Sanayi Müsteşarlığı
Sanayi Sınıfları ve Temel Şartlar
Başyücelik Devleti, İktisat Vekâleti’nin Sanayi Müsteşarlığını ele aldığımız son iki sayı da sanayinin üzerinde şekilleneceği mücerret zemininden, bu zemin üzerinde faaliyet gösterecek yeni insan ve yeni toplumdan bahsettik. Diğer unsurların her biri, bu iki temele bağlı maddî unsurlardır ki, tek başlarına sanayileşmeye vesile olmadığı dünyanın pek çok ülkesinde rahatlıkla müşahede edilmektedir. Bu sayıda ele alacağımız bahse gelecek olursak, müşahhas sanayiyi ele almak niyetindeyiz; sanayi nedir, kaç sanayi sınıfı vardır ve sanayileşmenin mümkün olması için gereken temel şartlar nelerdir? gibi soruları başlıklar hâlinde yanıtlayarak, sanayi politikamızın pratik sahadaki tatbikatına doğru yol almaya başlayalım…
Sanayi ve Temel Sanayi Sınıfları
Sanayiyi mal, hizmet ve gelir kaynağı üreten veya sağlayan teşebbüsler veya teşkilatlar grubu olarak tanımlayabiliriz. Bu manasıyla, genelde sanayinin dışında düşünülen, resmî istatistiklerde de böyle sınıflandırılan tarım ve hizmet sektörlerini de içine alır ve endüstri olarak da bilinir.
Sanayi, dilimize Arapçadan geçen bir kelimedir; sanatlar, meslekler, imalât işleri ve insan için gerekli eşyanın temini yolunda, pratik bir yarar amacıyla hammaddeyi mamul madde hâline getiren iş ve üretimi temin eden araçların tümü manasındadır. Aslı “industrie” olan endüstri ise dilimize Fransızcadan geçmiş olmasına rağmen, köken bakımından Latince “industria” kelimesinden gelmektedir. Bu kelime Fransızcada “çalışkanlık, çalışılarak ortaya konan şey” manasına gelirken, Latincede “gayret ve çalışkanlık” manasına gelmektedir. Neden sanayi ve endüstri kelimelerinin etimolojisine girdiğimizi de hemen izah edelim; anlamlarından da anlaşılacağı üzere sanayi kelimesinin manasına göre çıktı maldır, endüstri kelimesinin anlamına baktığımızda ise çıktının mal ve/veya hizmet olduğunu görürüz. Sanayi çeşitlerini sınıflandırdığımızda, hizmet sektörünü de bir sanayi sınıfı olarak ele alacağımızdan, bir karışıklığa sebebiyet vermemek adına iki kelimeyi de açıkça izah ettik. Kelimelerin içinde bulunulan devre göre yeniden anlamlandırılması, mânâların genişlemesi yahut daralması gibi leri aslî meselemiz olmadığından atlayalım ve devam edelim.
İnsan nüfusunun artmasıyla birlikte her işi yapabilen, teknik bilgi kapasitesi yüksek elemanların sayıları az olduğundan ihtiyaç karşılanamadı. Üretimin ihtiyaçlara cevap verememesi de zamanla sadece bir işi yapabilen uzman zanaatkârların ortaya çıkmasını sağladı. Bu ise ürünlerde önemli verimlilik artışlarına sebep oldu. Başlangıçta, tüketim araçları kategorisi birkaç maddeden meydana gelirken, zanaatların da kendi içinde sınıflara ayrılmasıyla bir kısım zanaatkârların üretim araçlarını, bir kısmı ise tüketim araçlarını üretmeye başladı. Böylece ağır sanayi-hafif sanayi ayırımının çekirdeği doğdu. Bu uzmanlaşma alanları arasındaki bağlantılar ise alışveriş, ticaret, para ve meta dolaşımı aracılığıyla kurulur oldu. 18-19. yüzyılın sanayi devrimi, el zanaatlarından makinalı üretime geçişle sanayinin bütün maddî temelini değiştirdiği gibi, piyasa ilişkilerinin sınırlarını da alabildiğine genişletti. Modern sanayinin ürettiği her çeşit aracın tarıma girmesiyle, tarım da sanayileşti. Bu gelişme, meta ve para gibi piyasa kategorilerinden yola çıkan iktisat biliminde, her türlü üretim süreci, emek, sermaye ve toprak gibi temel üretim faktörlerinin bir araya gelmesi olarak düşünüldü. Bu düşünceye bağlı tarım işletmeleriyle sanayi işletmeleri arasında teorik olarak fark görülmemeye başlandı. Tarım ve karmaşık pazar ekonomisinin gerekli kıldığı bütün hizmetlerin birer sanayi kolu olarak ele alınması temayülü doğdu.
Sanayi Sınıfları
Günümüzde endüstriyel faaliyetler birincil, ikincil ve üçüncül sanayi şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu tanımlamaya ek olarak diğer iki sınıfın varlığından daha söz edilmeye başlanmış olsa da, temel olarak bu üç sınıf üzerinden çalışmamızı yapabiliriz. Bu sınıflar hakkında kısa kısa tanımlamalar yaparak başlayalım, ilerleyen bölümlerde sektörleri ele alırken daha geniş bir değerlendirme yaparız. Yalnız öncelikle bu sınıfların tanımlanması için seçilen kelimeleri ele alarak başlayalım.
Birincil, ikincil, üçüncül sanayi… Düşünme faaliyeti, kelimeler ve zihinde canlandırılan suretler vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir ve bugün sanayinin sınıflandırılmasında kullanılan bu kelimeler esasında kendi başlarına hiçbir anlam ifâde etmiyor ve dolayısıyla düşünmemize de hizmet etmiyorlar. Biz, kendi dünya görüşümüz ışığında yeni bir ekonomik sistemin inşa edilmesinden bahsettiğimize göre çeşitli sınıflandırmalarda farklılıkları tanımlamak adına seçilen kelimeleri de değiştirebileceğimizi düşünüyoruz. Birincil, ikincil ve üçüncül sanayi tanımlaması yerine -bölümlerde sebebini izah edeceğiz- sınıflandırmayı tabiî, sınaî ve hizmet sanayi şeklinde yapıyoruz.
a- Tabiî Sanayi
“Birincil” başlığı altında sınıflandırılan endüstriyel faaliyetler; tarım, orman, maden ve hayvancılık gibi tabiattan doğrudan yararlanmaya dayalı sanayi sınıfını ifade eder. Tanımdan da anlaşılacağı üzere tabiî kaynaklardan yararlanılması gibi bir durum söz konusudur. Bu sebeble biz de “birincil sanayi” sınıfını “tabiî sanayi” sınıfı şeklinde tanımlamayı uygun bulduk.
Bugün bir ülke ekonomisinin tabiî sanayi sektörü, tarım, ormancılık ve balıkçılığın yanında ikincil sanayilere hammadde sağlayan madenciliği, petrol ve doğal gaz çıkarılmasını içine alır. Bunlardan birinciler, üretim esnasında insan müdahalesi yoluyla arttırılabilen hammaddelerin üretimini; genel olarak madenciliğin sınırları içine giren ikincilerse, insan eliyle çoğaltılamayan tükenebilir hammaddelerin üretimini ihtiva eder.
b- Sınaî
“İkincil” diye sınıflandırılan endüstriyel faaliyetler; hammaddenin işlenerek değiştirilmesi, yeni hammadde veya ürün elde edilmesine dayalı sanayi faaliyetlerini ihtiva eder. Sanayi kelimesi, umumiyetle bu sınıf endüstriyel faaliyetleri hatırlatır.
Gelelim ikincil sınıfın yeniden tanımlanmasına… Bu sanayi sınıfının “sınaî” kelimesiyle tanımlanmasını uygun bulduk. Sınaî, sanatla ve sanayi ile alâkalı, insan yapısı gibi mânâları olan bir kelimedir. Dolayısıyla böyle bir sınıflandırmada, hammaddenin insan tarafından işlenerek mamûl hâline getirilmesini tanımak adına seçilebilecek en uygun kelime, sınaîdir herhâlde.
Sınaî, ağır ve hafif sanayi olarak ikiye ayrılır. Ağır sanayi, genellikle fabrika ve makinalara yoğun sermaye yatırılmasını gerektirir. Çok miktarda mamûl üretir, diğer imalat sanayilerini de içine alan geniş ve çeşitli bir piyasaya hizmet verir. Karmaşık bir teşkilatlanmaya ve genellikle uzmanlaşmış kadrolara ihtiyaç duyar. Petrol arıtımı, demir-çelik, motorlu araç ve ağır makina, çimento, demirdışı metal ve hidroelektrik enerji üretimiyle, et paketleme ağır sanayi örnekleri arasındadır.
Hafif sanayi ise dayanıksız tüketim mallarının üretimine yöneliktir. Daha küçük sermaye yatırımını gerektirir. Dokumacılık, konfeksiyon, gıda işleme, plastik imalatı, fabrikasyon mobilya gibi düşük vasıfta işçiliğe ihtiyaç duyan işlerin yanında, elektronik, bilgisayar, ölçü aletleri imalatı, değerli taşkesme gibi yüksek vasıfta işçilik gerektiren işleri ihtiva eder.
c- Hizmet Endüstrisi
“Üçüncül” diye sınıflandırılan endüstriyel faaliyetler ise; turizm, bankacılık, eğitim, sağlık, ulaştırma, haberleşme vb. faaliyetlerdir. Faaliyet çeşitlerine bakıldığında da görüldüğü üzere “hizmet” sektörü ile alâkalı faaliyetler “üçüncül” diye sınıflandırılmıştır ve biz de bu sınıfın “hizmet” başlığı altında ele alınmasını uygun buluyoruz.
Hizmet sanayisi olarak da bilinen bu sektör hizmetler veya elle tutulmaz yararlar sağlayan, fakat müşahhas (somut) mal üretmeyen sanayileri ihtiva eder. Bankacılık, maliye, sigortacılık yatırım ve emlak hizmetleri, toptan ve perakende ticaret, ulaşım, haberleşme hizmetleri, mesleki, hukuki ve şahıslarla ilgili hizmetler, turizm, otel, lokanta ve ağırlama hizmetleri, bakım ve onarım hizmetleri, eğitim ve öğretim, sağlık, sosyal güvenlik, yönetim, polis, güvenlik ve savunma hizmetleri üçüncül sanayi sınırları içindedir.
Gerekli Temel Şartlar
Bir yerde sanayi tesislerinin kurulup gelişmesi çeşitli şartlara bağlıdır. Bunlardan bir kısmı direkt olarak sanayi tesislerinin varlık sebebiyken, bir diğer kısmı ise keyfiyetle(nitelikle) alâkalıdır. Ayrıca, yukarıda sınaî diyerek tanımladığımız sanayi sınıfının varlığı, diğer sınıfların da varlık sebebidir. Dolayısıyla yukarıda sınıflandırması yaptığımız sanayi çeşitlerinin her biri birbiriyle entegre vaziyette faaliyet göstermektedir.
Şimdi gelelim sanayinin gelişmesi için gereken temel şartlara…
1- Kültür
Geçtiğimiz sayılarda, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Necib Fazıl’la Başbaşa” adlı eserinden öğrendiğimiz şekliyle, sanayinin bir öz-jeni meselesi olduğundan uzun uzadıya bahsetmiştik. Üzerinde iş ve eser verilecek kendimize has mücerret idrak zemini olmaksızın yapılacak faaliyetler, taklit seviyesinde kalacağı ve taklit edilenin de tekamül ettirilmesi mümkün olamayacağı için sanayinin kurulmasının şartları arasındaki en temel olanıdır.
Başyücelik Devleti, geçmişte kurulmuş olan İslâm devletlerine nisbetle tarihte ilk defa hazır bir ideolocya örgüsü üzerine bina edileceğinden, öz-jeni bahsi bakımından hiç de sıkıntı çekmeyecektir. Bir diğer taraftan, Başyücelik Devleti’nin de üzerine bina edileceği bu zeminin genişliğine ve derinliğine bakarak rahatlıkla ifâde edebiliriz ki; hiç olmadığı kadar hızlı, hiç olmadığı kadar orjinal, hiç olmadığı kadar farklı iş ve eserler global dünyanın gevşekliğinin aksine hızla ortaya konacak ve farklılığını kuruluşundan itibaren htirmeye başlayacaktır. Her ne kadar bu kuru bir iddiaymış gibi görünüyorsa da, nasıl ki bir jeolog, potansiyel bir yanardağa bakarak nasıl ki patlamanın şiddetini hesaplayabiliyor, nasıl ki bir meteorolog gelecek yağmurun şiddetini tahmin edebiliyorsa, işte o misal, biz de Büyük Doğu-İbda’nın ortaya koyduğu zeminin potansiyeline bakarak bu ifadeleri rahatlıkla kullanabiliriz…
Sanayileşmenin mümkün olması için gereken şartlardan biri olan kültür şartının muhtevasına bakarak devam edelim.
a- Ruhçuluk: Başyücelik Devleti’ndeki sanayiye, sanayi kollarının kaba mekanik dokusuna nisbetle ruhçu bir hava hâkimdir. Ruhçuluk, eşya ve hâdiseleri, kendi içlerinden çıkan kuru müşahede ve kuru tecrübe, kuru akıl ve kuru bilgi kanunları üstünde, madde göziyle görülemez ve ölçülemez müessirlere bağlamak anlayışı… Başyücelik Devleti, sanayide de, mihraksız aklı ve maddî olanın ruhî olana tahakkümünü açıkça reddeder. Bu demek değildir ki; “sanayiye yer yok!” Bilhassa, Sanayi Devriminden beri bir türlü layık olduğu yere konamamış olan sanayi, Başyücelik Devleti ile beraber layık olduğu yere kaldırılır ve böylelikle sebeb olduğu buhran çözüme kavuşturularak gerçek refah seviyesi elde edilmiş olur.
Madde gözüyle görülemez, ölçülemez müessir ise “Mutlak Fikir”dir ve onun tatbik planındaki karşılığı da, ferd ve toplum meselelerinden biri olan iktisada, sanayiye, insanî verim şubelerinden biri olduğu için, tabiî bir şekilde çözüm getiren “İslâm’a Muhatab Anlayış”tır.
b- Keyfiyetçilik: Bugün hâkim olan kemmiyetçi anlayışa nisbetle Başyücelik Devleti sanayide de keyfiyetçidir.
Ruhçuluğun eşya ve hâdiseleri, kendi içlerinden çıkan kuru müşahede ve kuru tecrübe, kuru akıl ve kuru bilgi kanunları üstünde, madde göziyle görülemez ve ölçülemez müessirlere bağlamak anlayışından, keyfiyetçilik doğar.
Keyfiyetçilik, aynı zamanda ruhçulukla iç içedir ve ruhçuluğun olmadığı yerde keyfiyetçilikten söz edilemez.
Ayrıca keyfiyetçilik, maddî olanın ruhî olan karşısındaki değer ve kıymet ölçülerini de ortaya koyar.
Üstad Necib Fazıl, keyfiyetçilikle kemmiyetçiliğin farkının anlaşılması adına diyor ki; “bugün Amerika, bütün iş şubeleriyle, keyfiyeti ikinci plâna alan muazzam bir kemmiyet köpürüşü; Avrupa da, kemmiyete mağlûp hazin bir keyfiyet çöküşü…” Bu kemmiyet köpürüşünün Türkiye’de muasır medeniyet seviyesi olarak görülüyor ve gösteriliyor olması, Büyük Doğu-İbda ideolocyasının keyfiyetçilik prensibinin ne denli anlamlı olduğunun anlaşılması bakımdan da mühim…
Plastisite üzerindeki kemmî köpürüşlerin tıpkı bir sabun köpüğü gibi esen ilk yelde uçup gideceğinin şuurunda olarak; ekonomiyi meydana getiren tüm enstrümanları, tek bir idealin şefliğinde, değişen zaman ve mekânda her dâim tekâmül ve keyfiyet ölçüsü içinde çalan senfoni olacaktır, bizim iktisadımız… Bir bakıma Ebed Müddet senfonyamızın, iktisat plânı… ve bu senfonyanın enstrümanlarından yalnız biri olarak sanayi…
Muşamba dekor her ne kadar muazzam görünüyorsa da, bir ruh vahidine bağlanarak canlandırılmadığı taktirde iflas etmeye mahkûmdur; Eski Yunan, Eski Mısır ve son olarak da Ak Parti’nin 13 yıllık faaliyetleri neticeleri bakımından ele alındığında bu bahse misal teşkil eder…
c- Şahsiyetçilik: Keşf ve icad edilmiş olan her şeyin hakikatini bulup çıkarma ıstırabına talib olup, bundan sonrasında da bugün Çin’in yaptığı gibi kopyala yapıştır yapıp onu taklid ederek değil, hamuruna kendi şahsiyetimizden katıp millîleştirerek ve “yenileyerek” ortaya koymak ve mâletmek, bizim sanayimizin temel prensiblerindendir. Hikmet plânında, o günkü iktisat politikamıza göre ihtiyaç duyduğumuz mevcuda, ruhçu ve keyfiyetçi bir yaklaşımla şahsiyet üfleyip millîleştirirken, dışa doğru olan bütün bağımlılıkları bir bir kesip atarak, ekonomik plânda bağımsızlaşmak davası… Ağır sanayi hamlesinin gerçekleştirilebilmesinin olmazsa olmaz şartı da budur.
Bir diğer taraftan, sanayi, sadece üretimle değil, tüketimle de alâkalı bir mesele olduğundan, tüketicinin de şahsiyet sahibi olması ve bugün olduğu gibi kapitalizmin şahsiyet unsuru hâline getirdiği meta ile şahsiyet bulan değil, aynı zamanda, satın aldığı şey’e kendi şahsiyetini katacak olan millet şuurunun meydana getirilmesi davasıdır, şahsiyetçilik.
d- Ahlâkçılık: Ahlâk, bir bakıma insanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kurallarıdır. Davranış tarzı tutum, tavır da ahlâk olduğuna; ruhî fakülteler hâlindeki insanî faaliyet şubelerini ahlâk şekillendirdiğine; tüm bu davranışın kaynağında bir bütün olarak “insan” yer aldığına göre, parçaların teker teker ele alınmasıyla sağlıklı bir netice elde edilemeyeceği muhakkaktır.
“Ruhî fakülteler hâlindeki siyasî, iktisadî, sosyal, psikolojik vesair davranış şubelerine, farklılıkları içinde onları birleştirici bütün bir şuurla bakmak… İşte ahlâk!”
Batı, bugün insanı sanayinin bir enstrümanından ibaret görüyorsa da, sanayi de nihayetinde insanî faaliyet şubelerinden bir şubedir..
Endüstriyel faaliyetleri sınıflarken tabiî, sınaî ve hizmet diye üç başlıkta sıralamıştık hatırlasanız. Birinci sınıf tabiî kaynakların kullanılması ile alâkalı. Ahlâkın olmadığı yerde, insanın nasıl canavarlaştığını ve tabiî kaynakları nasıl istismar ve israf ettiğini, tükettiğini görüyoruz. Senelerdir “çevrecilik” başlığı altında gerçekleştirilen faaliyetlerin tamamı ahlâk yokluğundan kaynaklanmıyor mu? Yine tabiî kaynaklardan gıda sanayine hammadde sağlayan ziraatte, bir birim daha fazla üretmek adına toprak, nebat, hayvan ve insan sağlığıyla, tabiatın dengesiyle oynanmıyor mu? İnsanın her fiilinin ölçülerini belirleyen ahlâk olmadığı zaman dünyanın geldiği vaziyet bugün açıkça ortada.
Başyücelik Devleti’nde tüm iktisadî faaliyetler ahlâk şubesinin alt birimi olarak faaliyet gösterir ve insan ile insan, insan ile cemiyet, insan ile çevre, insan ile müessese ve müessese ile diğer müesseseler arasında ahlâksızlığa yol verici tüm kapılar katî bir suretle kapalı tutulduğu gibi, ola ki bir yolu bulunup da yapılan ahlâksızlıklar da en şiddetli şekilde cezalandırılacaktır.
e- Milliyetçilik: İbda Hikemiyâtında geçen ölçü; “bir imân merkezi etrafında toplananlara millet denir.” Esasında bu durum aynı zamanda toplumun iştirak ettiği ortak bir paydaya da işaret eder; devletinin küfür karşısında güçlü olmasını sağlamak adına, az tüketen ve buna mukabil şahsiyetçilik levhasında bahsettiğimiz keyfiyetlere sımsıkı bağlı kalmak kaydıyla çok üreten ve ruhçuluk davasında izah ettiğimiz üzere, sermayeye kölelik eden değil, İlây-ı Kelimetullah davasına hizmet eden millet… Tarihteki son örneği, Türk milleti!
Başyücelik Devleti, milliyetçiliği kavimler üstü görür ve bu bakımdan ümmetçidir. Ümmetçilik prensibi gereği de, kendi kalkınmasıyla beraber ümmetin diğer memleketlerini de beraberinde kalkındırmayı hedefler. Böylelikle iktisadî orkestrasının enstrümanlarını zenginleştirir ve eserin icrasını güçlendirir.
Böylesine bir kalkınma yalnız Anadolu’da da değil, bütün İslâm âleminin mümkün olan her yerinde ortak bir şekilde vücut bulacağından, İslâm âlemi ile Batı arasındaki dengelerin değişmesi noktasında da son derece önemli bir rol oynayacaktır…
f- Sermaye ve Mülkiyette Tedbircilik: Sermaye ve mülkiyette tedbircilik prensibi, en kaba manasıyla; milliyetçilik başlığı altında da işlemiş olduğumuz üzere, milletin sermayeye değil, can-ı gönülden benimsenen davaya hizmet etmesinin önündeki pürüzlerin kaldırılması ve ferd ile toplum arasında kurulacak muvazenede, cemiyetin fert tahakkümünden korunmasını amaçlayan prensibdir.
İktisadî faaliyetlerden biri olan sanayinin kalkınması adına gereken temel unsurlardan biri de hiç şüphe yok ki sermayedir. Ne var ki, sermayenin çeşitli kesimlerin elinde birikmesi bizim temel prensiplerimize aykırıdır. Bunun yanı sıra milletlerarası şirketlerle rekabet edebilmek için de ciddi finans kaynaklarına ihtiyaç vardır. Bu vaziyette bir zıtlığın doğmasına sebeb olur ki, zaten mesele de zıt kutuplar arasında muvazene kurulabilmesidir.
Osmanlı döneminde, ağır sanayi, birçok orta ölçekli kuruluşun ortaklaşa faaliyet göstererek üretim yapması şeklinde işliyordu. Bugün yine benzer bir şekilde organize sanayi bölgeleri kurularak bu gibi üretimler gerçekleştirilebileceği gibi, halka açık şirketler üzerinden sermaye fert yahut zümrelerden ziyade müesseseler elinde de toplanarak –mülkiyette tedbircilik prensibini işletmek suretiyle- da üretim yapılabilir. Bu bahsi ilerleyen bölümlerde, çözüm bekleyen meseleler başlığı altında ele alacağız.
g- Cemiyetçilik: Sosyal refahın sağlanmasının ruhî olduğu kadar maddî tarafları da vardır. Barınma, giyinme ve beslenme gibi temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra, âletlerin belirlediği ihtiyaçların son haddine kadar geniş bir üretim ve tüketimi söz konusudur. İçtimâî refahın sağlanması için cemiyetin bu ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir gelire malik olması gerekir. Aksi hâlde cemiyet idealinden ve sosyal refahtan da bahsedilemez. İktisadî mekanizmamızın en önemli davalarından biri de ekonomiyi, sosyal refahı sağlayacak maddî şartlara göre tezgâhlamaktır.
Ziraat, stratejik ve temel bir iktisadî faaliyet olsa da, katma değer bakımından devletin ve milletin gelir seviyesini tayin edecek olan ana faaliyet sanayi olacaktır. Bu bakımdan sanayileşme hamlesi, ziraatı yok etmeyecek ve aksine onun da kalkınmasına vesile olacak şekilde planlanmalıdır ki, yüksek bir refah seviyesi yakalanabilsin.
Bir diğer taraftan her üç sanayi sınıfı da, kapasitesine nisbetle üretimi maksimum seviyede tutmak ve bu üretimden hasıl olan bolluk ile cemiyetin mal ve hizmeti ucuz bir şekilde elde etmesini sağlamalıdır. Sektörler hâlinde bahsimizi ele alırken, bu hususlara daha geniş bir şekilde yer vereceğiz.
h- Nizamcılık: Kâinatta, gezegenler arasında, dünyada, tabiatta ve bir karınca yuvasında bile üstün bir nizam varken, Başyücelik Devleti iktisadının bir nizamı olmamasından bahsedilemez herhâlde… Nizam, bahsettiğimiz tüm prensiblerin, en küçük ölçekten en büyük ölçeğe dek, sanayi mekanizmamızda sistemli ve ahenkli bir şekilde sürekli olarak işletilmesidir. Bilhassa Tabiî ve Sınaî sınıflarında gerçekleştirilecek olan üretim ile yatırımlar arasında bir ahenk tutturulması şarttır.
Bugünden bakacak olursak, misal olması bakımından; Türkiye’de böylesine bir ahenk tesis edilemediği için, yurt dışına son derece düşük fiyatlardan sattığımız hammaddeyi, işlendikten ve hattâ kimi zaman sırf etiketlendikten sonra, son derece yüksek fiyatlar ödeyerek geri alıyoruz. Böylesine bir durum Başyücelik Devleti iktisadı açısından katiyen kabul edilemez. Gerekirse devlet desteği de kullanarak hızlı bir şekilde ilgili işleme tesisleri hızlı bir şekilde inşâ edilir ve millî servetin dışarıya akması engellenir. Bu ahengin tutturulması Başyücelik Devleti, İktisat Vekâleti’nin temel vazifeleri arasındadır.
ı- Müdahalecilik: Başyücelik Devleti sanayisinin üretiminde tek maksat kârlılık değildir. İşte bu yüzden de temel davamız kültürdür. Böylesine bir kültür mayası tutturulduktan sonra nizama menfilik getirecek her hareket devlet müdahalesine tabiî olacaktır. Bu müdahale kimi yerde destek sağlanması, kimi yerdeyse mani olmak şeklinde tecelli edecektir…
***
Geçtiğimiz sayılardan beri üzerinde durduğumuz üzere, Başyücelik Devleti iktisadını meydana getiren tüm unsurlar, tıpkı bir orkestra içindeki enstrümanlar gibi, tek bir senfoniyi seslendirecek şekilde işler. Temel prensiblerimiz de, böylesine muazzam bir senfonyanın kakafoniye dönüşmemesi üzerine işletilecek olan prensibler manzumesidir.
2- Finansman
Sanayi tesislerinin yapımı, makine ve teçhizat üretimi ve tedariki, işlenecek hammaddenin alımı ve işçilere ücretlerin ödenmesi gibi bir çok alanda sermayeye ihtiyaç duyulmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında özel sektörün büyük sanayi tesislerini kuracak sermayesi olmadığı için bir çok tesis devlet tarafından kurulmuştur. Günümüzde ise özel sektör, sanayinin hemen her alanında önemli bir paya sahiptir. Ayrıca yabancı sermaye sahipleri de Türkiye’de sanayinin bir çok alanına para yatırmışlardır.
Sanayide yeni yatırımların gerçekleşmesi ve mevcut işletmelerin tekâmül ettirilerek zaman ayak uydurabilmeleri için gereken finansmanın sağlanması şarttır. Günümüz dünyasında finansman, cemiyet tasarruflarının kredi ile kullandırılması şeklinde karşılanır.
Başyücelik Devleti, İslâm devleti olacağı için faizle kredi verilmesi gibi bir yöntem tabiî olarak izlenmeyecektir. Bunun yanı sıra Başyücelik Devleti’nin ekonomik hayata tatbik edeceği “sermaye ve mülkiyette tedbircilik” prensibi gereği farklı finansman modellerinin doğması kaçınılmazdır. Biz de kendi zaviyemizden bu konu hakkında yaptığımız çalışmaları ilgili bölümde paylaşacağız.
3- Enerji
Enerji, hammaddenin işlenmesi için gereklidir. Türkiye petrol, doğalgaz gibi bazı enerji kaynaklarını ithalat yoluyla sağlamak zorunda olduğu için bu vaziyet önemli miktarda döviz çıktısına neden olmakta ve sanayileşme hızını azaltmaktadır. Linyit yataklarımız zengin olmakla birlikte kalori değeri düşük olduğundan daha çok termik santrallerde kullanılır. Sanayide kullandığımız en önemli kaynak ise elektrik enerjisidir. Anadolu, hidroelektrik enerji potansiyeli yüksek bir coğrafyadadır. Ancak şu an için bu kaynağın iyi bir şekilde değerlendirildiği söylenemez.
4- Hammadde
Sanayinin temel kuruluş şartı olan hammadde bakımından Anadolu büyük avantajlara sahiptir. Hammaddeler veya onlardan işlenmiş maddelerin fazlası ihraç edilerek, Türkiye’ye döviz kazandırılmaktadır. Hammaddeleri ziraî, hayvanî ve madenî hammaddeler diye gruplandırabiliriz. Hammadde kaynakları ile sanayi tesislerinin birbirine yakın olması da verimlilik açısından önemlidir.
Aşağıdaki bazı örnekler de bunu göstermektedir.
– Linyit yataklarının olduğu Yatağan, Soma ve Elbistan’da termik santral kurulması…
– Ormanlara bağlı olarak Batı Karadeniz’de kereste sanayinin gelişmesi…
– Ayçiçeğine bağlı olarak Marmara’da yağ sanayinin gelişmesi…
Lâkin herhangi bir ülkede çeşitli sanayi kollarının kurulup gelişmesi, hammaddenin tamamının o ülkede bulunması şartına bağlı değildir. Hammadde yetersiz olsa da, madenlere dayanan sanayi dallarını mutlaka kurmak gerekir. Çünkü sanayi mallarının sağlayacağı kazanç, hammaddelere ödenen giderlere göre çok yüksektir.
Bugün, sanayileşmiş ülkelerden çok azı (Avustralya, Kanada ve Rusya gibi) hammaddenin çoğunu kendi ülkelerinden sağlamaktadırlar. Misal vermek gerekirse Japonya, Almanya, İngiltere, Hollanda, Belçika ve daha bir çok sanayileşmiş ülke hammadde ihtiyaçlarının büyük çoğunluğunu, başka ülkelerden karşılar.
5- Ulaşım ve Pazarlama
Üretilen malların, iç ve dış pazarlara düzenli bir biçimde sevk edilmesi gerekir. Sanayinin gelişmesinde en etkili ve en ekonomik ulaşım deniz ve demiryoludur. Dolayısıyla bütün sanayileşmiş ülkelerde fabrikalar, daha çok demiryolları ile iç bölge pazarlarına bağlanmış olan, liman kentleri çevresinde toplanmıştır.
Örneğin ABD’nin batı ve doğu kıyıları, Fransa’nın kuzey ve güney kıyıları, İngiltere’nin kıyı bölgeleri ve Belçika, Hollanda ve Almanya’nın kıyı bölgelerinde durum böyledir. Türkiye’de de İstanbul, İzmit, Adana, İzmir, Bursa gibi şehirler buna örnek gösterilebilir. Bir sanayi kuruluşunun varlığını devam ettirebilmesi için ürettiği ürünleri pazarlayabileceği sürekli bir pazara ihtiyaç vardır. Pazarlamada ucuz ve kaliteli mal üretimi ile tanıtım çok önemli rol oynar.
6- İş Gücü ve Teknik Eleman
Üretimi gerçekleştirecek insan faktörü iş gücünü ifade eder. Ülkemiz, iş gücü ve teknik eleman bakımından şanslıdır. İş gücü fazlalığının bir sonucu ücret düşüklüğü, maliyetin azalması ve rekabet şansının artmasıdır. Tüm bu avantajlara mukabil nitelikli iş gücü noktasında sıkıntılar yaşanmaktadır.
***
Bir daha ki sayıda, temel şartlardan uzun uzadıya bahsedemeyip sadece sıralamakla yetindiğimiz başlıkları ele alarak devam edeceğiz…
Aylık Dergisi 132. Sayı, Eylül 2015