İslâmi mücadele bir bütündür; ha Türkiye, ha Filistin, ha Bosna, ha Doğu Türkistan fark etmez.
Herkesin kendi evini temizleme mesuliyeti yanında, öbür ülkelerdeki kardeşleriyle dayanışma içine girmesi, “tek ümmet” olmanın gereğidir. Başımız hakikaten zorda olsa bile, ilgi, alaka ve dualarımızı diğer Müslümanlardan eksik etmemeliyiz.
Ümmet olma şuuruyla bakarsak Doğu Türkistan’ı kendimize çok yakın göreceğimiz gibi, dünyanın öbür ucunda ayağına diken batan herhangi bir Müslüman’ın acısını da hissederiz.
Siyahıyla beyazıyla tüm Müslümanlar kardeş olduğu gibi Amerika, Rus, Çin ve İngiliz’in de “ küfür tek millettir” ölçüsünde belirtildiği üzere Doğu Türkistan’ın esarette kalması noktasında anlaştığını görmekteyiz. Önce Rusya’nın işgal ettiği bu bölgeyi İngiltere’nin sükûnetle izlemesiyle daha sonra Çin işgal etmiş ve Rusya ile Çin arasında Türkistan’ın esareti hususunda her zaman anlaşma olmuştur. Batı Türkistan’ı (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan) eski gücünde olmayan Rusya kontrol etmeye çalışırken, Doğu Türkistan ise Çin işgaline bırakılmıştır. Fakat emperyal kâfirler, Doğu Türkistan’daki İslami ruh ve direnci hiçbir zaman kırmaya muvaffak olamamışlardır. Bu açıdan Türkistan coğrafyası onlar için mühimdir ve tabi ki bizim için de mühimdir. Türk ve İslâm âleminin Türkiye’yi merkez olarak gördüklerini, ümit ve beklentilerini de hatırlatalım.
25 milyonluk Doğu Türkistan Müslümanlarının hepsi Ehl-i Sünnet mensubu olup, tarihlerinde medeniyetler kurmuş ve kahramanlar çıkarmışlardır. Osmanlıyı da bu yüzden severler, öyle ki Hacca gidenler dönüşte İstanbul’u ziyaret etmeden evlerine dönmezlermiş. Doğu Türkistan'da yaşayan Türk nüfusu 18 milyon olup, diaspora ile birlikte 25 milyon civarındadır. Ekseriyeti Uygur olup, çok az Kazak ve Kırgız vardır. Resmi rakamlarda Uygur nüfusu az gösterilmektedir. Onlara sağlanan bazı kolaylıklardan dolayı Çinli Müslümanların Uygur Müslümanlarına desteği maalesef yoktur.
751 yılında Talas Savaşı’nda, Türkler Araplardan yardım almış ve Çinliler büyük bozguna uğratılarak Buhara ve Semerkant bölgeleri tamamen kontrol altına girmiştir; Türkistan ve Türkistan’ın bir parçası olan Doğu Türkistan dâhil olmak üzere…
Efsanevî hükümdar Satuk Buğra Han’ın (944-945) İslâmiyet’i kabul etmesiyle, Karahanlılar eliyle Orta Asya’nın çeşitli bölgelerine fetihlerle İslâmiyet yayılmıştır. 1069’da Yusuf Has Hacip tarafından Kaşgar’da kaleme alınan Kutadgu Bilig önemli eserlerdendir. Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un 1074 yılında telif ettiği Divânu Lügati't-Türk, Edip Ahmet Yükneki’nin yazdığı Atabet-ül Hakayık ve Ahmet Yesevî’nin hikmetlerini içeren Divan-ı Hikmet, Karahanlılar devrinin kıymetli eserlerindendir.
Orta Asya’da Buhara merkezli Nakşibendî tarikatı, Buhara ve Semerkandlı zanaatkârlar ve tâcirler arasında yayılmış ve ticarî ilişkilerin çok güçlü olduğu Kaşgar'a da bu yoldan ulaşmış, hatta Çin’in iç bölgelerine kadar varmıştır.
Yakup Han’ın torunları olan Doğu Türkistanlılar (aslında bu coğrafya Türkistan olarak bir bütün idi) hiçbir zaman ruhlarını satmamışlar ve fırsat buldukça özgürlüklerine koşmuşlardır. Kuşbakışı özetlersek: ilk Müslüman Türk Devleti Karahanlılardan sonraki Hanlıklar dönemi, Moğollardan sonra tekrar toparlama, ilk Çin istilasını bertaraf eden Doğu Türkistan’ın altın çağı olarak nitelendirilen fakat kısa süren Yakup Han Devleti (1865-1877), tekrar ikinci Çin istilası ve Mançu İmparatorluğunun 1911’de yıkılması, Şark-î Türkistan İslam Cumhuriyeti (Kasım 1933-Ocak 1934), Rus boyunduruğu (1934-1944), İkinci Şark-î Türkistan Cumhuriyeti (1944-1949) ve 1949’dan günümüze Doğu Türkistan’da Çin işgali…
Doğu Türkistan’da yakın tarihte kurulan iki devletten birincisi Ruslar, ikincisi ise Çinliler tarafından yıkılmıştır. Fakat her zaman korkulan ve dikkat alınan bir güç olmuştur Türkistan. Doğu Türkistan’ı asırlardır yurt edinmiş bir milletin ruhu ve kimliği yok edilememişti… Osman Batur gibi, Canım Han Hacı gibi istiklâl mücadelesini alevlendiren birçok kahramanın yanında Doğu Türkistan’ın yakın tarihinde “Üç Efendi” olarak bilinen, halk arasında büyük nüfuz ve itibar sahibi olan uzun yıllar uluslararası alanda Doğu Türkistan davasını duyurmaya çalışan isimleri de sayalım: Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin ve Mesut Sabri Baykuzu... İlk ikisi 1949 yılında ülkesinden ayrılmak zorunda kalıp Türkiye’ye iltica etmiş iken, üçüncüsü Çin hapishanelerinde vefat etmiştir.
Çin Komünist Partisi’nin Doğu Türkistan’a bakışı Çin milliyetçisi gözüyle ve tamamen asimilasyon politikalarıyla olmuştur. Kâğıt üzerinde özerklik olsa da Uygurlara tamamen ayrımcılık yapılmış ve ekonomik destek verilerek Han Çinlileri bölgeye iskân edilmiştir. Doğu Türkistanlılar dinleri, kültürleri ve dilleri elinden alınmak istenirken ekonomik olarak da 3.sınıf vatandaş muamelesi görmüşlerdir. Bölgenin asıl sahibi Uygurlar, Han Çinlisi göçüyle Urumçi’de azınlık durumuna bile düşürülmüştür. Doğum kontrolleri, ekonomik kaynakların ellerinden alınması, din eğitimi ve anadilde eğitimin engellenmesi, zorunlu işçilik vb. her türlü zulüm ve ayrımcılıkla karşılaşmaktadır Uygurlular. Ve bir milletin zulme isyanı her fırsatta zuhur etmiştir Doğu Türkistan coğrafyasında.
 Son 20 yılın isyanlarına bir göz atalım:
1990 Barın Silahlı Halk İsyanı… Uygur ve Kazakların yoğun olarak yaşadığı ilçede bir camide Komünist Parti’nin etnik azınlıklara yönelik ayrımcı tutumuna, doğum kontrolü uygulamasına, nükleer silah deneylerine ve Doğu Türkistan doğal kaynaklarının Çin’in gelişmiş şehirlerine taşınmasına karşı çıkan bir grup Kırgızın çağrısı üzerine halk sokaklara dökülmüş ve Han Çinlilerin bölgeyi terk etmesini ve bağımsız bir Doğu Türkistan devletinin kurulmasını talep etmiştir... Resmi makamların “karşı devrimci silahlı isyan” olarak niteledikleri isyanda yüzlerce ölü söz konusu… Ve özgürlük ateşinin diğer Türk ve Müslüman ülkelere sıçraması tehlikesi bütün emperyal kâfirleri korkutuyor ve Allah’ın aslanları Müslümanlar vurdukça domuzlar diktatoryası (BM) toplantılar yapıyor, şer ittifakları kuruyor. Fakat yine de dünyada Allah ve Resûl aşkından dolayı sönmeyen bir ateş var: Filistin’de, Eritire’de, Mora’da, Çeçenistan vb. yerlerde olduğu gibi...
1995 Hoten Halk Ayaklanması… Resmî düzenlemeyi kabul etmeyen iki camii imamının tutuklanması üzerine halk isyana geçer, yüzlerce polis ve memur yaralanır, hükümet binaları işgal edilir. Yine Çin ve bölge ülkeleri korkudadır, Müslümanlar ise ayaktadır.
1997 Gulca Halk Ayaklanması… Kadir gecesi münasebetiyle düzenlenen geleneksel Meşrep Meclisi’ne katılan Müslüman gençler tutuklanmış ve ertesi gün halk ayaklanmış ve 1949’dan bu yana en ciddi ayaklanmalardan biri meydana gelmiştir. Telef olan polisler ve askerler yanında 100 Uygur şehit edilmiş, yüzlercesi yaralanmış ve gösterilerin akabinde 4000’e yakın Uygur gözaltına alınmıştır. 300’den fazla genç, -30 derece soğukta, üzerlerine soğuk su sıkılmış bir vaziyette bekletilerek şehit edilmiştir.
5 Temmuz 2009 Urumçi Olayları… Han Çinlilerin kendi ülkelerine yerleştirilmesi ve süregelen etnik ayrımcılıklar patlamaya ve isyana yol açtı. Kimi gözlemcilere göre, 5 Temmuz 2009’da Çin hükümeti 1989’daki Tiananmen meydanı protestolarından sonra yaşanan en ciddi ayaklanmayla karşı karşıya kalmıştır.
Doğu Türkistan ‘da “Asimilasyon ve Ayrımcıllık” başlığıyla güzel bir kitap yayımlayan İHH’nın söz konusu eserinden işin özü: “Çin hükümetinin etki edemediği ayrı bir Doğu Türkistanlı kimliği bulunmaktadır. Bu kimlik, tarihi, dili, dini, etnik kökenleri ve gelenekleriyle Orta Asya’nın diğer Türk ve Müslüman topluluklarıyla bir bütündür. Doğu Türkistan halkı kendisini “Çin ailesi”nin bir üyesi ve Çin ulusunun ayrılmaz bir parçası olarak görmemekte ve kendi topraklarında Çin hükümdarlığını kabul etmemektedir.”
Şu hususu da önemle vurgulayalım ki; dışarıdaki İslami mücadeleye güzellemeler yapmak işin kolayına kaçmak olabilir, mühim olan içeride bir şeyler yapmaktır. Anadolu’daki Müslüman ahali olarak Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkeziyle Batı ailesinin bir mensubu olmayı, Batı dogmasına göre eğitim almayı ve Batı hayat tarzını ve onların kapitalist serbest pazar düzenine isyan etmek zorundayız. Bu isyanımızın kuru bir karşı oluştan çıkarıp sistemli bir fikir ve aksiyona bağlı (BD-İBDA İslam’a muhatap anlayışı) yapmayı şiar edinmeliyiz. Eğitimden kültüre, sanattan siyasete, ekonomiden günlük yaşama kadar kendi dilimizi ve dinimizi tesis etmeliyiz, bize dayatılan ve pazarlananları değil. Ve hemen mevzu ile anlamlı, Doğu Türkistan Maarif Ve Dayanışma Derneği Başkanı Hidayet Oğuzhan’ın  “Türkiye’nin bir Doğu Türkistan politikası yok” sözünü mevzu eserden naklediyor ve Anadolu’da İslami bir rejim kurulmadan diğer kardeşlerimize güçlü elimizi uzatamayacağımızı tekrardan ifade ediyoruz. Bu süreçte, halkın ve sivil toplum kuruluşlarının yaptığı yardımları da önemsiyoruz.
Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi, devasa gökdelenleri, iş merkezleri, fabrikalar, duble yolları ile Çin’in artan refahını yansıtırken, ekonomik kalkınmanın kültürel yozlaşma ve Uygurların asimilasyonu olarak kullanıldığını hatırlatalım ve esasen Türkiye’nin de uluslararası sermayenin serbest pazarı haline gelmesinin benzer sonuçları doğuracağını vurgulayalım. Onların yönlendirdiği modernleşme bizim köleleşmemiz olur. Türkiye’de Han Çinlileri yok diye rehavete kapılmayalım. “Ha Çinlinin ha Batılının hayat tarzı ne fark eder?” diyerek biz de isyanımızı dillendirmezsek sonraki nesillere, karşı olma şuurunu da bırakmamış oluruz ki, bu, veballerin en büyüğü olur. Tıpkı göç eden Uygurlara geride kalan yakınlarının söylediği gibi: “Sizler hür dünyaya gidiyorsunuz, bizler de komünist Çin zulmü altında kalıyoruz. Bizim içinde bulunduğumuz bu vahşeti ve insanlık ayıbını insanlığa anlatmazsanız kıyamet günü demir tırnaklarımız yakanızda olacaktır.”


Baran Dergisi 328. sayı