Birkaç gün evvel Üstad Necib Fazıl’ın kabrini ziyaret maksadıyla Eyüb’e gittik. Bir dostumuz, bizi daha önce bilmediğimiz bir mekânı da ziyaret etmeye davet edince, meraklandık doğrusu. Eyüb’ün arka sokaklarında ahşab kapılı bir bahçenin önünde durduk. Zile bastık. Megafondan “kimsiniz?” diye sordular. “Ziyaret için geldik” dedik. Dostumuz, “bakalım kapıyı açacaklar mı, her zaman açmıyorlar” dedi. Biraz sonra kapı açıldı. Bahçeye girdik. Asırlık ağaçların, güllerin ve ortada küçük bir havuzun süslediği güzel bir bahçeydi burası. Etrafında da birkaç ahşab ev. Hemen sol tarafta ise türbenin giriş kapısı. Gayet kibar bir hanımefendi bize türbenin kilitli kapısını açtı. Avludan geçip mescide açılan kapıdan girdik. Mescidde işlemeli bir yazı karşıladı bizi: “Ya Ümmî Sinan”. Türbeye, işte bu mescidin arka tarafında kalan kapıdan aşağıya inerek ulaştık.
Burası Ümmî Sinan isimli bir Allah dostunun türbesiydi. Daha evvel hiç duymamıştık adını. Özel bir mülkiyet olduğu için türbe, meraklıları dışında pek bilinmiyor. Ümmî Sinan Hazretlerinin torunları hâlâ burada yaşıyor ve türbenin bakımını yapıyorlar. Sanıyoruz musiki derneği gibi bir oluşum da faaliyet gösteriyor burada.
Türbeye girdiğimiz ândan itibaren bizi saran manevî havanın etkisiyle, bu büyük zât hakkında mütevazıbir araştırma yaptık bilâhare. Öğrenebildiklerimiz şöyle:
İbrahim Ümmi Sinan’ın ne zaman doğduğu hakkında bilgi mevcut değil. Halvetî tarikatının Sinanîye kolunun kurucusu. Şiirleri, kendisinden bir yüzyıl sonra yaşayan Elmalılı Sinan Ümmî'nin şiirleriyle karıştırılmış ama sonra Niyazi Mısrî’nin müridi olan Elmalılı Ümmî Sinan ile Eyüb’te türbesi bulunan Ümmî Sinan’ın farklı kişiler olduğu anlaşılmış.
Ümmi Sinan Hazretlerinin asıl adı İbrahim olup babasının adı Abdurrahman. Doğum yeri hakkında ihtilaf var. Bursalı Mehmet Tahir Bey, “Osmanlı Müellifleri” adlı eserinde bir icazetnameye dayanarak Bursalı olduğunu yazmakta ise de; Hafız Hüseyin Ayvansarayî, “Vefeyat”ında Arnavutluk’tan geldiğini yazmış; Sadık Vicdani Bey “Tomar-ı Turuk Aliyyeden Hâlvetiye Silsilenamesi” adlı eserinde, aslen Prizrenli olduğunu söylemiş; Müstakimzade, “Meşiyihname” adlı eserinde Ümmi Sinan Hazretleri için “Nevahi-i Kisra min biladi Arnavud” yani (Kisranın memleketi olan Arnavutluk’tandır) demiştir. Ahmed Hilmi Bey de “Seyyid Yahya Şirvani” adlı eserinde Rumeli ilinde çok şirin bir yer olan Gülikesir kasabasında doğduğunu yazmaktadır. Bu duruma göre doğum yerinin Rumeli olma ihtimali kuvvet kazanmaktadır.
Ümmi Sinan Hazretlerinin doğum tarihi zımnında, yine Bursalı Mehmed Tahir Efendi, “Osmanlı Müellifleri” adlı eserinde “Gitti 958’de (1551) Ümmi Sinan” mısraını yazmakta ise de, aşağıdaki bu beyitte 976 (1568) olduğu yazılmaktadır:
Elli sekizde rıhleti yazıldı, lâkin sıhhâti
Allahu âlem hâliya, gûşet bu beyt eder ıyan
Ol şeyhi hakanî Cemâl buldu visal-i zülcelâl
Tarihi eyler (sofiya) bu lafzı “Şeyhûllah” beyan
“Şeyhullah” tabiri ebced hesabı ile 976’ya (1568) tekabül etmektedir. “Osmanlı Müellifleri” eserinin yazarı Bursalı Mehmed Tahir Efendinin beyanı bu hesaba uymamaktadır.
Mürşidi, İzzettin Karamanî Hazretleridir. Enderun tahsili görmesine rağmen, gördüğü bir rüyâ üzerine kendisini “ümmî” olarak isimlendirmiştir. Kanunî’nin yaptırdığı Pazar Tekke’deki dergahında uzun yıllar irşad vazifesini sürdürmüştür.
İki eser bırakmıştır. Bunlardan birincisi, “Risâle-i Şerife-i İstanbuli Ümmi Sinan” diğeri de “İlahiler Divanıdır”. İlahiler Divanı’ndan güzel bir ilahi örneği şöyledir:
Seyrimde bir şehre vardım gördüm sarayı güldür gül
Sultanımın tacı tahtı bağı divanı güldür gül
Gül alırlar gül satarlar, gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar, çarşı pazarı güldür gül.
Topkapı, Kürkçübaşı mahallesindeki dergâhında vefatına kadar irşâd görevine devam etmiş, 976 (1568) senesinde vefat etmiştir. Ümmi Sinan Hazretleri, vefatına yakın dostlarına şöyle der:
- “Rüyâmda gördüm, bir gemim var imiş, yelkenleri açtım gidiyordum. Rüzgâr sakin olunca yelkenleri indirdim. Gemiyi karaya çekmek istedim. Bir kimse gelip yelkenleri indirme kaldır, az çok rüzgâr vardır tâ ki menzile eresin, bir ayak daha ileriye varasın dedi.”
Dostları, bu hâdiseden murad nedir, lütfedip bildirmesini rica ettiklerinde, Ümmi Sinan Hazretleri şöyle cevab verir:
- “Can sineye geldi, biz hayatdan, hayat bizden el çekti; can var iken sakın tevhidsiz durmayın, nefsi rüzgar az çok vardır. Gemiyi bir ayak ileri sürmekte kâr vardır.”
Cenaze namazı Fatih Camiinde kılınmış, halifeleri Şeyh Nasûh Efendi tarafından kendileri için yaptırılan Eyüb, Düğmeciler mahallesi Ümmi Sinan Sokaktaki dergâha defnolunmuştur.
Rivayetlere göre dönemin Şeyhülislâmı Ebussuud Efendi ile çok sohbet ederlermiş. Hattâ bu sohbetler biraz çekişmeli bir münazara şeklinde olurmuş. Bir gün Ebussuud Efendi bir tartışmalarının ardından kızgınlıkla şöyle demiş:
- “Senin cenaze namazını papaz kıldıracaktır!”
Ümmi Sinan Hazretleri de:
- “Ona hiç şübhe yok. Benim de imânıma göre benim cenazemin namazını muhakkak papaz kıldıracaktır” diye cevap vermiş.
Zaman geçmiş, bir gün Ümmî Sinan Hazretleri’nin ahirete gideceği tahakkuk etmiş. Son ânlarında başında duran dostlarına şöyle demiş:
- “Bana Hakk’ın emri vaki olunca hemen kefenler, tabutumu hiçbir şeyle örtmez, o şekilde musalla taşına getirir, cenaze namazım kılınır kılınmaz da hiç kimseyi beklemeden hemen tabutumu örter, süsler, tacımı giydirir, beni götürür, bu kalıb âleminin vatan-ı aslîsi olan toprağa gizlersiniz.”
Vefatından sonra dostları vasiyetini yerine getirerek çıplak tabutla musalla taşına kadar götürmüşler. O gün de Kanûni Sultan Süleyman’ın kerimesi vefat etmiş, o da musalla taşına getirilmiş. O günkü an’anede de padişah, sultan ve şehzadenin cenaze namazlarını Şeyhülislâm kıldırırmış. Tam namaz kılınacak, musalla taşında çıplak bir tabutta bir erkek cenazesi var. Tabiî Şeyhülislam ilk önce erkeğin cenaze namazını kıldırıp sonra sultanın namazını kıldırmağa başlayınca, Ümmî Sinan Hazretleri’nin talebeleri hiç beklemeden hemen onun emirlerini yerine getirmeye başlamış ve tabutun başına tacını giydirerek süslü örtülerini örtmüşler. Ebussuud Efendi, sultanın cenaze namazını kıldırırken gözünün ucuyla bu hâle bakarak şaşırmış. Selâm verir vermez:
- “Bu cenaze kimin cenazesidir?” diye sormuş.
- “Efendim sizler baki, Hazret-i Ümmi Sinan Hakk’a yürüdü” cevabını alınca, Şeyhû’l İslam Efendi sakalını tutarak:
- “Hey Koca Sultan hey! En nihayet bizi papaz da yaptı öyle gitti, kıymetini bilemedik” diyerek, gözleri yaşlı, Fâtiha’sını okumuştur.
Son söz, Ümmî Sinan Hazretleri’nin türbe kapısının üzerindeki levhadan:
Müridi râh-ı aşkâ kıblegâhı âşıkândır bu,
Edeble gir gözün aç, türbe-i Ümmi Sinan’dır bu.
Kaynak: www.ummisinan.com
Baran Dergisi 437. Sayı