Şimdilerde bazı Kürt kimlikli ihanet şebekelerince Kürtlere inanılmaz tuzaklar kurulmakta ve büyük oyunlar oynanmaktadır. Bu tuzakların ve oyunların amacı ise; Kürtleri itibarsızlaştırmak, küçük düşürmek, aşağılatmak ve geçmişini inkar ettirerek kimliksizleştirmektir. Bunu yaparken de “Kürt Tarihini-Kültürünü araştırma” adına yapmakta ve onun önderlerini, alimlerini, kahramanlarını tarih önünde mahçup ederek, Kürd’ün tarihinin aslında katillerle-cahillerle dolu olduğunu vurgulayarak mevcut Kürdleri Batının istediği kalıba sokmaya çalışmaktadırlar.
Son günlerde Hacı Musabey üzerinden İslamcı-Hilafetçi Kürtlerin mahkûm edilmeye ve topyekun Kürtleri aşağılamaya varan bir karalama operasyonu söz konusu. Sormak lazım bu panik niye? Ne oldu birden bire durduk yerde Hacı Musabey’e yüksek dozda bir dezenformasyon saldırısı başlatıldı. Bizce meçhul değil, rejim ve hamileri panik halinde… Rejim ve Batı, 80 yıldır paramparça edip sürgünlere muhatap kıldığı, 1925’ten bu yana binlercesini katlettiği Hacı Musabey ve oğullarından hala korkuyor. Daha birkaç yıl önce onlarcasını asit kuyusuna atarak öldüren bu rejim değil miydi? Bu nasıl kindi ki babadan oğula geçer gibi 80 yıldır hiç durmuyordu.
Düne kadar Hacı Musabey’e Batılılar, Ermeniler ve Yahudiler saldırırken şimdilerde devşirme kılıklı, neyi nasıl, kimin için söylediği belli olmayan, bulunduğu yere ihanet içinde garip davranışlar gösteren Recep Maraşlı adlı zevat almış. Senin ne işine Kürd’ün manevi önderlerine dil uzatmak, gidip Kürd’ü yüzyıldır sömüren emperyalizme, Siyonizme ve onun yerli işbirlikçisi Kemalizme karşı çıksana. Hem Batı’nın kucağında Kürd’ü satan bunca hain varken senin haddin mi ki, Şeyh Said’e, Hacı Musabey’e ve onların, sayısı yüzbinleri bulan torunlarına dil uzatmak. Ama yok, Ermeni Diasporası ile girdiği “iyi ilişkiler” nedeni ile bir anda günah çıkarır gibi, yazdığı “Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi Ve 1915 Soykırımı” adlı eserde Kürtleri Ermeniler karşısında, katil ve tecavüzcü gösterecek. Tarihi ve sosyolojik hakikatlere vakıf olmadan, tamamen siyasi ve sinsi bir politika ile bu çirkinliği Siyonist-batı örgütü olduğu resmileşmiş İttihat ve Terakkinin özbe öz düşmanlarına, Kemalist Cumhuriyet’in bir numaralı mağdurlarının üstüne atacak. Şeyh Said malum, İslam alimi bir Kürt ve Batıcılığın Rejimi Kemalizme isyanı ile meşhur. PKK bile Şeyh Said’i "Kürt savaşçısı" olarak kabul ederken, bunu dikkate almayıp Ermeniler’in "EXTERMINATORS" listesinde adını görünce Şeyh Said’e ve Hacı Musabey’e düşman kesilmek neyin nesi. Yapılan şuna benziyor; Kemalist doktrin vasıtası ile nasılki Anadolu halkları dilinden, dininden, tarihinden, örf ve adetinden soyundurulmuş ve tahrif edilmiş ise şimdilerde benzer bir hareketlilikle Kürtler yüzlerce yıldır edindikleri Kürt Milli Şuuru, tarihi ve kültüründen soyundurulmak istenmekte ve Batılılaşma altında ciddi bir kültür erozyonuna tabi tutularak asimile edilmektedir.
Kürtlerin üzerinden yıllardır beslenen asalakların "diaspora"da yaptıkları ve nidüğü belirsiz kimselerle düzendikleri konferans-panellerle "kürtlerin tarihleriyle hesaplaşması" babında Kürt Alimlerini, Kürt Kahramanlarını ve bir çok Kürt Aşiret ve Mir’ini Barbarlıkla itham etmesi akıl alacak gibi değil. Bu adamlara sormak lazım ki Senin Kürtlerle derdin ne, kimliğin ne, dönüşmüşlüğünün-devşirilmişliğinin bedeli Kürtlere sövmek midir? Ermeni tarihçi Dabağyan bile bu devşirmeden daha dürüst ve onurludur. Nihayetin de O ile bu mevzuda ve II.Abdulhamid meselesinde hakkı teslim etmekten geri durmamıştır.
Oysa Ermeni Meselesinde bugün tüm bedahetiyle ortaya çıkmıştır ki, Yahudi’nin ve onun etkisi altında ki İttihat Terakki Partisinin, Selanik dönmeleri Cumhuriyetçileri’nin suçu büyüktür. Bu hususta şu örnek yeterlidir. Başta ASALA olmak üzere Ermeni örgütlerinin Avrupa’da düzenlediği suikastlerde tek bir tane Osmanlı Hanedan’ından kimse yoktur. Ki onlar mazlum, mağdur ve güvensiz bir ortamda yaşamasına rağmen. Oysa Selanik kökenli, İttihat ve Terakki devamcısı kim varsa hedef olmuştur. Yine Roji Kürd Dergisi de “Ermenilerin zorla göç ettirilmeleri ve topluca öldürülmeleri İttihat Terakki’nin yüz karasıdır. Türk halkının hesabını veremediği büyük bir yüktür. Sebebi ne olursa olsun, baş sorumlular, bu parti ve içindeki azınlıktır.” Diyerek asıl suçlunun adresini göstermektedir.
Üç ana başlık söz konusu, ancak üçüne de ayrı ayrı cevap vermeye kalkışmak hem yazımızın muhtevasına hemde hakikaten sorunun ciddiyetine uygun değil. Sorunun ciddiyetine uygun değil, çünkü soru ciddi değil. Bu tür iftira ve karalamalar öteden beri Batı ve Batıcılıkla hayat bulmuş, emperyalizmin kucağında yaşamaya alışmış, politik tüm manevralarını bu minval üzere kapmış kişi ve grupların ortak özelliğidir. Jöntürklerden bu yana değişen bir şey yoktur. Bu başlıklar şunlar; Misyonerler meselesi, Ermeni Tehciri meselesi, Kemalist Cumhuriyet meselesi.
Detayını Baran dergisi eski sayılarında işlediğim Hacı Musabey ve Ermeni Meselesi ile ilgili kısa bir anekdotu hatırlatmak istiyorum “Yıl 1889; Ermeni Bagos Natanyan isimli bir rahibin Ermenilerin fikirlerini fesada yönlendirmekte olduğu Musa Bey tarafından tesbit edilir. Musa Bey görevi icabı bu müfsidi üzerinde bulunan deliller ile birlikte Muş mutasarrıflığına teslim eder. Adı geçen rahib geçmiş dönem suçları ve hâli hazırdaki suçu sebebiyle ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. İşte bu hadise, fitne ve fesat sahibi Ermenileri, Musa Bey aleyhine döndürtmüş, bu şahısların yaptığı propagandayla Osmanlı resmî makamları, Ermeni Patrikhanesi, İngiliz Büyükelçiliği ve hatta Avrupa’daki gazetelere gönderdikleri inanılması güç iftira ve şayialar ile Avrupa’nın dikkatini Musa Bey’e çevirtmişti. Bunun üzerine Musa Bey, muhakeme edilmek üzere İstanbul'a getirilerek yabancı siyasi temsilcilerin ve gazetecilerin de hazır bulunduğu büyük bir dinleyici kütlesi önünde muhakeme edilir. Mahkeme sırasında altmış kadar şikayetçi ve tanık dinlenir. Sonuç, Osmanlı mahkemelerinde yargılanış, aleyhine açılan dâvâ, delil ve şahitlerin basın ve büyükelçiler nezdinde çürütülmesi ve beraat.”
Özetle Müslüman Kürtleri Hristiyanlaştırma gayretlerinin önünde ki en büyük engel Hacı Musa Bey’di. Yine bölgede artan Batı ve Rus merkezli “Ermeni Halkını Osmanlı’ya ve onun tebalarına kışkırtma hareketi” inanılmaz katliamlara, yağmalara, can yakıcı acılara sebebiyet veriyordu. 93 harbi diye malum harp hali hazırda bütün çıplaklığı ile ortadayken, herhalde Hacı Musabey, kendilerini fikren ve ruhen yoketmeye gelen bu çeteleri ellerinde güllerle karşılayacak değildi. Daha geniş bilgi için Doç.Dr. Musa Şaşmaz’ın, Kitabevi Yayınları tarafından basılan “Kürt Hacı Musa Bey Olayı” isimli kitaptan faydalanılabilir.
Gelelim Siyonist-Batıcı Kemalizm meselesine. Siyonist-Batıcı rejimleri ve savunucuları herzaman milletlerin öz kültürüne sahip çıkmasından belli bir inanç çerçevesinde bağımsızlığını savunmasından rahatsız olmuşlardır. Dolayısıyla Siyonist-Batıcı düzenlerine muhalif kim varsa, her vesile ile onları yoketmeye çalışmakta ve uyanıp ayağa kalkmalarına imkan vermemektedirler. Bu aslında normal bir durumdur. Düşman elbette üstüne düşeni yapacak ve güya “içte” olan devşirmeler aracılığı ilede Siyonist-Batıcı rejimlerine karşı oluşacak mukavameti kıracaktır. Bunun içinde sürekli Ümmet’in Türk, Arap, Kürt farketmez tüm önderlerini, aşağılayacak, itibarsızlaştıracak, suçluluk psikolojisi ile mahçup ve onursuz bırakacaktır. Fakat Siyonist-Batıcı rejim ve onların kuklaları ne yaparsa yapsın tarihi hakikatler değişmeyecek, kahramanların onurlu geçmişleri lekelenmeyecektir. İşte o tarihten bir sahne, Kurtuluş savaşının en önemli aktörü Hacı Musa Bey yine baş köşede…
Tarih 24 Ağustos 1919. Erzurum’da Heyet-i Temsiliye toplantısı yapılır. Heyet, Mustafa Kemal Paşa başkanlığında 9 kişiden oluşur. Eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, eski Trabzon milletvekili İzzet Bey, eski Erzurum milletvekili Raif Efendi, eski Trabzon milletvekili Servet Bey, Erzincan’da Nakşi Şeyhi Fevzi Efendi, eski Beyrut valisi Bekir Sami Bey, eski Bitlis milletvekili Sadullah Efendi ve Mutki aşireti lideri Hacı Musa Beydir.
Tarih 4 Eylül 1919. Birinci dünya savaşı sonrasında memleket işgal altında. Örgütlü mücadele ve ordulaşma şart. Öncelikli hassasiyet İslam ve üyelerin buna tam ittibası ve altında M.Kemal’in de imzası olan Sivas kongresinde edilen yemin. “Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, İslâmiyete, devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen kongrenin müzakeresi devamı müddetince ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azim ve iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağıma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah” Bu kadar açık ve net, “kurtuluş savaşıyla kurtardıklarımız” derken işaretlenen husus. Tarih 11 Eylül 1919. Bu defa siyah beyaz bir fotoğraf karesi. Yer Sivas kongresi. “ Sırları dökülmüş, mahremiyeti ifşa olmuş bir ayna gibi zaman tunelinde yıprandıkça yıpranmış bu eski fotoğraf karesinde badem, pala, pos bıyıklı; ceket giyip kravat, hatta papyon takan kongre üyeleri var. Bir ikide sarıklı, cüppeli, beyaz sakallı aza girmiş kareye. Sakallılardan biri siyah sarıklı. Osmanlı subayı M. Kemal’in hemen solunda oturuyor. Bu kişi, adı 19.yüzyılın sonunda “Ermeni olayları” ile birlikte anılan Kürt Musa Bey.” Sivas kongresine katılan Musa Bey, Salih Mirzabeyoğlu”nun dedesi.” Mutkî Aşireti Reisi Hacı Musa Bey, onun oğlu İzzet Bey, onun oğlu Hacı Muammer Bey, onun oğlu Salih Mirzabeyoğlu... Büyük sahabî, «Seyf-ül İslâm-İslâmın kılıcı» lâkablı Halid bin Velid Hazretlerine kadar bir şecere...
Mutki Aşireti, Bitlis ve Muş civarında uzun yıllar yaşamış ve hüküm sürmüş bir aşirettir. Aşiretin lideri Hacı Musa Bey, 1. Dünya savaşı yıllarında Muş ve Bitlis bölgesindeki milislerin komutanlığını yürütmüştür. Hacı Musa Bey’in bir günde 10 bin askeri doyurduğu, her gün 50 koyunun kesildiği, yüzlerce kazanın kaynatıldığı, aşiret kızlarının ilk kez o tarihte Rus cephesindeki milislere katıldığı hala dilden, dile dolaşıyor. Öyle ki Genel Kurmay kayıtlarına göre Mutki’de her 5 erkekten 3’ü her 10 kadından 2’si bu zorlu savaşta şehit olmuştu. Muş ve Bitlis’in Rus ve Ermeni işgalinden kurtarılması üzerine Mustafa Kemal Paşa’ya altın kılıçlı imtiyaz madalyası verilir. Hacı Musa Bey Efendiye de ne istediği sorulur O “ben istediğimi zaten aldım, namusumuz kurtuldu. Ermeni ve Rus askerlerden aldığımız silahlar, atlar ve malzemeler aşiretime kalsın” der.
Devam edelim; “Kurtuluş savaşıyla kurtardıklarımız birlik oldu birlikte savaştıklarımızla” ifadesinin bir yönüne de burada rastlamaktayız. Siyonist Batıcı rejimin Kuruluşu ve Kemalist Cumhuriyetin ilanı ile Ümmetin tüm fertlerinin üzerine tufan gibi fitne yağışı; dinin, dilin, inancın inkar edilişi; fikrin, ahlakın, namusun mahkum edilişi; zulmün, ihanetin, küfrün meşrulaştırılışı vs hep bu dönemde vuku bulur. Lakin Ümmet buna sessiz kalmaz. Anadolu’nun dört bir yanında rahatsızlıklar baş gösterir fakat Siyonist Batıcı rejim acımasızdır, yüzlerce alimi yargılamaya bile ihtiyaç duymadan darağaçlarında sallandıracak kadar gözleri dönmüştür. Bunların en kanlısı 1925 Şeyh Said İsyanıdır. Detaya girmeyeceğim, ardından Hacı Musabey’de tutuklananlar arasındadır, bir ara serbest bırakılır, ardından yeniden yargılanır ve 15 yıl hapis alır. İlerleyen dönemde oğullarından İzzet bey yaşadığı bir ihanet sonucu rejim güçlerince tuzağa düşürülerek hunharca öldürülür.
Bugün Kürt Ulusalcılarının mevki ve makamda el üstünde tuttuğu Kürt tarihinin meşhur ozanı ve şairi Cigerxwîn (Cigerhun) bu durumu konu alan bilinen en yanık türkülerden birini yakar ve şöyle der: “Şêr şêre Çı jîne Çı mêre (Aslan, kadın da olsa erkek de olsa Aslandır)” Bu destana konu olan hadise şudur; Musa Bey’in kızkardeşi Gülnaz Hanım’a psikolojik zulüm yapmak maksadıyla, cesetlerin kafaları kesilerek Muş‘a getirilir. Gülnaz hanım(İzzet Bey‘in halası ve Hacı Musa Bey’in kız kardeşi) “tanıyor musun?’ hikâyesiyle Jandarma karakoluna davet edilir... Atların heybelerinde duran kesik başlar, Gülnaz Hanım’ın ayağının dibine atılır… Gülnaz Hanım vakur bir edayla ayağı ile kafalardan birini ters çevirir ve “Bu benim kardeşimin oğludur” der. İkinci kafayı ayağı ile ters çevirir ve “Bu da benim oğlumdur” der. Üçüncü kafayı da ters çevirir ve “Buna yazık olmuş, hizmetkardı askerdi, bu fukaradan ne istediniz?” der. Başı dimdik duran Gülnaz Hanım‘da ne bir feryat, ne bir ağıt vardır. Bir çalımla yönünü döner ve “Bunlar koçtu ve koçlar bıçağa gelmek içindir” der. Orada bulunan efradı hayretler içerisinde bırakan Gülnaz Hanım aynı vakur edayla bir çalımla döner ve gider.”
Dönemin birçok aşireti gibi Mutki aşireti üyeleride Kayseri Konya gibi yerlere sürgün edilir. Hacı Musa Bey ve ailesi ile Ağrı Patnos Hayderanlı Aşiretinin Reisi ve Hamidiye alaylarının Patnos bölgesi komutanı olan Kör Hüseyin Paşa, önce Kayseri‘ye ardından Suriye‘ye sürülmüşlerdi. Sonraki yıllarda Hacı Musa Bey, Suriye’de hastalanıp ölür. Oğlullarını, malını Allah yolunda ve inandığı dava uğruna kaybeden, bunca çileye, sürgüne, işkenceye rağmen son anına kadar mücadelesinde geri atmayan adam için ne demeli şimdi… Dileseydi rejimle uzlaşır ve bugün sayılı kişilerden olurdu. Ama öyle olmadı? Ve 100 yıldır hız kesmeden devam ediyor Hacı Musabey ve oğullarına olan düşmanlık…
Şimdi gelelim başlıktaki ifadeye; bu metin bana ait değil, tam düşündüğünüz gibi Hacı Musabeyi tenkit edenlerin Hacı Musabey hakkında ki hükümleri, yani tesbitleri. Bu tesbitten bile bunların yarasının neresi olduğu, gocunduğu yerden belli olmaktadır. Ne diyelim Yolu yolumuzdur ve dedikleri gibi HACI MUSABEY TARTIŞMASIZ HİLAFET SAVAŞÇISIDIR.