Sözün başı; hiçbir dünya görüşü eskiyi değiştireceğini ilan etmeden kendisini teklif edemez, yaşanabilir kılamaz. Ve yine hiçbir ihtilâl-inkılapçı hareket, kitleleri iğdiş ettiğini, kitleleri dumura uğrattığını düşündüğü bir rejimle hesaplaşmaya girmeden başarıya ulaşamaz. Öyle ki, bütüne bağlı bir hareket olarak ortaya çıkan bir dünya görüşü, ortaya koyduğu kendi ‘tatbik fikri’ dışında düşman bellediği kuvvetlerin ve dünya görüşünün eksilerini, yanlışlarını ortaya koymak ve halkı onlarla hesaplaşmaya çağırmak zorundadır. Değişme ihtiyacı, yeni nizam arayışı, karşı olunan sistemin ‘batakhane’ hükmünde oluşunu izah ve isbatla ancak hissedilebilir, hissettirilebilir. Diğer taraftan karşı olunan sistem “nizamî olarak” yerindeyse ve bir şekilde işliyorsa, ihtilâl ve inkılaptan bahsedilemez. Hele hele mevcut rejim içerisinde çözüm üreterek ‘değişim ihtiyacını’ karşılayacağını düşünmek, sadece mevcut rejimi yaşatır, başka bir şey değil. Bugün ülkemizde yaşanan demokrat, STK'cı, liberal, laik Müslümanlık tipi ve arayışların tamamı bu çerçevededir. Hal böyle olunca, değiştirilmesi düşünülen sistemin hem nizamını bozmak hem de bu nizamı bir şekilde yürütücü unsurların içerisinde yer almamak gerekiyor. Ancak olan biten neredeyse tam bunun aksi yönde. Son yıllarda artan değişim ihtiyacı ve yine artık iyiden iyiye beliren batıcı rejimlerin çöküş işaretleri ‘inkılap’ iddiasında bulunan güçleri de her alanda harekete geçirmiştir. Bir çok açıdan incelenmesi gereken bu konu, şu ihtarı getirip önümüze koymaktadır; BÜYÜK DOĞU-İBDA’ya muhatap olan SEN KİMSİN-BİZ KİMİZ? BU DEĞİŞİM SÜRECİNE KATKIMIZ NE?
Batı ve batıcı kuvvetler kendi rejimlerinin ve sömürgeleştirdikleri, pazar haline getirdikleri koloni ve ülkelerdeki çıkarlarını korumak amacıyla sahte devrimci örgütler, sahte İslâm inkılapçıları ve değişim ihtiyacını çürütecek, millette oluşan devrimci ruhu pörsütecek sahte yayın organları, sahte liderler, sahte aydınlar üretiyor. Ve kitlelerin kendilerine zararsız olarak gördükleri ve kontrol altında tuttukları bu sahteler etrafında birikmesi-toplanması için çok güçlü ve organize bir propaganda savaşına-hilesine giriyor. Evet, düzen değişiminin nerdeyse kaçınılmaz hale geldiği günümüz şartlarında kendi ‘YENİ NİZAM’ını halkın gündemine, halkın arzu edeceği bir şekilde sokmayan herkes bu asrın kaybedenlerinden olacaktır.
Diğer taraftan işbirlikçi ve hain olmamasına işbirlikçi ve hain değil ama öylesine kof, öylesine zayıf ve yine öylesine ahmak bir telakki içerisinde hareket eden bir zihniyet var ki, belki de düşman kuvvetlerden daha çok bu tiplerin zararı olmakta. Bunların büyük bir kısmı tatlı su müslümanı, “mış gibi” dava adamı, çıkar ve makam düşkünü ve laik rejim içerisinde farklı bir “renk” oarak hareket etmeyi normal kabul eden kimselerdir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “İdeolocya ve İhtilâl” adlı eserinde ‘Birleşmenin Şartları”ndan bahsederken kullandığı şu ifadeler mevzuumuza ışık tutucudur:
“Bugün, parti programı, dernek, gazete ve dergilerin görüşleri (!) Mutlak Fikri temsil edici anlayışın “içe doğru ermek ve bulmak, dışa doğru da bu oluşu tamimleştirmek gayesine bağlı, teker teker kendi asli hamle ve hareket şubeleri içinde ifade" şekillerini değil, değişik anlayışın "ideolojik" ve "politik" paralelliklerini ve ayrılıklarını sergilemektedir.Üstelik bu ayrılıklar ve paralellikler, ayrılık ve paralelliklerin sebebini bile aramayacak kadar fikir ve hareket tembelliğinin, ağızdan çıkanın nereye gittiğinden habersizliğin, kısacası, "şuuruna varılmamış görüş"leri temsil etmektedirler. Biz, ideolojik ve politik tavrımızı kendisine göre belirlemeye çalıştığımız anlayışta derinleşmeye çalışırken, hem yanlış görüşlerin meydana getirdiği dağınıklığa, hem de yanlış görüşte birliğe karşı çıkarak, birleşilecek anlayışı işaret ediyoruz.”(İdeolocya ve İhtilal, sh.101)
Sisteme karşı olabilirsin, sistemden rahatsız olabilirsin ama değişime katkın ne? Bu soru oldukça mühim. Bugün rejim müdafileri ve rejim karşıtları ‘demokrasi’ gibi elastiğimsi ‘dünya görüşü’ içerisinde bir o yana bir bu yana sallanarak uyutulmaktadır. Bu uyutulma ‘siyasi ve iktisadî’ olarak dünya iktidarını sürdürmek isteyenlerce bilhassa bazen genişletilerek bazen daraltılarak bazen de zihinleri ‘ideoloji ve parti enflasyonu”na uğratarak sürdürülmektedir. Sistem karşıtları ve sistem müdafileri bu mânada demokratik sistemin farklı tarafları olarak rejimin müdafisi olarak ‘iktidar ortağı” olmakta ve bu ortaklık yahut muhalefet oyunu rejimin temel dinamiklerini sarsmadığı müddetçe de devam ettirilmektedir. Düzen değişimi iddiasında bulunan güçler ellerinde değiştirmeyi düşündükleri nizamın yerine ihdas edecekleri bir “tatbik fikir” yoksa, bir müddet sonra mevcut rejimin yeni koruyucuları ve devamcıları olmak üzere “iktidarı” ele geçirmektedirler. Bu durum yukarıda da izah ettiğimiz gibi sadece rejimin ‘müdür-memur-yazar” bakımından bir kadro değişmesi-yenilemesidir, güncellemesidir. Hali hazırda bir türlü olamayışımız ve gerçek anlamda İslâm’ın, müslümanların iktidar olamayışının sırrı biraz da burada saklı.
Muhalif olmak, sadece karşı olmak için ise ahmak işi. Hele hele karşı iken karşı olduğu rejimin dil ve diyalektiği ile, temsil ettiği mânâ ve kurtarıcı fikir olarak öne sürdüğü ‘sistem’ ile konuşuyor ise tam komedi. Nihayetinde her iki karşı çıkış biçiminin de hakikatte karşı olunan sistemi kuvvetlendirmekten başka bir işe yaramadığı malum. Detayı Kumandan'ın ‘Kültür Davamız’ adlı eserindeki ‘Karşı olurken kuvvetlendirilen düzen’ başlığından takip edilebilir. Biz burada muhalif olmak ile ilgili şu en can alıcı noktanın üzerinde durmak istiyoruz: FİKİR. İlim ve irfan sultanı Mütefekkir bu hususta şu dikkat çekici açıklamalarda bulunmakta; “Fikirsiz ve meselesiz, kafasında bir mimarî hayali olmadan sırf yıkmak için yıkma veya bir şeyler yapabileceğini sanıp da yıkmış olmaktan ibaret kalma davranışlar, ne üzerlerinde fazla konuşmaya, ne de sivrisineklere sıkılacak filit ilaçlarından başka mukabeleye değer şeylerdir.” (İdeolocya ve ihtilal, s.149)
Başa dönelim ve yazımıza noktamızı koyalım; hiçbir dünya görüşü eskiyi değiştireceğini ilan etmeden kendisini teklif edemez, yaşanabilir kılamaz. Ve hiçbir ihtilâl ve inkılapçı güç, elinde bir “dünya görüşü-tatbik fikir” olmadan, bu tatbik fikrin bilfiil yaşayıcı ve yaşatıcı kadrosunu oluşturmadan ilan ettiği bu değişimi gerçekleştiremez ve sürdüremez. MESULİYETİMİZ, MECBURİYETİMİZ VE MAHKUMİYETİMİZ’in daha iyi anlaşılması açısından bu ifadeler oldukça mühim. Bilhassa BEN MÜSLÜMANIM diyen açısından...
Baran Dergisi 420. Sayısı