"Cezaevi" kavramı suçlunun ceza gördüğü yer olarak tabir edilir. Katillerin, tecavüzcülerin, kaçakçıların vs. olduğu yer. Bir de bunların arasına "düşünce" suçluları giriyor. Fikir ürettiği için, diğerlerinden farklı düşündüğü için, muhalif kitap yazdığı için, İBDA görüşüne mensup olduğu için, solcu olduğu için, komünist olduğu için Üstad'ın "Baba katiliyle baban bir safta!" sözü mucibince diğer suçlularla aynı kategoriye sokuluyor. Bu durum yıllardır böyle. Katiller giriyor, çıkıyor ama düşünce suçluları(!) nedense hâlâ içeride. 28 Şubat ve öncesinden kalma mahkumlar 28 Şubat'ın cellatları ve İslâm düşmanları tarafından "Müslüman oldukları" gerekçesiyle içeriye alındı. Birine "Sen örgüt kuracakmışsın", birine "Sen şurayı bombalayacakmışsın", birine "Sen Kemalist düzeni yıkacakmışsın", bir diğerine ise "Sen bu kitapları neden okuyorsun, sen de mi onlardansın?” diyerek keyfî şekilde yargılamadan, mahkemeye çıkarılmadan zindana alınıyorlar, alındılar. Fetullah Gülen'in "paşalarım" diyerek önünde titrediği, bu paşaların da üstünde elbet "uşağı" oldukları paşaları vardı. Ve hepsi birbirlerinin kıçlarını tutarak birbirlerini yaladılar. “Bin yıl sürecek” dedikleri 28 Şubat bin yıl sürmemiş olsa da, tamamen temizlenmiş değil.

25 Ocak 2000 tarihinde Metris Cezaevi'ne askerler tarafından bir baskın düzenlenmişti. Yetmişe yakın İBDA mensubu yaralandı, bir İbdacı da şehid edildi bu baskında. İsmine de “Noel baba” operasyonu vermişlerdi. Mahkumların kendilerini korumaya almasını "isyan" olarak addeden mahkeme, hepsine yeniden hapis cezası vermeyi görev bildi. 33 Müslüman'a 7 ilâ 10 yıl arasında değişen cezalar verildi.
14 yaşında içeri alınıp katiller koğuşuna gönderilen Yakup Köse, bir günlük evli olan 21 yaşındaki Tayyar Tercan, 17 yaşında içeri alınan Halil Kantarcı, 11 sene yeniden hapis cezası verilen ve işkence gören Baran Dergisi yayın kurulu üyesi Kazım Albayrak... Bu isimlerle birlikte  Mehmet Fırat, Abdurrahman Kabalcı, İsmail Uysal, Özcan Gümüşoluk, Ayhan Sönmez, Salih Tatlı, Salih Bilen, Bünyamin Demir, Yılmaz Dalyan, Okan Gültekin, Haruni Reşit Akkoyunlu, Osman Nuri Çolaklı, Muhammet Emre Aslan, Ercan Bucak, Cihat Özbolat, Mustafa Ayyıldız, Aydın Alkan, Sait Dursun Deliktaş, Murat Küçük, Bünyamin Eser, Müttalip Sanır, Kadir Karamustafa, Umut Demir, Fevzi İşalmaz, Mustafa Tanrıkulu, Ali Acar, İbrahim Taştan ve Bayram Taştan...

Şu ân bu kardeşlerimizden Ayhan Sönmez, Bünyamin Demir, Kadir Karamustafa, Salih Bilen, Özcan Gümüşoluk, Mustafa Tanrıkulu, Yusuf Taştan tutuklanarak içeri alındı. Çocukları, ailesi başıboş ortada bırakılarak...
Bir de hiç dışarı çıkamayan kardeşlerimiz var. Gençliklerini dört duvar arasında haksız yere geçiren, kimi 15, kimi 18, kimi 20 senedir içeride olan kardeşlerimizden birkaçı: İsmail Uysal, Cihat Özbolat, Ethem Köylü, Zeynel Abidin Danalıoğlu, Abdüsselam Tutal, Burak Çileli, Burhanettin Yalçın...
Bulundukları yerler ise; Bolu Cezaevi, Metris Cezaevi,  Kandıra Cezaevi, Kırıkkale Cezaevi...

Bu meseleler eski mesele gibi görünse de tesirlerinin hâlâ sürdüğünü, mazide kalmış olsa bile arada bir yazılarak yapılanı unutmamak adına Müslümanca öfkemizin, yavşakça bir omurgasızlığa dönüşmediğini, hele sulu salak Müslümanlardan olmadığımızı göstermek adına hatırlatmada bulunmak istedim. Bu minval üzere saydığım bu isimler dışında sol camiadan içeride olan kişilerin de unutturulmaya çalışıldığını, onların da çoğunun haksız yere içeri alındığını belirtmiş olayım.

Böyle bir zulmün karşısında, kime karşı öfkemiz olmalı? Zalime karşı. Peki bu zalim kaç kişi? Birkaç kişi. Peki zulüm gören ve zulmü izleyen Müslümanlar kaç kişi? Binlerce, milyonlarca... Şimdi 28 Şubat cuntacılarına ve onun köpeklerine her ne kadar kızıyor ve içerliyor olsam da bizim sorunumuzun kendi aramızda daha büyük olduğunu görmemek için kör olmak lazım. Bu cezaevinde yatan Müslümanlar için hangi STK, kuruluş, dernek, müessese bir şeyler yaptı. "Kardeşlik için", "Müslümanlar birleşin", "Ümmet Birliği" gibi aptalca sloganlarınız ne zaman bitecek? Ne zaman taraf tutmuş olan sloganlarınız icraata geçmiş olacak. Kendi yapınızın, kurumunuzun "kardeşlik" anlayışı sizden olanlar ise "kardeşlik"ten bahsetmeyin, bırakın bu palavraları! Müslüman, kardeşinin derdiyle dertlenmeli. Neden dertlendiğimiz Müslümanları kendi kategorimizde değerlendiriyoruz? Cezaevine bulaşmışsa vardır bir bit yeniği anlayışından, bu adice önyargıdan ne zaman kurtulacaksınız? Çocuklarına yıllardır sarılamamış, onu koklayamamış bir baba, ailesine bakamamanın, harçlık verememenin acısını yıllarca yüreğinde hisseden bir baba, biz Müslümanlara bir şeyler anlatıyor olmalı. Bu asil adamlar kimseden de bir şey istemedi, istemiyor da! Kimseye eğilmemişler ve kimsenin de kulu olmamışlar. Olmayacaklar da! Ben sadece Müslümanların görevi olan bir meseleden bahsediyorum. Cezaevinde olan kardeşlerimize bir kitap, bir kalem, bir defter, bir mektup göndermemiz bize bir şey kaybettirmez, bilakis bir duyarlılık kazandırır. Yukarıda cezaevlerinin isimlerini verdim; bahsettiğim isimlerden birine veya hepsine birden bir mektup yazılıp bu cezaevlerine gönderilebilir. Sizlerden gelecek bir mektup onlar için bir teselli, bir mutluluk olabilir. Bu bir şey midir? Hayır. Ama, ilk önce “hiçbir şey” yapmayan insanların hiç olmazsa bununla birlikte bir işin ucundan tutmanın vesilesi olarak görülmeli.

Cezaevlerindeki kardeşlerin kısıtlı imkânlarla ayakkabı boyası ile yüz resmi çizen, ellerinde bulunan birkaç boya kalemi ile bir sanat eseri oluşturan, hat çizen, resim yapanlar, imkânlar dahilinde devamlı okuyan, kendi aralarında ders halkaları kuran, dergilere yazılar yollayan ve birleştirdikleri sayfalara kalemle yazıp ortasını iple dikerek koğuşlar arası bir dergiyi dolaştıra dolaştıra okuyan bu adamlar, yollayacağımız şeyleri haketmiyorlar mı?
Belediyeler, kurumlar cezaevlerindeki mahkumlar için eğitim yerleri açmalı. Bu, cezaevi içinde de olabilir. İSMEK kursları gibi her türlü eğitim faaliyetlerine mahkumların da hakkı var. Çoğu da kabiliyetli insanlar. Her birinden yepyeni cevherler çıkacak; sadece biraz imkân sağlanmalı. Buna elbirliğiyle destek olmalı ve bunun için de çalışmalıyız.

ABD yapımı hapishane filmlerinde başıboş mahkum hayatı sürenlerin yine başıboş öldüğünü görüyorum. Sistemin insana sunabildiği bir ruh, bir inanç yok. Hıristiyanlık deseniz zaten farklı farklı şekillere bürünmüş. Çoğu inançsız insanlar. Ahiret inancı da yok. Tesellisini bulabileceği bir yer olmayınca da suç işlemekten çekinmiyor. Suç oranı da bu yüzden yüksek ABD'de. Adam öldürüyor içeri giriyor. İçeride de öldürüyor. Bir amaç uğruna da yetiştirilmiyor. Yine de birçok hapishanelerde eğitim veriliyor. Kitap okumalardan tiyatroya, resimden birçok sanatsal faaliyete kadar mahkumlarla ilgileniliyor. Bir kitap bitirenin aldığı cezadan bir gün düşülmesi gibi...

Türkiye'de suç oranları çok fazla olmasa da adliyenin büyüklüğüne bakarak suçların çoğalmasını da görebiliyor olmalıyız. Mahkumlara eğitim alanında haklar verilmeli ve düşünce suçlularına(!) yaptıkları işlere göre özgürlük hakkı tanınmalı. Daha iyi bir ülke için bu gibi faaliyetler Türkiye'nin yararına. Cezaevine adam doldurmak kolay. İş odur ki, oraya adam sokturmamaya çalışmak.

"Cezaevlerine kitap gönderiyoruz" gibi kampanyalar, hem kitap göndermeyi kolaylaştırır hem de oradaki kardeşlerimizin cezaevlerinde kütüphaneler oluşturmasına vesile olur. Sadece kitap değil ailelerini öğrenip ziyaret etmek, dışarıdaki Müslümanın görevidir. Bütün bunlar mı sadece yapılması gerekenler? Hayır! Ama, oradaki kardeşlerimizi, gönüldaşlarımızı unutmak, onların dertleriyle (İslâm davasıyla) dertlenmemektir suçumuz. Hiç olmazsa suçumuzu bilerek, bu türlü faaliyetlere yönelelim; bu faaliyetlere yönelince “asıl” ne yapmamız gerektiğini de fark ederiz. İlk iş, önce insânî tepkiler verebilmeyi öğrenebilmekte, “Müslümanlık” sonraki iş maalesef…
Allah içerideki kardeşlerimize hayırlısıyla özgürlük nasip eylesin. Bizlere de zalimlere eğilmeyen dik bir baş!


Baran Dergisi 406. Sayı