Oğuz Atay 1934 yılında Kastamonu’da doğdu. Babası bir dönem Sinop, bir dönem de Kastamonu milletvekilliği yapan Cemil Atay’dır. İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdi, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. 1975’te doçent oldu. Topoğrafya isminde meslekî bir kitap yazdı.
Tutunamayanlar isimli meşhur romanını 1971’de yayınladı ve TRT Roman Ödülü’ne layık görüldü. Fakat roman hakkında “çıt” çıkmıyordu. Hiçbir eleştiri, değerlendirme yapılmıyor, ödüle rağmen eleştirmenler sessizliğini koruyordu. Bu sessizlik karşısında, bir röportajında şöyle diyordu:
- “Eleştirmenlerimizin, daha doğrusu uzun süredir yazmayanların dışında olanların kafasında belirlenmiş, sınırları çizilmiş bir roman tanımı var sanıyorum. Bu yüzden bir kitabı bu ölçülere uyup uymamasına göre değerlendiriyorlar. Belki de benim yazdığım, bir bakıma karmaşık ve alışılmadık sayfalar için henüz yeni bir kalıp bulamadılar.”
Oysa yayınladığı meslekî kitabı Topoğrafya gibi bir kitaptı Tutunamayanlar; modern şehir hayatı içinde, dinle, gelenekle, toplumla bağını koparmış yapayalnız modern insanın topoğrafyası. Şöyle diyordu romanı hakkında:
- “Tutunamayanlar ile çok basit bir iş yapmak istedim; insanı anlatmayı düşündüm. Kapalı dünyalar içinde yaşayan yazarların bile bu cümleye hemen isyan edeceğini, “Peki herkes ne yapıyor?” diye öfkeleneceğini bildiğim halde bu basit gerçeği söylemekten kendimi alamıyorum. Ben, kahramanlarımın iplerini istediği gibi oynatarak insanlardan kuklalar yaratan büyük romancıların yeteneklerinden yoksunum. Roman kahramanlarına uygulayacak büyük nazariyelerim, onları peşinden koşturacağım büyük ülkülerim yok. Ya da insanlara, özellikle tutunamayanlara saygım büyük olduğu için, acıyorum onlara; böyle büyük büyük meselelerin makale, inceleme, deneme gibi yazı türlerinin konusu olduğunu sanıyorum.”
Türk edebiyatında postmodern romanın ilk örneğiydi Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ı… İsmiyle bile dikkatleri çekecek cinstendi. Tutunanlar? Yani tutup bırakmayanlar, dayananlar, direnenler… Bir ideal uğruna koşanlar, hayatlarını “bir şeye” adayanlar, bir şekilde hayatın anlamını bulmak uğruna direnenler. Tutunamayanlar, işte bunları yapamayanlar. Oğuz Atay'ın deyimiyle, "disconnectus erectus": “Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. Yalnız pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer.) Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri, yalnız bırakıldığı zaman acıklı sesler çıkarırlar. Dişilerini de aynı sesle çağırırlar."
Romanında ironi, mizah, hayal-gerçek içiçe geçmiştir. Roman’ın en meşhur kahramanı Olric’tir. Roman kahramanı Turgut’un hayali arkadaşı, sahibini onaylayan “iç ses” bir nevi:
“- Herkes geçer diyor, geçer mi Olric? Herkes ne bilir acımı, herkes ne bilsin acımızı!… Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan sıkıldım. Ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz Olric…
- Evet efendimiz.
- Bana katıldığını bilmek güzel. Arada ses vermen güzel; içimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan.”
Bugün defalarca basılan ve yazarını bugüne taşıyan Tutunamayanlar, yayınlandığı dönemde pek de dikkat çekmemişti. Oysa Atay romana “yeni” bir soluk getirmeyi denemişti ve pek tabiî olarak yeni olan, eskiyi tenkid etmiş demekti. Belki de bu yüzden yok sayılmıştı. Oğuz Atay’ın günlüklerinde Türk Romanı hakkında söyledikleri, bugün de gerçekliğini kaybetmemiş olarak geçerlidir:
- “Türk romanının sorunu kişiliktir. İnsanımızın kişilik kazanma savaşının önemini henüz kavramamış olmasıdır. Kendisiyle hesaplaşma diye bir kavramın varlığından habersiz oluşundandır. Bunun için romanımız düzmecedir. Diyalektik bir gerçekten büyük kavramların gerisine sığınan cüceler ordusu oluşundandır. Köylünün sefil yaşayışı olgusu büyük roman yazmayı gerektirmez. Buna benzer sözler söyleyenlerin de aslında sözlerinin anlamını kavramamaları da daha acıklı bir durumdur. Halka büyük doğrular adına yalan söylemekten kurtulamamaktır sorunlardan biri. Kültürsüzlüktür. Ve en önemlisi ne kendini ne gerçeği sezememektir. Sezgisizliktir. Duyarsızlıktır. Kültür kopukluğudur. Kendilerinden yirmi yıl önce yaşamış bir romancıdan yirmi yıl ilerde olduğunu düşünme yanılgısıdır. Kötü romanları, büyük sözlerle yutturacağını sanma yanılgısıdır. Bir iki toplumsal gerçeği bir yerden duyan insanın başka şeyleri duyamamasından ileri gelen bir cahillik coşkunluğudur. Bir edebiyat çetesine yaslanmanın verdiği rahatlıkla yıllar boyunca bir arpa boyu ilerleyememenin zavallılığıdır. Derinlikten, derinliğine ilerlemekten korkmanın böcekçe korkusudur. Havuz edebiyatıdır. Yüzeyde çırpınmanın verdiği korkunun edebiyat heyecanı sanılmasıdır, böcek yanılgısıdır. Öyle bir çıkmazdır ki düzenden yana olanın da, düzene karşı olanın da aynı sularda çırpınmasıdır. Haksız olana karşı çıkanın da haksız olduğu bir ortamdır. Bunları yazmanın da bir yararı yoktur aslında. Kişilik kazanmamış bir yarı aydınlar ortamında kimsenin yarım yamalak düşünce ve duygu 'müktesebatı'nı irdelemeye, kendi edinimleriyle hesaplaşmaya niyeti yoktur çünkü. Herkes kendinden o kadar memnundur ki, bütün endişesi esnaflığını nasıl sürdürebileceğidir. Dükkanda mallar eksik olmasın, reklam da iyi yapılsın yeter. Bu mal, köylünün sefaleti, işçinin direnmesi ya da küçük burjuva aydının bunalımı olabilir fark etmez. Esnaf ve tezgahtar için bütün mallar satılabildiği ölçüde makbuldur.”
Atay’ın Tutunamayanlar eserini 1973′te yayınladığı Tehlikeli Oyunlar adlı ikinci romanı izlemiştir. Hikâyelerini “Korkuyu Beklerken” başlığı altında toplayan Atay, 1911-1967 yılları arasında yaşamış Prof. Mustafa İnan’ın hayatını konu eden “Bir Bilim Adamının Romanı”nı 1975 yılında yayımlamıştır. 1973 yılında yayımlanan “Oyunlarla Yaşayanlar” adlı oyunu Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenmiştir. Atay, beyninde çıkan bir tümör nedeniyle projesi “Türkiye’nin Ruhu“nu yazamadan 1977′de, 43 yaşında iken İstanbul’da hayatını kaybetmiştir.
Ölümünün ardından 1987′de “Günlük”, 1998′de ise “Eylembilim” adlı kitapları yayımlanmıştır. Sağlığında hiçbir kitabı ikinci baskı bile yapamayan Atay’ın kitapları ölümünden sonra büyük ilgi gördü ve defalarca basıldı.
Bazen bir tek eser, yazarın bütün yazdıklarının veya yazamadıklarının önüne geçer ve “kült” olur; Tutunamayanlar gibi. Üstelik Türk edebiyat piyasasını “esnaf”lıkla suçlayan yazarının şu sözleri hâlâ geçerliliğini korur:
- “Halit Ziya'nın, Tanpınar'ın (hatta Peyami Safa'nın) roman diye bir gerçeği birçok gürültücüden daha çok hissettiğini, Kemal Tahir'in çok başka yoldan aynı gerçeği yaşattığını, daha doğrusu nasıl yaşattığı üzerinde düşünecek 'meçhul asker'lerin varlığına inanarak yazabilir insan ancak. Bu da Kemal Tahir'in dediği gibi kültür işidir; yani sadece bazı şeyleri bilmek değil, yeni deyimiyle özümsemek işidir. Yani çok fırın ekmek işidir. Küçük kafa ve beden yaşantılarıyla büyük fırtınalar koparılamayacağını sezmektir. Romanın bir ömür tüketmek işi olduğunu kavramaktır. Şu ya da bu formüle yaslanmak işi değildir. Köyden şehire, şehirden köye taşınmak işi değildir. Bu işi dert edinmektir; ama hangi malı piyasaya sürersem daha iyi iş yaparım diye dertlenmek değildir. Joseph Conrad'ın dediği gibi "her satırında haklı çıkmak" gibi zor bir amaca yönelmektir. Ezilen insanlardan yana görünüp onlara kuklalar gibi bakmak değildir. Bir dava için haklı haksız acı çekenlere tanrısal bir hoşgörüyle bakıp onlara küçümseyerek acımak hiç değildir. Hele bu lafları durmadan ederek, bir yandan da insanın gözüne baka baka yalan söylemek değildir.”
KAYNAKLAR
1- Oğuz Atay, Tutunamayanlar, İletişim Yayınları, İstanbul 2004
2- Pakize Kutlu, “Oğuz Atay’la Tutunamayanlar Üzerine”, Yeni Ortam, 30 Eylül 1972 http://www.edebiyathaber.net/oguz-atayla-tutunamayanlar-uzerine/#sthash.4BP6QtwX.dpuf
3- Serpil Gülgun, Edebiyatımızı Tartışıyoruz, Milliyet, 04 Mart 2004
Baran Dergisi 408. Sayısı