Tefecilik kanunen yasak ama bankaların yaptığı tefeciliğin resmî şeklidir ve bankalar, kredi ve faiz sistemi ile kârlarını artırmaktadır. Bankalar yatırım gibi hususları düşünmek yerine “ne kadar kredi ve faiz üretirim, paradan ne kadar para kazanırım” derdinde. Ekonomide büyüme yavaşlamasına rağmen bankalar kârlılıklarını artırmıştır. Çünkü 1 liralık maliyetleri üzerine 5 ve 10 liraya kadar faiz oranları almaktadırlar. Bu oranların hiçbir yatırımcın kârı olamayacağı açıktır. Devlet bu sistemle iç içedir. Soygun düzeni ve resmi hırsızlık, bankalarla devlet tarafından yürütülmektedir.

Vatandaşın mevduat hesabını her an ödemek üzere kabul eden bankalar, kendilerine ait olmayan bu parayı yalan söyleyerek 3.şahıslara faizle kredi olarak satmaktadırlar. Bu sahtekârlığın adı da modern bankacılık olmaktadır. Uluslararası sistem ise finans kapitalizmi üzerinedir. Devlet de bankalara mevduat garantisi vererek destek çıkmaktadır. Bir batak durumunda ise devlet vatandaştan aldığı vergilerle bankalardaki mevduat hesabını fonlamaktadır. İşçi, memur, dar gelirliden dolaylı veya dolaysız alınan vergilerle bankalar süspanse edilmektedir. Hatta üretici, sanayici ve ticaret erbabı da istemeden bu çarka hizmet etmektedir.

Sömürü düzeninin olmazsa olmazı faizdir. Adil olmayan bir mekanizmanın dişlileridir faiz. Bankalar asıl saygı duyulması gereken sanayici, ticaret erbabı ve tarım sektöründen daha fazla kârlar elde etmekte ve onları faiz sistemi ile sömürmektedir. Faiz sistemi ile paradan para yaratılmakta, şişirilmiş ve haksız kazanç elde edilmektedir.

İktisat politikalarının temel amaçları olarak kabul edilen makul iktisadi büyüme, tam istihdam, ekonomik istikrar ve adil gelir dağılımı gibi hususlar faiz sistemi ile tabii yoldan bağdaşmamaktadır.

Bu dört hususu cevabı içinde dört soruyla ifade edelim.

Banka ve şirketlerin bilançolarının faiz ve sair hesaplarla şişirilmesi ne kadar reeldir ve ekonomiye ne kadar katma değer sunmaktadır?

Oturduğu yerden para kazanmak demek olan faizin yatırımı ve istihdamı engelleyici olduğu anlaşılmıyor mu?

Borsa oyunları ve spekülatörlerle, liberal ve devletçi politikalar gelgitleriyle istikrarlı bir ekonomi olabilir mi?

Vatandaşın küçük tasarruflarının toplamından elde ettiği yekûn paralarla sermayeyi urlaştıran bu finans sistemi gelir dağılımındaki uçurumun sebebi değil mi?

***

Faizi savunanların gerekçelerini sıralayıp üzerinde duralım:

1. “Tasarruf zahmeti “ görüşü: Tasarruf etme fedakârlığının bir bedeli olmalı. Böyle bir karşılık olmazsa kimse tasarrufa katlanmaz ve sermaye teraküm edemez, diye iddia ediyor…

Eleştirisi: “Tasarruf zahmeti”, hayat tarzı ve anlayışına göre “tasarruf zevki”ne dönüşebilir. Tasarruf zevkinin olmadığı bir yerde gerçekleşen tasarruf da, kendini üretme gibi bir kaygıya düşmeyeceğine göre, onu faizle de çekmek mümkün olmayacaktır. Anadolu’da yastık altındaki altınlar gibi. Tasarrufu zevk olarak algılayanlara, tasarruf zahmetinden le faizi gerekçe yapmak doğru değil…

Sermayenin teraküm etmesi meselesine gelince: Faiz oranları arttığında tasarruflarının da artacağı görüşünün tam tersi doğrudur. Mal ve hizmetlere daha az para harcanırsa; işverenler işçilerini işten çıkarır, böylece toplam gelir düşer ve dolayısıyla tasarruf edilen miktar da düşer.

2. “Zaman tercihi” görüşü: Bugün elimizdeki paraya yarınki paradan daha fazla kıymet atfedildiği için bu parayı almak için faiz vermek gerekir, deniliyor…

Eleştiri: Eğer para kıymetinde düşme söz konusu değilse, kullanıp kullanmama tercihine “güven duygusu” ve “yardım şevkine” göre bugünkü para pekâlâ borç verilebilir. Hukuki tedbirler ve ahlâki müeyyidelerle. Eğer para borç verilmek değil de işletilmek isteniyorsa, kâr-zarar şeklinde sermayeye katılabilir ve bankalar kendi aracılık ücretini alarak bu işi organize edebilirler. Kimse faiz alıp vermeden, sermayenin sıhhatli ve ekonomik yarara göre kullanımı söz konusu olabilir.

3. “Likidite tercihi” görüşü: Paranın kolaylıkla mala çevirebilme özelliği(likidite) onu elde tutmayı tercih ettirir ve elden çıkarmanın bir karşılığı olmalıdır ve faiz, paradan ayrılmasının karşılığıdır, deniliyor…

Eleştiri: Bu görüştekiler, “insanlar, servetlerinin bir kısmını para olarak ellerinde tutmak isterler” mantığını ileri sürerler ki, birinci görüşle(tasarruf zahmeti) bu uyuşmaz… Likiditenin azalması ise ihtiyaç ve tercih meselesidir ve pekâlâ kabul edilebilir. Faizin yasak olduğuna inananlar, kâr-zarar ortaklığına yönelebilirler. Aksi takdirde zekât ile eldeki paranın bir kısmı tasarruf ve yatırım rolüne döner ve paranın dolaşım gücüne katılır…

Ödünç alan yönünden de bu eleştiriler geçerlidir…

Şu hususu da ilave edelim ki, faizin enflasyon etkisine karşı tazminat olduğu görüşü de tutarsızdır. Beklenen enflasyonun üzerindeki faiz oranlarını nasıl izah edeceğiz? Ayrıca gerçek iktisatçılar, çoğunlukla enflasyonun faize değil, faizin enflasyona neden olduğunu iddia ederler. Faiz oranlarını yükseltmek, alacak ve borç bakiyelerini artırır. Dolayısıyla uzun vadede ekonomide hem para hem de para düzeyi artar. Bankaların ürettiği faizli paranın enflasyona etkisi söz konusudur.

Bankacılık sisteminin kredilerle piyasadaki borç miktarını sürekli artırması, işletme ve birey iflasına ve genel fiyat enflasyonunun teşvik edilmesine yol açmaktadır.

Faizle enflasyonu dizginlemek doğru bir yol değildir. Çünkü zaten faiz belalı bir mevzudur. Kendisi kötü olandan kötüyü önlemesini beklemek hastaya zehir vermeye benzer…

Faizle enflasyonun dizginlenemeyeceğini iddia eden Tarık El-Divanî, devletlerin faiz sisteminin nasıl içinde olduğunu şu çarpıcı soruyla sorgular: “Devletin kendisi faizsiz olarak para üretebilirken neden bankalarca üretilebilen faizli parayı borç almak isteyeceği zamanımızın bir türlü cevaplanamayan gizemli sorulardan biridir.”

Faiz, uzun vadede enflasyonun sebebi olmaktadır. Her ne kadar kısa vadede enflasyonla mücadele aracı olarak faiz kullanılsa bile, faizin enflasyonla kardeşliği söz konusudur. Enflasyonun düşük olduğu ülkelerde faizin düşük olduğu görülür. Günümüz ekonomilerinde parasal dalgalanmalar, enflasyon ve deflâsyonun en önemli nedenidir ve dalgalanmaların en önemli nedeni de faizdir.

Faizin, emek ve servet üzerinden haksız ve kuralsız bir şekilde nemalanması Herman Daly şöyle çarpıcı misalle anlatır: ”Borç ve para fiziki servetin üretimi ve dağıtımını açıkladığımız ve takip ettiğimiz ölçü birimleriyse, o zaman ölçü birimleri ve gerçeklik elbette ki farklı kanunlarla değerlendiremez… Eğer (Fiziki) servet bileşik faizle büyümüyorsa, borç da bileşik faizle büyümemelidir.”

***

Paranın olduğu yerde erimesi istenmiyorsa mudarebe sistemiyle bankaların aracılığıyla ticarete yani kâr- zarara sokulur. Bunun üzerinde ileride duracağız.

Zaten İslam’da zekât şartı ile de paranın olduğu yerde durması istenmemektedir. Bunun başka çözümleri varken illa ki faiz belasına mı bulaşmak gerekir? İslam düzeninde para arzı zekâtla sağlanıyor. Ayrıca faizlerle ve bankaların para yaratmasıyla para arzının büyümesine gerek kalmıyor.

Faizle yatırımlar ters orantılıdır. Yatırımın kazanç haddi, cari faiz haddinden daha az olursa, işadamları yatırım yapmak istemeyecektir. Mevcut sistemde bankaların ise sanayiciyi değil de kendi kâr hadlerini düşündüğü malumdur. Tasarrufları toplarken yatırımları değil alacakları faizleri hesaplarlar. İslamî bankanın üstünlüğü ise buralardadır ve kriz dönemlerinde de müspet rol oynarlar. Kapitalist sistemin kriz doğuran bankaları yerine, mevduat sahiplerini ve ödünç alanları ortak gibi gören, uygun ticari anlaşmalarla kredi açan ve kalkınma, gelişme ve seyyâliyeti olan bankalardır İslamî bankalar.

İktisadı kendi içinde ele alırken, ruh ve ahlaka bağlı alt şube olduğunu tahlili ve terkipçi bir gözle gösteren İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “İktisat ve Ahlak” kitabından bir husus: “Bugün modern İktisat ilminin vardığı neticelerden biri, EN YÜKSEK KALKINMA HIZININ ANCAK FAİZİN SIFIR OLDUĞU NOKTADA GERÇEKLEŞMESİDİR.

Ancak böyle bir durumun gerçekleşebilmesi, İslami bir hayat tarzının bütünüyle hâkim olması ile mümkündür.”

Kapitalist sistem tarafından tüketim çılgınlığı ve borçlanmaların teşviki, temerküz eden sermaye ve faiz ihtirası uğruna olmaktadır. Onlar büyük sermaye baronları(eskinin aristokratlarından daha müreffeh) halk ise self ve köylülerden beter meta hükmünde kölelerdir.

Faiz ve kapitalist sistem oldukça ücretli sınıf artmakta ve işçi-işveren ayırımı keskinleşmektedir. Kitle halindeki işçi-ücretli-emekli sınıfı bir yanda, devletle işbirliği halindeki komprador ve spekülatör sınıfı balkonda. Kimileri lüks sitelerde yaşar ve halkla irtibatını keserken, varoşları ve apartman dairelerini dolduran halk!.. Bu sistemde nerede orta sınıf, nerde halkla iç içe esnaf sınıfı, nerede sosyal adalet?

Faizin, sosyal, kültürel ve ahlaki yıkımları ekonomik yıkımlardan daha ağır olmaktadır. İnsanlardaki adalete güven duygusunun zedelenmesi, birçok ahlaksızlığa rıza durumuna düşülmesi, kara para ve kayıt dışının ve gayrimeşru kazançların artması, hep adaletsiz bir ekonomik düzenin sonuçlarıdır.

Kapitalist düzen beslemesi iktisatçılar, batıcı hayat tarzlarına ve beslendikleri düzene uygun fetvalar bulmak için esasen de dar kafalı olup alternatifli ve devrimci düşünemedikleri için teoriler ve kavramlarla mevcut sistemi yaşatmakta ve bizi de iflas eden teorilerinin peşine takmak istemektedirler. Kimse onlara inanmasa ve dinlemek istemese de! Çünkü hayatın gerçekleri ve sık sık olan krizler devamlı onları yalancı çıkarmaktadır.

Para, gerekli ve faydalı bir mübadele aracıdır ama finans kapitalizmi kötüdür. Paranın fahişeleştirilmesi olan faiz fuhşu çok kötüdür. “Faiz, 72 tür günah içine alır. Ama bunların en hafifi kişinin annesiyle zina etmesi gibidir” hadisini de hatırlatalım...

Para arzı da onların dediği gibi olmak zorunda değildir ve para arzı olmadan da üretim olabilmektedir. Ama onlar domuzlar gibi yiyip tüketmeye ve muhteris tefeci gibi kazanmaya alışmışlar ve ABD’nin jandarmalığına da kavuşmuşlar ya! Onların gözünü ancak toprak doyurur. Bu sözü kuru bir dua olarak söylemiyorum, şu mânâ da söylüyorum: Kapitalist vampirleri ancak devrimci bir aksiyonla ve motive edici alternatif bir sistem fikriyle durdurabilir ve toprağa gömebiliriz. Yoksa bu sömürücü pislikler, biz onları yakamızdan söküp atmadan ve ayaklarımızın altında ezmeden bizim kanımızı emmeyi bırakmazlar.

Allah katında tek din olan İslam, “Ancak müminler kardeştir” derken bunu sadece öğüt olarak değil, iktisadi anlamda da söylemekte ve bu yönde düzenlemeler yapmaktadır. Zekât şartı, faiz yasağı, gelirin bölüşümü ve yardımın teşviki vs ile kardeşlik ekonomik olarak da tesis edilmektedir. İslam’ın kardeşlik emri reeldir ve her sahada geçerlidir. Müslümanların yediği ve içtiğini paylaşmasına kadar. Komşusu aç iken tok yatmayan müminler topluluğunu yetiştirmiştir İslam düzeni. İslam tarihinde bunun birçok örneği vardır. Günümüzün sosyal ve ekonomik yaralarından, düştüğümüz ve düşürüldüğümüz durumlardan neye muhtaç olduğumuzu acı bir şekilde görmekteyiz.

Entropi yasasına göre kâinatta her şey, enerji sağlanmasa bozulmaya gidebilecekken paranın sınırsızlığı ve çekiciliği sayesinde bir de ona faiz bindirilince doymak bilmez bir şekilde sonsuza doğru gitmek istediği gözlenmektedir. İşte burada da faiz yasağının ne kadar önemli olduğunu idrak ediyoruz. Aksi takdirde para, insanı ve toplumu yiyen bir canavara dönüşür ve faiz de bu canavarın bineği olur ve olmaktadır da. Çünkü insan belli bir noktada yemekten biyolojik olarak doyar ve fazlasını kabul etmezken, paradan sonsuza kadar doymamaktadır. İmam-ı Şafi’nin bir sözünde olduğu gibi: “İnsanın iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister.”

İnsanın mal ve para zaafına gem vurmak ve onun bu zaafını doğru mecralara kanalize etmek gerekirken, Batı sistemi insanın bu zaafından istifade etmeyi kâr addetip ve askeri üstünlüğüyle de doymak bilmez sömürü ve işgallere yol açmıştır. Fetih ve sirayet hakkı değil de, sömürü ve sermaye ihtirası olarak…

ABD Merkez Bankası Başkanı “insan tabiatı değişmeyeceğine göre krizler olur” derken, “ekonomik birey” mantığının bütün insanların vasfı olduğunu iddia eder. Batının sakat anlayışına göre insan, çıkarından başka bir şey düşünmeyen hayvandır. Aslında ahlak davasının zaruretini onların bu sözlerinden ve sık sık düşülen krizlerden, dünyadaki zulümden anlamak mümkündür ve esasen iş buraya gelip dayanmıştır. Ama Batı anlayışında bunun çözümü yoktur.

Faizi veren de alan da dinimizde ağır bir şekilde yerilmiştir. Şunu da belirtelim ki, faizi veren faizi alandan daha çok kazanç elde etmektedir, faiz geliri elde edenlerden kat kat fazla onların paralarından nemalanmaktadır. Kredi ile faizin ise ikiz kardeş mesabesinde olduğunu da belirtelim. Çünkü kredinin türevi faiz olmaktadır. “Size biraz kredi verelim” dediler mi, anlamak lazım ki faize bulaştıracaklar.

Kapitalist sistemin ahlakı (!) gereği yardımlaşma ve dayanışmayı öldürdüler, rekabet ve faizi önerdiler. “Gel, konut kredisi verelim, otomobil kredisi verelim, tüketici kredisi al, tatil kredisi al vs.” diyerek herkese ve her şeye faizi bulaştırdılar. Ondan sonra “faizsiz olmuyor” söylemini hayatın hakikati gibi savundular. Kendi doğurdukları ve büyüttükleri pisliği hayatın vazgeçilmezi gibi bize dayattılar. Birçok pisliğin yaygınlaşmasını bize sormadıkları gibi, bizim zaaflarımızdan istifade etmesini devlet aygıtlarıyla sistemli uyguladılar. Ve bunun adına da “özgürlük” ve “serbest piyasa” dediler. Hâlbuki bu serbestlik onların sistemine ve sömürülerine yarıyor. Adalete ve hakça gelir bölüşümüne yaramıyor. Öyle serbestliktense böyle sınırlamalar daha adaletli ve daha huzurlu olabilmektedir. Fakat buna müsaade edilmez. Kanunları ve işbirlikçi zorbaları eliyle yaşatılır düzen...

***

“Faiz, paranın kirasıdır” söylemi de hırsızlığa ve haksızlığa kılıf aramaktan başka bir şey değildir. Ne olursa olsun faizci sistemi savunacaklar ya, bataktan batağa giriyorlar. Hâlbuki ancak bir malın kiraya verilmesi sözkonusu olabilir. Paranın tanımında “kiralık mal” özelliği yoktur. Bilakis para, mal değildir. Para, mübadele ve kıymet ölçüsü ve kıymet taşıyıcısıdır. Para ne kiraya verilebilir, ne satılabilir. Bunun aksini iddia edip parayı niteliği dışında kullanmak, parayı adeta kumar aleti haline getirmektir ve borsa işlemleri ve faiz hesaplarında olan da budur.

Ticaretle kumar aynı şey değildir ve iktisadi hayatı kumara çevirmek düzenbazların, tefecilerin ve alçakların işidir. Maalesef şu anki dünya alçakların, şerefsizlerin ve zalimlerin elindedir.

Paranın bir Yahudi icadı olduğu bilinen bir gerçek, keza kapitalizmin ve onun zıddı antikapitalizmin de. Parayı mal olarak alıp satma mantığının altında Yahudi zekâsı olabilir. Başta kendi dinleri olmak üzere nerede bir din ve nizam görse bozan Yahudi, Hıristiyanlığa da faizi soktuğu gibi İslam’ı da bulandırmak istemekte, fakat başarılı olamamaktadır. Faize fetva vermeye, riba ile sanki farklı şeymiş gibi göstermeye kalkan modern müctehid taslaklarına dikkat etmeli. Sanayileşme ve teknolojinin de finans sistemini ve sermayeyi köpürttüğünü belirtelim. Batının hâkim zihniyetinin pragmatist ve Tanrı tanımaz olduğunu da ilave edelim. Dünyanın geldiği nokta malum, sanayi ve teknoloji her yerde ama işsizlik ve gelir bölüşümünde adaletsizlik ve işçi-patron sınıflaşması yaygın. Efendiler ve köleler. Ve köleler arasında imtiyaz mücadelesi var. Türkiye’ye biçilen rol de sonuncusunda. Bir Müslüman’a emperyalist düzene itibarlı köle olmak için uğraşmak yakışmaz.

Yahudi’ye veya falana suç bulmadan önce şunu belirtelim ki malımıza, namusumuza, kültürümüze, dinimize sahip çıksa idik, bize Yahudi veya başkası hiçbir şey yapamaz ve parayı da ticaretin ve üretimin yakıtı olarak bereketli kullanırdık ve bugün olduğu gibi faizli sistem içinde kazandığının bereketi olmayan ve esasında gözü de doymayan insan derekesine düşmezdik, böyle bir hayatın mahkûmu olmazdık. Her şeyden önce suçu kendimizde görelim ve bu inanç etrafında samimi örgütlenmelere başvuralım.

***

Bizim sistemimizde İslami bankacılık nasıl olacaktır? Bu mevzuu üzerinde duralım: İktisadî nazım rollerini inkâr mümkün olmayan bankalar İslâm sisteminde de olacaktır.

Bankalar, mevduattan saklama ücreti alırken ve kredi açarken, para sahibi ile kredi alan arasında aracı rolü oynar. Bankalar emanetçi, yatırım ortağı, ortaklık aracılığı, masraf karşılığı ödünç verme gibi iktisadî düzenleyici rolleri oynar. Kredi alan ise, faiz değil, banka müessesinin tertip rolü içindeki masraf karşılıklarını verecek, ortaklık durumlarında ise, kâr ve zarar müşterekliği içinde zaten faiz söz konusu değildir.

İslamî banka hesaplarını artırmak için faizli veya karşılıksız tahviller çıkaramaz. Bu şekilde, para değerinin sulandırılmasının ve geniş halk kitlelerinin sırtından değer araklanmasının önüne geçilir.

İslamî bankacılık ancak İslamî bir rejim içinde uygulanırsa başarılı olur, yoksa mevcut bu sistemde verim düşüklülüğü ve başarısızlıklarla karşılaşılır. Bu düzen içindeki faizsiz finans kuruluşlarının faiz oranlarına göre “kâr” dağıttıklarını ve esasen Müslümanların sermayelerini toplamayı amaç edindiklerini de bir eleştiri olarak belirtelim.

İslam sisteminde faiz ve para oyunlarıyla para kazanma ve değerli kağıtlar üretme olmadığı için, İslam bankası, sermayedar olarak gördüğü mevduat sahiplerini elverişli yatırımlara yönlendirecek ve ekonomimizin reel ve güvenilir şekilde büyümesine hizmet edecektir. Banka, bir müteşebbis gibi davranacaktır, borsa oyuncu gibi değil. İslami bankacılık sisteminde yatırım gücü ile finansman gücü muvazenelidir. Endüstri ve ticaretin finansmanına kredi temin eder ve istikrarlar için faiz almayıp teşebbüs kârına ve zararına ortak olur.

Faizin gayrimeşru olduğuna inanılan İslam toplumunda finansman ihtiyacı İslamî bankacılık sisteminin katkılarıyla mudarebe, müşareke, icare ve murabaha usulleriyle pekala ve dinamik planda icra edilebilir. Faiz değil ticaret teşvik edilirken zekât şartı ile de paranın yastık altında kalması önlenip para arzı sağlanmış olur.

Kapitalist sisteme en ciddi karşı oluş ve en reel alternatif İslamî sistemdir. Aslında bu, tabii ve reel olanla, gayritabiî ve sunî olan arasındaki farktır. Fakat ikincisi askeri ayağı ile hâkimdir ve dünyanın bunca yoksulluğuna, işsizlik oranlarına ve gelir dağılımındaki uçurumlara rağmen isyan edilene ve yenisi kurulana kadar tahakküm ve sömürmeye devam edecektir.

Mudarebe sistemi, yani sermaye vererek girişimci ile ortaklık kurma sistemi sayesinde girişimci, bankalardan sermaye bulmakta zorlanmayacaktır. Bu da sermayenin bağımsızlaşarak spekülatif kârlara gitmesine engel olacağı gibi, emekle sermaye arasında süregelen çatışmayı önleyecektir. Artık parası olan faize değil üretime ortak olarak yönelecektir. Ve ortaklık ile ekonomik motivasyon ve katılım artmaktadır. Ekonomiye canlılık böyle temin edilir. Ücretli işçilik ve bağımlı çalışma azalırken, yabancı sermayeye bağımlılık da azalmakta, sosyal dokuyu zenginleştiren ve insani ilişkileri test eden ve kuvvetlendiren bir yapıyı tazammun etmektedir.

Tüketim istikrazı (borçlanması) veya tüketici kredisi mevzusu... Hiçbir gelir üretmemeleri sebebiyle, ortaklık esasları üzerine kurulu İslâm bankalarının böyle masraflar için ödünç vermeleri doğru olmaz. Tüketim için borçlanmalar bankalar eliyle değil de, başka yollardan temin edilebilir: 1. Kişilerin kuracağı kooperatif toplulukları. 2. Devletin kredi büroları. (Borç alanın kendi sabit mallarının depoziti karşılığında verilebilir.)

***

Bankacıların esiri olmamak ve iflaslara yol açmamak için yüzde yüz rezerv para şartı olmalıdır. Bankalar sunî olarak para yaratamayacak ve olmayan para üzerinden kârlar elde edemeyecektir. Böylece reel sektörün (üretici, sanayici, ticaret erbabı vb.) sırtından para kazanmak yerine reel sektörü sırtına alacak ve ülke ekonomisi katma değerli ve üretime dayalı bir canlılık yakalayacaktır. İstihdam sorunundan ve büyüme ve kalkınmaya, hakça bölüşüme kadar birçok sorunun çözümüne de katkı sağlayacaktır.

IMF ve Dünya Bankası gibi sömürücü ve kemirici yapılanmaların borçlanmayı teşvik etmesi, faiz gelirlerini artırmak ve ülkeleri vesayet altına almak içindir. Batı sömürgeciliği küresel bir para sistemi ile ayakta durmaktadır.

İz Yayıncılıktan çıkan “ Faiz Sorunu” isimli eserde meseleyi günümüz argümanlarıyla ve bankacılık sistemini kirli yönleriyle irdeleyen Tarık el-Divanî, Batının borçlandırma niyetlerini de şöyle gözler önüne serer:

“Batılı finansal düzeni motive eden şeyler hakkında bir tahkikat yapsak, bunların başında borç alan müşteriler üzerinde siyasi güç kullanma isteğinin olduğu konusunda şüphemiz kalmaz. Politika değişikliğine mukabil kredi yardımı vakalarından biri olan 1997 Asya Finansal Krizi, yine böyle bir fırsat sunmuştur. Geçen elli yılda bunu birçok kereler gördük. Bu belki “şarta bağlı olma”, ya da “yapısal düzeltme” gibi adlarla birçok değişik şekilde giydirilip süslenebilir, fakat kısmî rezerv bankacılığı asla sorunun kaynağı olarak zikredilmez. Nihayetinde daha fazla kredi verilir, toplamda geri ödenemeyeceğini gördüğümüz krediler. IMF ya da Dünya Bankası yardımı alıp da sonrasında borcundan kurtulan hiçbir gelişmekte olan ülke bilmiyorum. Batı sömürgeciliği günümüzde ordulardan çok daha fazla küresel para sistemine dayanmaktadır.”

Bu satırlara, ordu ayağı olmazsa küresel para sistemi ülkelere dayatılamaz ve uluslararası sermaye ve ticaret kendi kontrollerinde yürütülemezdi tesbitimizi ekleyelim. Finans dünyasındaki istikrarsızlığa ve spekülatörlere karşı, gerçek altın standardını önerir Tarık el-Divanî. Kısmi rezerv bankacılığının hatalarının altın standardına yüklendiğini ama tersinin doğru olduğunu iddia eder.

Şu hususu da üzülerek belirtelim ki, takım tutar gibi herkes kendi yandaşını savunuyor ve hakikat ortadan kayboluyor. Maalesef kuru politikaların esiri olunuyor. Ne meselelere bir katkı sağlanıyor, ne de insana ve Müslümanlar’a katkı sağlanıyor. İslam’a nisbetle bir sistem etrafında konuşulup üretilmediği zaman, eleştiriler de günah çıkarmaktan ve eleştirdiklerimizin şuur süzgecinden onlara karşı çıkmaktan başka bir mânâ ifade etmiyor. Bu da onların ekmeğine yağ sürüyor ve krizlere rağmen sistemlerini yaşatıyor.

BD-İBDA fikir, ahlak, siyaset ve iktisat sistemi, çağımızın insan ve toplum meselelerine çözümler sunmasına ve anlaşılır olmasına rağmen, kapitalist sistem bataklığındaki Müslüman veya laiklere göre anlaşılamaz ve aydaki fikirler kadar uzaktır.

Millet olarak aşk, vecd, estetik ve diyalektik sahalarında öncü fikir ve inanış manzumesi etrafında motivasyon sağlanacağı gibi, ekonomik kalkınma ve sosyal refah ve huzur, bu motivasyon etrafında cereyan eder. Batının güdümünde ve onların alt şubesi olarak ne milli kalkınma olur, ne de millet olur. Tarihî ve kültürel değerlerle maddî ve fizikî değerlerin birleştirilmesiyle doğacak yeni fikir ve organizasyon, fizikî açlıkla beraber her türlü açlığımızın çaresi olacaktır.

İnsanca yaşamanın manevî şartlarından mahrum Batı, kültürel, siyâsî, iktisâdi ve benzeri bazda kendi hakikatinin ürettiği bir dizi olguyu, kitle iletişim araçlarını da kullanarak dünyanın üzerine boşaltıyor. Bir şeyi endüstri hâline getirdiğiniz zaman artık ondan vazgeçmeniz de mümkün olmaz. Yanlışın kendi doğrularını doğurduğu bir sistemde ısrar etmek zorunda kalırsınız. Diğer sektörler gibi bankacılık sistemi de bu sektörlerden biri. Ne yazık ki İslâmî toplumlar da artık kendilerine has bir şuura sahip değillerdir. Batının teknolojilerini ithal etmektedirler. İdeolojiler de artık devletin elinde bir güdümleme aracıdır.

Baran Dergisi 331.Sayı