Tanzimat ile birlikte memleketin hâkimiyetini Batıya ve Batının kuyrukçuluğunu yapan “Beyaz Türklere” kaptıran Müslüman Anadolu halkı, diğer bir ifadeyle “Kara Türkler” o tarihten bu yana en büyük zaferlerinden birini elde etti. 1930’lu yıllarda memleketin Batıya peşkeş çekilmesinin nişanesi, Müslüman Anadolu halkına pranga vurulduğunun alâmeti olarak Müslümanların bu memleketteki hâkimiyet sembolü olan Ayasofya’nın kapısına kilit vuruldu. Ayasofya kapatılmakla kalmadı, onun camii geçmişini silmek için minarelerini dahi yıkmak istediler de, minareler yıkılırsa yapının kubbeyi taşıyamayacağına dâir rapor mâni oldu bu girişime. İslâm’a duydukları nefret sebebiyle gözü dönenler, öyle zehirli bir formül ürettiler ki, kilise olsa yeniden cami hüviyetine kavuşması bu kadar uzun sürmeyecek olan Ayasofya’yı “müze” hâline çevirdiler. Üstad Necip Fazıl’ın tabiriyle “Türk’ün mânâsını topyekûn inkârdan ibaret bir fiil” ortaya koydular.
İşte, Ayasofya böyle bir mânâya sahipti. Üstad Necip Fazıl, 6 Ocak 1950 tarihli Büyük Doğu dergisinin 13. sayısı itibariyle Ayasofya’nın mânâsının şuurlaştırılmasını sağladı. Üstad’ın 1 Ocak 1966 Cumartesi günü MTTB’de verdiği Ayasofya Hitabesi dilden dile dolaştı. Üstad, Ayasofya Hitabesi’nde onun mânâsını anlatmakla kalmıyor, açılacağı müjdesini ve açıldıktan sonra neler olacağının da ipuçlarını veriyordu. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, Ayasofya mücadelesini bayraklaştırdı ve 90’lı yıllarda, 28 Şubat’ın en karanlık dönemlerinde dahi İbdacıların Ayasofya’nın açılması için eylemleri, imza kampanyaları devam etti. Kalan bir damlalık boşluk ise geçen sene gerçekleştirilen Ayasofya eylemleriyle dolunca nihayet bardak taştı ve Üstad’ın işaret ettiği sele dönüştü. 10 Temmuz günü Danıştay’da görülen davanın ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı kararname ile Ayasofya yeniden aslî hüviyetine kavuşturuldu.
10 Temmuz itibariyle, senelerce gönlünde Ayasofya’nın kapalı kalmasının sızısını hissedenlerin yüreğini bir heyecan kapladı. Ayasofya’nın açılacağı 24 Temmuz tarihi sabırsızlıkla beklendi ve beklenen gün nihayet geldi çattı.
23 Temmuz akşamı dergi ekibinden arkadaşlarla birlikte geceyi meydana yakın bir yerlerde geçirmeyi plânlıyorduk. 1 Şubat 2019’da Ayasofya önünde tertip edilen eylemde yoğun emek sarfeden Fatih Duruk, Anadolu’dan gönüldaşlarla İstanbul’a geldiklerini ve aynı şekilde Sultanahmet civarında geceyi geçireceklerini söyledi. Hem İstanbul’daki gönüldaşlar, hem de Anadolu’dan gelen gönüldaşlarla Firuzağa Camii’nin yakınında buluştuk. Burada yatsı namazını edâ edip kısa bir süre gönüldaşlarla sohbet ettikten sonra emniyetin tüm bölgeyi tedbir amacıyla boşaltacağı haberi geldi ve geceyi Beyazıt’ta geçirmeye karar verdik. Gökbayrağımızı açıp marşlar, tekbirler ve kelime-i tevhitlerle Beyazıt’a doğru yürüyüşe geçtik. Üstad’ın “Şarkımız” şiirini hep birlikte okurken çevredekiler bize eşlik etti, telefonlarının kameralarıyla fotoğraf ve video çektiler. Beyazıt Camii’ne ulaştığımızda buranın Ayasofya’nın yeniden fethine hazırlanan Müslümanların kışlası hâline geldiğini gördük. Kimi sabah için camide dinleniyor, kimi ise caminin avlusunda hasbihal ediyordu.
Caminin avlusunda abdest alırken henüz orada tanışan üç kişinin konuşmasına kulak misafiri oldum. “Ben Hatay’dan geliyorum” dedi birisi… Biri Bolu’dan, diğeri ise Ankara’dan gelmiş Ayasofya’da ilk namaza iştirak edebilmek için… Abdest aldıktan sonra selâm verip, “İstanbul’dan bir biz varız galiba.” dedim esprili bir şekilde. “Hatay’dan buraya seni getiren sebep ne?” diye sordum; “Ayasofya açılıyor, dünyanın öbür ucunda olsam yine gelirim.” cevabını aldım. Bu imân karşısında söylenecek tek söz “elhamdülillah” demekti zannediyorum, öyle dedim. Camiye girdiğimde karşılaştığım manzara ise Müslüman Anadolu halkına olan hayranlığımı bir kat daha artırdı. Caminin içi dolu; kimi namaz kılıyor, kimi Kur’ân-ı Kerim okuyor, kimi bir köşeye çekilmiş dinleniyor. Müslümanlar Ayasofya için yollara revan olup İstanbul’a gelmiş, camileri kendine kışla bellemiş, o muazzam ânı bekliyor. İçimden “Bu millette bu imân oldukça, bu memlekete kimse bir şey yapamaz!” diyorum.
Sabah namazını burada edâ ettikten sonra Çemberlitaş’a, polisin bir barikatla yolu kestiği noktaya kadar yine sloganlar eşliğinde geldik. Saat 5:00’ geliyor, İstanbul ayakta, Ayasofya’ya doğru yürüyüşe geçmiş. Barikatların kaldırılacağı âna kadar beklemek üzere, barikatlara en yakın noktayı mesken eyledik.
Dakikalar geçtikçe yoğunluk artıyor, yoğunluk arttıkça heyecan yükseliyordu. Yaklaşık dört saat boyunca tuttuğumuz alanda marşlar ve sloganlarla heyecanı diri tutmaya çalışıyoruz. Zaman zaman çevredeki arkadaşlardan “şu marşı da söyleyelim mi birlikte” gibi teklifler geliyor. Bir ara sessizlik oluyor, 60-65 yaşlarında bir amca yanımıza yaklaşıyor ve megafonu istiyor: “Tekbir!, Allahü Ekber!”
Bu sırada kalabalık da artıyor ve izdiham derecesine yaklaşıyor. Tabiî tatsız hadiseler de yaşanacak gibi oluyor; fakat Müslümanlar en ufak bir kıvılcımda tekbir getirerek birlikteliği perçinliyor.
Harun Şimşak ve Yusuf Kacır’ın yanlarında getirdiği iki büyük torba sarığı çevredekilere hediye ediyoruz. Herkes sarıklarını sarıyor. Saat 8:00 civarı yoğunluk o derece artıyor ki, artık polis barikatları dayanmıyor. Program 10:00’da başlayacak olmasına rağmen Müslümanlar hep birlikte Ayasofya’ya doğru akın ediyor. Çemberlitaş ile Firuzağa Camii arasında bir barikata daha rastlıyoruz. Emniyet Müslümanlara engel olamıyor, memurlardan birisi megafonla slogan attırdığımızı görünce yanımıza geliyor ve kalabalığa sesini duyurabilmek için megafonumuzu akşam geri vermek üzere ödünç istiyor. Zaten içeride işimize yaramayacağı için veriyoruz.
Mahşerî kalabalık ile beraber, âdeta ikinci bir fetih heyecanı ve ruhuyla Ayasofya-i Kebir Camii ile Sultan Ahmet Camii arasındaki meydandayız artık! Bu sırada kalabalık sebebiyle bazı gönüldaşlarla namazdan sonra buluşmak üzere ayrılıyoruz. Yer bulmak son derece zor; fakat bir şekilde buluyoruz. Namaza yaklaşık üç saat var. Geceden itibaren yanımızda olan 12 yaşındaki akıncı Bilal artık dayanamıyor. Seccadesinin üzerinde kıvrılıp uyuyor. “Z Kuşağı”nın tartışıldığı bugünlerde Bilâl’in hâl ve tavrı “Z Kuşağı gümbür gümbür geliyor.” dedirtiyor.
Herkes huşû içerisinde Kur’ân-ı Kerim tilavetini dinliyor, bir yandan da kurulan dev ekranlardaki görüntülerden Ayasofya’nın içini hayran hayran seyrediyor, ekrana meydan yansıdığında ise hayret ve heyecanla kalabalığın boyutunu… Sonra bir hareketlilik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan görülüyor ekranda; meydan hareketleniyor, tekbirler çekiliyor. Millet, öz değerleriyle barışık bir şekilde hareket eden, ümitlerinin gerçekleşmesine vesile olan liderin her dâim arkasından yürüyeceğini haykırıyor esasında bu tekbirlerle. Buradan çıkarılması gereken mânâ mühim. Aynı heyecan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kur’ân-ı Kerim tilâvetinin sonunda Elif-Lâm-Mim’i okurken de oluşuyor, “namazı sen kıldır reis” diye bağıranları duyuyoruz; tabiî ki ses içeriye ulaşmıyor.
Nihayet Ayasofya’da ilk namaz; Cuma namazı vakti geliyor. Ayasofya’nın dört minaresinden ezanlar okunuyor. Gözümüz cemaatte, kimi hıçkıra hıçkıra ağlıyor, kimi âdeta titriyor; fakat hepsinin gözünün içi parlıyor. Ezanın ardından Cuma namazının sünneti kılınıyor ve akabinde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hutbeyi irâd etmek için minbere çıkıyor. Elinde bir kılıç ve minberin iki yanında Kâbe örtüsünün kumaşlarından iki sancak… Ayasofya’da verdiği hutbe kendisine şüphe ile yaklaşanları dahi etkiliyor. Tabiî İslâm düşmanlarını ise kudurtuyor. Hutbedeki nizam-ı âlem ila-yı kelimetullah vurgusu dikkatlerden kaçmıyor; Müslümanların hepsi aynı kanaatte: Ayasofya’da yeni bir çağ başlıyor! Ve namazı yine Ali Erbaş kıldırıyor; öyle hisli okuyor ki Fatiha’yı ve Fetih Sûresini cemaat namazda ağlıyor, Ayasofya’ya hasret sona eriyor.
Namazın ardından sözleştiğimiz üzere gönüldaşlarla önce Ebu Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin türbesini ziyaret ediyoruz, ardından ise Ayasofya’nın mânâsını bize öğreten, bu mücadeleye ömürlerini vakfeden Üstad Necip Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun kabirlerini ziyaret edip Kur’ân-ı Kerim okuyup ruhlarına hediye eyleyerek bu büyük güne şahidliğimizi sona erdiriyoruz.
Yazıyı sona erdirirken Akıncıların gökbayrakla marşlar, tekbirler ve kelime-i tevhidler ile yaptığı yürüyüşün videolarının sosyal medyada İslâm düşmanlarının kalbine saldığı korkuya da temas edelim. Göz hasmını tanıyor; Akıncı nizamına doğru akın ederken İslâm düşmanları tir tir titriyor!
Allah, Ayasofya’yı nice büyük zaferlere giden yolda bizlere karargâh kılsın… Âmin…
Baran Dergisi 707.Sayı