elzemdir. Aynı zamanda, Bakara suresinin 218. ayeti kerimesinde şöyle buyrulmaktadır: “İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Ahmet b. Hanbel’in müsnedinde rivayet ettiği bir hadisi şerifte: “Gerçek mücahid, Allah’a itaat ederek nefsi ile cihad edendir. Gerçek muhacir ise günahlarından uzaklaşandır.” şeklinde buyurmuştur. Yukarıda da belirtildiği üzere nefis ile yapılan cihad da unutulmamalıdır.
2- Şeytan ile Yapılan Cihad
İnsanın en acımasız düşmanı şeytandır. Şeytanın özellikleri sayılamayacak kadar necis ve habistir. Nitekim, Fatır suresinin 6. Ayeti kerimesinde bu durum şöyle açıklanmaktadır: “Doğrusu şeytan size düşmandır, siz de onu düşman belleyin. O, kendi taraftarlarını cehennemin yoldaşları olsunlar diye Allah’a isyâna çağırır.” Bundan dolayı, şeytana karşı uyanık ve tetikte olmak gerekir. Allah’ı anmak şeytana karşı en büyük silahtır. Allah’tan gafil kalmak ise şeytanı tasallut etmeye başlatır. Bu şekilde, insan ve şeytan birbirine yakın olur ve hatta bir süre sonra arkadaş olurlar. Zuhruf süresinin 36. Ayeti kerimesinde bu durum şöyle açıklanmaktadır: “Kim Rahmân'ı hatırından çıkarıp öğüt ve uyarılarla dolu Kur'an'ı görmezlikten gelirse, biz ona bir şeytan sardırırız da, artık o şeytan onun ayrılmaz yoldaşı olur.”
3- Münafıklar ile Yapılan Cihad
Yüce Allah, peygamberine münafıklar ile cihad etmeyi emretmiştir. Nitekim; Yüce Allah, Tahrim suresinin 9. ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!”
Münafıklar, müslüman olmadıklarını inkâr etmeyerek Allah’a karşı şirk koşmayı gizli tutarlar. Hayrı açıktan yaparak şer olan amelleri gizli işlerler. Hal böyle iken, kafirlere yapılan cihadın aynısı münafıklara karşı yapılmaz. Zahirde Müslümanlar ile yapılan muamelenin aynısı yapılır. Münafıkların takip edilmesi, onların kalplerine korku salar. Çünkü “hain, haiftir. Yani korkak olur.” Bu durum, onların nifak ehli olduklarını ortaya çıkarmaktadır.
Yüce Allah kullarının İslâm dininin yücelmesi için batıl karanlığında insanların İslâmiyet nurundan nasibini almak için Müslümanlara cihadı farz kılmıştır. Bu şekilde, İslâm medeniyeti asırlar boyu yayılmıştır.
4- Kafirler ile Yapılan Cihad
Cihad nefis ile yapılan yani kişinin bizzat kendi bedeni ile yaptığı cihad kafir ile yapılan cihada göre daha hususi bir anlam taşır. Aynı zamanda; Yüce Allah Tevbe suresinin 123. ayeti kerimesinde: “Ey iman edenler! Siz öncelikle size yakın mesâfede bulunan kâfirlerle savaşın ve onlar sizde üstün bir gayret, ciddiyet ve metânet görsünler. İyi bilin ki Allah, elbette takvâ sahipleriyle beraberdir.” buyurmaktadır.
Mutlak manada cihaddan bahsedilince, kafir ve müşriklerle yapılan cihad anlaşılır olur. Cihad dört kısma ayrılır:
a) El ile yapılan cihad
b) Dil ile yapılan cihad
c) Kalp ile yapılan cihad
d) Mal ile yapılan cihad
Cihad, İslâm ümmetinin mukaddesatının varlığı için çaba sarf etme gayesi taşır. Dolayısıyla, cihad zulmün ve şirkin ortadan kaldırılmasını hedef alır. Cihad, aşırı gitmemek kaydı ile Müslümanlara karşı savaş açanlarla savaşmaktır.
Cihad, hayırlı fetihler için bir anahtar ve gerçek bir kurtuluş kapısıdır. Cihad, Allah’ın rızasını kazanarak insanların ebedi saadetlerine kavuşma yolları açmaktır. Allah yolunda cihad, dünyevi bütün maslahatlardan önce gelir. Aynı zamanda; cihad, Yüce Allah’ın hükmünü yeryüzünde hâkim kılmak, tüm dünyaya nizam ve İ’la-yi Kelimetullah’ı duyurmaktır. Dolayısıyla, hakkın batıl üzerinde galibiyeti anlamı taşımaktadır. Saldırgan düşmanları def etmek, haddi aşan zalimlerin önüne geçmek ve onları etkisiz hale getirmektir. İslâm yurdunu muhafaza ve müdafaa etmek üzere, cihad müslümanlar üzerine farz kılınmıştır. Yüce Allah, Nisa suresinin 95. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Hastalık, körlük, topallık gibi bir mazereti bulunmaksızın savaştan geri kalıp evde oturan mü'minlerle, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda savaşanlar elbette bir değildir. Allah, mallarıyla canlarıyla savaşanları, herhangi bir sebeple savaştan geri kalan kimselerden derece itibariyle daha üstün tutmuştur.”
Cihad için bazı özelliklere sahip olmak gerekir. Nitekim, mücahidlerin takva, ihlas, emre itaat, sabır, üstün ahlak ve diğergamlık yani başkasını kendisine tercih etme gibi özelliklere sahip olmalı.
Ebu Said el Hudri’nin rivayet ettiği bir hadiste, bir kişi Peygamber efendimize gelerek “Bana vasiyette bulun’’ dedi. Efendimiz de “Takvayı terk etme, çünkü o bütün hayırları kendisinde toplayandır. Cihadı da terk etme, çünkü o Müslümanın ruhbanlığıdır. Allah’ı zikretmeyi terk etme, çünkü o senin için nurdur.” şeklinde cevap vermiştir. Bir diğer rivayete göre; “Her ümmetin bir ruhbanlığı vardır, benim ümmetimin ruhbanlığı ise Allah yolunda cihad etmektedir.” buyurmuştur. Ruhbanlık, sosyal hayattan uzaklaşıp dünyadan el etek çekmek anlamındadır.
Yüce Allah cihadı emretmiştir. Başta bütün İslâm peygamberleri cihad amelini sürekli teşvik etmişler ve kendileri de uygulamışlardır. Risalet ve nübüvvet zincirinin son halkası, alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem zaten vardır. Onun ashabı ona tabi olan cümle asfiya, evliya, süraha bu ulvi görevde hep önde olmuşlardır ve ümmete öncülük yapmışlardır. Ümmetin dirilişi, yükselişi, aleme nizam vermesi cihadla mümkündür. Cihad, ümmet için can suyudur. Cihaddan nasibini alanlara ne mutlu…
Aylık Baran Dergisi 29. Sayı, Temmuz 2024