Geçen hafta tüm dünyada gözler Endonezya’da gerçekleştirilen G20 toplantısındaydı. Tüm medyada liderlerin neler söylediği yönünde haberler yapıldı. Artık gelenek hâlini almaya başlayan bir şekilde, liderlerin küresel ısınma gibi mevzular etrafında ağızlarında sakız gibi geveledikleri sözler manşetlere çekildi. Bilhassa Biden ve Şi Cinping’in görüşmesi, olumlu havada geçen bu görüşmenin ardından ABD ile Çin arasında Tayvan bahanesiyle yükselen tansiyonun düşmesine yönelik beklentileri beraberinde getirdi. G20’de yaşananlarla beraber Türkiye’nin arabuluculuğu ile Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmeye yönelik teşebbüsler, liderlerin gelecekte daha büyük problemler olarak yeniden ortaya çıkmasını göze alarak tüm sorunları bir kez daha halının altına süpürme temayülü gösterdiği şeklinde yorumlandı.
Fakat G20’de, siyaset ile sermayenin mutabık bir şekilde yol almasını sağlamak suretiyle dünya düzenini şekillendirme maksadına matuf hareket eden Dünya Ekonomik Forumu (daha bilinen ismiyle Davos) kurucusu Klaus Schwab’ın zirvede yapmış olduğu konuşma ne hikmetse kimsenin dikkatini çekmedi. Maksadının hiçbir art niyet ve kendini zenginleştirme arzusu barındırmaksızın, yalnızca daha güzel bir dünya için çabalamak olduğunu iddia eden Schwab, dünyanın ekonomik, siyasî, sosyal, ekolojik ve kurumsal krizlerle karşı karşıya olduğunu belirtirken “Dünyamızı, sistemsel ve kurumsal olarak yeniden yapılandırmayla yüzleşmek zorunda olduğumuz bir dönemdeyiz.” diyerek yeni bir döneme girildiğine, bir yeni dünya düzenine işaret etti. Shcwab, “Politik olarak ise daha fazla parçalama eğiliminde olan çok kutuplu bir dünyaya dönüş sürecindeyiz. Bu süreçte büyük bölünmeleri ve dünyamızın küreselleşmeden bloklaşmaya gitmesini önleyecek çok önemli bağlarımız var.” diyerek liderlere birbirleriyle uzlaşmacı bir tavır takınmaları gerektiği telkininde bulundu.
Hem siyasî liderlere hem de sermayeye yönelik yaptığı “Ekonomiyi yeniden yapılandırırken gelirlerin düşmesi geniş çaplı sosyal hareketlere sebep olur. Şirketler ile hükümetler birbiriyle işbirliği yapmak zorunda.” ikazının ardından ise paydaş kapitalizmin yani ticari faaliyete konu tüm aktörlerin fayda sağlayacağı iddiasındaki yeni modelin uygulanmasının zaruri olduğunu belirterek “yaratıcı dönüşüm, yenilik ve işbirliği” kavramlarının üzerinde durdu. Aslında bunu uygulamamakta daha fazla diretirseniz sosyal patlamalara da hazır olmalısınız mesajıydı verilen.
Burada “paydaş kapitalizm”i kısaca izah edelim: Hâlihazırda kısa vadeli plânlarla azamî kârlılığı hedefleyen şirketlere tabiat şartları ve içtimaî şartları da göz önünde bulundurmak kaydıyla amaç değişikliğini telkin eden; şirketlerin tüm paydaşların (çalışanlar, tedarik zincirinde yer alanlar, müşteriler, üretim sürecindeki bütün aktörler ve siyasî iradeler) arzularını ve çıkarlarını göz önünde bulundurarak uzun vadeli plânlar ortaya koyacağı yeni bir kapitalist model. Bu bakımdan, kavramın İngilizce aslında geçen “stakeholder” kelimesinin Türkçedeki “paydaş” kelimesiyle tam olarak karşılanamayacağı yönünde eleştiriler mevcuttur.
Schwab'a göre; paydaş kapitalizm tüm özel sektör faaliyetlerinde toplumdaki herkesin çıkarlarını önceleyecek ve uluslararası müesseseler vasıtasıyla uygulanması sağlanacak. Schwab, fizikî, dijital ve biyolojik dünyaları birbirine entegre eden, tüm disiplinleri, ekonomileri ve endüstrileri etkileyen ve hatta yeni bir insan modeli ortaya koyan "Dördüncü Sanayi Devrimi" ile gelen sistemin bu olduğunu belirtiyor. Son dönemin en çok konuşulan meselelerinden “The Great Reset-Büyük Sıfırlama” da işte tam olarak bu.
Klaus Schwab’ın G20’deki ifadeleri klasikleşmiş çağrıların dışında değilmiş gibi görülebilir, hatta yukarıdaki tanımlamayla “paydaş kapitalizm” pek de kötü bir şey değilmiş de denilebilir. Oysa hem Schwab’ın ifadeleri siyaset ve sermayeye bir ihtar niteliği taşıyor hem de “paydaş kapitalizm” quantum teknolojisi ve metaverse dünyası gibi yeniliklerle insana sahte bir cennet vaadinde bulunuyor. Bu sahte cennet, homojen ve tekdüze bir insan-toplum modeli oluşturmak bakımından eşitlikçi, tüm manevî hislerden arındırılmış hazcı bir hayat vaad etmesi bakımından son derece konformisttir. Bu bakımdan da ruhun karanlık kutbu nefsin arzularını tatmin etme iddiasıyla insan fıtratına uygun ve istismarcıdır. Dünyayı daha güzel bir yer hâline getirme kılıfıyla idealizm sosuna bulanmış bu dijital diktatörlük tasavvurunun “insan”ı, iradî bir şekilde kötüyü arzu eden varlıktır.
Sadece devlet liderlerinin ifadeleri ve ikili görüşmeleri çerçevesinde medyaya taşınan G20’de Davos’un patronu tarafından yapılan ihtar, çöken düzenlerinin yerine yenisini ihdas etmek iddiasında olanların sıkıştığının ifadesi olarak anlaşılabilir.
Görüş: Faruk Hanedar