Arab Baharı’ndan beri Batı, elindeki tüm imkânları seferber etmiş vaziyette İslâm âlemini kendi istediği gibi şekillendirmeye çalışıyor. Kuzey Afrika ve Mezopotamya’nın yeniden şekillendirilmesi işi bitmese bile, istedikleri gibi bir nizamı doğurmayı planladıkları kaosu meydana getirdiler. Şimdiyse, sıra Anadolu’ya geldi... İçimizdeki ve dışımızdaki bütün yabancı ve yabancılaşmış unsurlar, Anadolu’nun yeniden dirilme ihtimaline karşı seferber edilmiş vaziyette saldırıyor....
Beyaz Türk
Üstad Necib Fazıl’ın “devrimbaz kodamanlar” diye tanımladığı zümre ve yine Necib Fazıl’ın ifâdesiyle; “Mânevî Batı sömürgeciliğinin iç ajanı ve Türk ruh kökünün (DDT)yle kurutucusu...”
Türkiye’de, dönemin devlet desteğine de yaslanarak Batı’dan aldıkları distribütörlüklerle halkı “söğüşleyen”, asgarî ücretle istihdam yaparak Anadolu’nun emeğini en ucuzundan yabancı sermayeye peşkeş çeken, millîleşmenin her türlüsüne engel olan, milletin elinde kalan paraları da allem edip kallem edip toplayarak yurt dışına aktaran, ellerinde kalan bakiyeyi de, milletimizin ruh kökünü kurutmak ve milletimizin ruh köküne sarılmasına mani olmak üzere sarf eden bir sermaye sınıfı var. Bu sınıfın en temel özelliği, Müslüman Anadolu insanını hayvan yerine bile koymaması; onlar için milletimizin, evlerinde besledikleri cins köpekler kadar bile kıymeti yok.
Bir istiklâl kavgası verilecek ve Batılıların İslâm âlemi gibi Anadolu’yu da şekillendirmesine müsaade edilmeyecekse, bunun ilk şartı, bu sermaye sınıfının can damarının kesilmesinden geçer. Önce bunların ellerindeki sermaye ile aralarındaki bağın kopartılması şart... Peki ama nasıl? Senelerdir Türkiye’de kendi menfaatlerine göre kanunî düzenlemeleri yaptıran ve ardından da kendisine göre şekillendirdikleri kanun dairesi içinde faaliyet gösteren bu sınıfın banka hesaplarına, daha doğrusu bankalarına nasıl el koyulabilir? Aslında bunun da bir çok yolu var, şimdilik biz söylemeyelim, bakalım Devlet Denetleme Kurumu’nun bürokratları yaptıkları işin inceliklerini biliyorlar mı?
Bunların ellerindeki sermayeye erişimleri engellenip sıradan vatandaş hâline gelmeleri sağlanmadan, Anadolu’da değil İstiklâl savaşı, çapulcularla bile mücadele edilemez. Anlayın artık yahu, tereddütleri bir kenara bırakmadan kurtuluş olmadığını. Bu işin hâlledilmesinden sonra yurt dışından kopacak gürültüden de korkmayın, o gürültünün içeride maşalığını yapacak kimse kalmayacağından yırtsınlar bir taraflarını...
Entelektüeller ve mayın eşeklerinin Beyaz Türk önündeki durumu ise yine Üstad’ın ifâdesiyle oynatılan kuklalar:
- “Komünistler, kozmopolitler, yahudiler, dönmeler, masonlar ve daha nice nikap altındaki İslâm düşmanları, arka mevzilerden mâhut sınıfın iaşe ve cephane ikmalini yerine getirmekte, onu kukla gibi oynatmaktadır.”
Entelektüel???
Türkiye’de en yaygın canlı türlerinden biri de, çeşitli yazılı ve görüntülü yayın organlarında boy gösteren, son yıllarda sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle çoğalan “entelektüel hayvanlar”... Hadiseleri istedikleri açıdan “fotoğraflamak”ta son derece mahir olan bu tür, iş mesele çözmek, fikir çilesine talib olmak gibi hususlara gelinceyse kaypak. Bu türün atası olarak Aziz Nesin’i gösterebiliriz herhâlde...
Beyaz Türkler adına algı operasyonu yapan, Batılı meslektaşlarını taklit eden, sıkıştığı yerde işi bohemliğe saran, her türlü cürmü “ifade hürriyeti” kisvesi altında işleyen bu güruhun ellerindeki kalemler bir bir kırılmalı. Medyanın diğer cebhelerinde yer alanların zannettiği gibi lâf yetiştirerek bunlarla baş edilemez. Çünkü lâf yetiştirmeye başladığın ândan itibaren hem onun seviyesine inmiş olursun, hem de muhatab almak suretiyle onun varlık sebebi hâline gelirsin.
İşin hukuk dairesi içinde kalan kısmında; bunlara ambargo koyup, ademe mahkum edip, tek kelime bile cevab vermeden kendi meseleni konuşup, onları senin dedikodunu yapan adam seviyesine indirip, kendi kendilerini yok etmelerini sağlamak gerekir.
İşin hukuk dairesinden çıkan kısmında ise; artık bir zahmet savcılar aldıkları maaşın hakkını versinler. Memleketi ayakta tutan bütün unsurlar, kendisini köşe yazarı yahut gazeteci diye pazarlayan satılmış ajan-provokatörler tarafından hiçbir ahlâk ve hukuk kaidesi gözetilmeksizin hedef alınırken, savcılar uyuyor mu? Bıçak kemiğe doğru yol alırken uyansınlar artık bir zahmet...
Mayın Eşekleri
Bir de mayın eşekleri veya Batı tarafından vasıta olarak kullanılmakta şahsiyet bulan kişi ve örgütler var. Bunlardan biri Cemaat, diğeri ise PKK... PKK, artık umumî bilgi hâline geldiği üzere, sopanın ucundaki havuç nevinden gösterilen Kürdistan’a yetişebilmek için kendi milleti de dahil olmak üzere herkese ve her şeye ihanet edebilecek bir örgüttür. Cemaat ise, lâf aramızda artık biz bıktık, baştan almayalım...
Şu sıralarda rol PKK’ya verildiğinden, Cemaat yine eskiden olduğu gibi ortalıkta pek fazla gözükmeden sinsi sinsi faaliyetlerini sürdürüyor. PKK ise Batı tarafından Türkiye’ye karşı âdeta bir sopa olarak kullanılıyor.
İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun meâlen şöyle bir tesbiti var, bunların bizi öldürecek gücü yok, ama rahat bırakmaya da niyetleri yok, minvalinde... Dün Türkiye’yi oturttukları her masada istedikleri ne varsa misliyle alanlar, aynısı olmayınca çıldırıyorlar. PKK’nın, “yok seçim için devlet bize saldırıyor” falan demesi de yalan. Batı’nın sopası olarak yeniden Türkiye’nin sırtına inmeye kalktı, o sopayı bu sefer muhtemelen kırıp atacaklar. Zaten aksi olsa, Anadolu’yu bölmekte muvaffak olabileceklerine dair ufukta en küçük bir ihtimal bile belirse, Müslüman Kürt kardeşlerimizle birleşip, dayanmaya çalıştıkları “Cenevre Sözleşmesi”ni onlara yedirmesini de biliriz... Nihayetinde tek bir ideal merkezinde sancaklar hâlinde çoğalmak başka şey, küfre hizmet edip Anadolu’ya göz dikmek başka.
***
Hâsılı kelâm, Cumhurbaşkanı’nın tartışılan yetkilerinin tümünü sonuna kadar kullanmak suretiyle oyuna, öyle kaçak göçek değil ha, tam manasıyla girmesinin vakti gelmiştir artık. En başta “iç işgâlci” 3000 aile ve onun köpekliğini edenlerden başlayarak, Batı’nın Anadolu içlerine uzanan tüm kolları ve dalları kangren olmuş uzuv muamelesine tabi tutulup, kesilerek atılmalıdır. Zaten bunlar kesilip atıldıktan sonra içeride “diktatör” diye çığıran bir koro da kalmayacaktır ve dışarıda kopacak gürültü bugüne kadarkilerin en büyüğü olsa da, içeriye aksettirecek kimse olmadığından karşılık bulamayacaktır.
Aman dikkat, sakın ola ki şu hataya da düşülmesin; “bu hususları ben aksiyon planına dökmeyeyim fakat aba altından sopa nevinden ucundan kenarından gösterip, şunları terbiye edeyim.” O günler geçti efendi, alışmış kudurmuştan beterdir. Bu kuduz köpek sürüsü usulünce itlaf edilmeden olmaz! Olmadığını siz de görmüşsünüzdür herhâlde. Üstad Necib Fazıl, “bunların elindeki her şeyi gerekirse bedelini de ödemek suretiyle alıp hepsini ait oldukları öz yurtlarına postalamadan bu iş olmaz” derken, ne kadar da haklıymış değil mi?
Siz bunu yapın, biz millet olarak sonuna kadar arkanızdayız. Ama yok, geç kalırsanız, milletten evvel bu akbabalar sizi didik didik etmek için en ufak bir fırsatı dahi kollayacak ve o fırsatı yakaladığında bunu yapmaktan çekinmeyecektir!
Baran Dergisi 450. Sayı