Batı için, İslâmî perspektife yakınlaşmak ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yarım kalan işi tamamlamak üzere, madde ve makine barbarlığından çıkıp, İslâm ile müşerref olarak medenileşme fırsatı doğmuştur.
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Kemalizm'in asıl buğz edilmesi gereken tarafı olarak “idrakleri iğdiş etmesini” gösterir. İdraklerin iğdiş edilmesi birçoklarının zannettiği gibi anlayamamak değil, bilâkis bir şeyin esasını, mahiyetini ve hakikatini yanlış anlamaktır. Cumhuriyetle beraber yerleşen Kemalist rejimin milletimizde meydana getirdiği esas tahribat, başta Avrupa olmak üzere, küfrün esasını, mahiyetini ve hakikatini bize yanlış bir şekilde lanse etmiş olmasıdır.
Yalnız bizde mi? Değil tabiî. İslâm âleminin geri kalanında da hâkimiyet tesis eden sömürgeci Batılılar, Türkiye’de Kemalistlerin yaptığı işi Müslüman dünyasının tamamında ayniyle uygulamış ve Müslümanların idraklerinin iğdiş edilmesi Türkiye ile de sınırlı kalmamıştır.
***
Üstad Necip Fazıl, Batı düşüncesini şu şekilde formülleştirir: “Yunan aklı + Roma nizamı + Hristiyanlık ahlâkı.”
Yunan aklı ile Roma nizamına bakış üzerinde pek durulmasa da, Üstad’ın bu terkibinden mülhem Batıya bakışta tekerlemecilikten kaynaklanan bir sakatlık hasıl olmuştur. Pek çokları kolayına geldiği için bu terkibi başa alır ve ardından İslâm’a Hristiyan oldukları için düşmanlık eden, Hristiyanlık akidesine sıkısıkıya bağlı bir Batı imajı çizmeye çalışır. Batı’yı “biraz” tetkik edenler, onlarda herhangi bir din hassasiyetine tesadüf etmediklerinden bu terkibi yanlış bulurlar. Batı’yı derinliğine tetkik edenler ise Üstad Necib Fazıl’ın Hristiyan ahlâkı derken kastettiği mânânın, Batı’nın müşterek paydası hâline gelmiş, etrafında birleştikleri bir hissi müşterek olduğunu, bunun da bugünden bakılacak olursa Yahudi-Hristiyan kültürüne dönüştüğünü, Batı’nın izlediği ferdî, içtimâî ve devlet planındaki bütün siyasetin temelini, yâni dünya düzeninin temelini de bu kültürün teşkil ettiğini göreceklerdir.
Batı ve dünya bu kültürden bilhassa teknik planda müsbet faydalar devşirdiği gibi, bizim inancımız dolayısıyla karşısında durduğumuz liberalizm (bugün anlaşıldığı mânâsıyla), kapitalizm, komünizm gibi fikirler, sömürgecilik, medenileştirme adında gerçekleştirilen vahşetler ve LGBT gibi insan fıtratına aykırı sapkınlıklar hep bu kültür ikliminde yetişmeye fırsat bulmuşlardır. Yâni maddî planda faydalı; fakat iş ruhî plana döndüğü vakit fert ve cemiyet hayatının her planında hadım bir iklim-kültürdür bu…
Kaygılanıyorlar
Batılı iki maddeci kafa arasında cereyan eden Soğuk Savaş’ı, işi ruhî plana taşıyıp, maddî olanı ruhî olana göre yerine koyan taraf değil, maddeye ve tekniğe daha fazla nüfuz eden ve bu sayede de cemiyetinin hayvan konforunu en yüksek seviyede tutabilen taraf kazandı.
Bunun neticesi olarak da kazananın topyekûn haklı olduğu idraki işlemeye başladı. Şu başta bahsettiğimiz iğdiş edilmiş idrak çeşitlerinden biridir bu, kazananın haklı olması. Bu sefer bütün insanlık dümeni teknik ve maddî olandan elde edilen konformizm istikametine kırdı.
Şimdi, bu anlayışın en bariz neticesini başta Avrupa olmak üzere Batı’nın demografisinde görmek mümkün. Avrupalı konforu kaçmasın diye evlenmiyor, çocuk bakma meşakkatine katlanmamak için çoğalmıyor ve bunun neticesinde de bir devletin, milletin esas gücünü teşkil eden emeğin kaynağı olan nüfusları gittikçe yaşlanıyor ve azalıyor.
Emek gücünü ikâme edebilmek için Batı’ya kabul edilen başta Müslümanlar olmak üzere yabancılar ise her geçen gün çoğalarak, Avrupa’nın yukarıda izah ettiğimiz, izlediği siyasî, iktisadî, hukukî ve sair tüm siyasetin kaynağını teşkil eden Yahudi-Hristiyan kültürünü tehdit ediyor.
Kaygılanmakta Haklılar
Avrupa’da İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan gibi kıtanın yerleşik milletlerinin nüfusları konformizm dolayısıyla her geçen gün yaşlanır ve erirken, ortaya çıkan nüfus ihtiyacını gidermek için kıtaya getirilen Müslümanların nüfusu ise tam aksine artıyor.
Bugün Avrupa'da 30 ülkede tahminen 25 milyon 800 bin Müslüman yaşıyor. 2016 senesinde yapılan bir çalışmaya göre Müslümanlar, Avrupa nüfusunun yaklaşık yüzde 5'ini oluşturuyor. Bu sayı 2010'da 19 milyon 500 bin olarak hesaplanmıştı.
2014'te başlayan göç dalgasıyla çoğu Suriye, Irak ve Afganistan'dan Avrupa'ya her yıl yarım milyon insan sığınmıştı.
Araştırma şirketi PEW, bu verilere dayanarak 2050 yılı için öngörülerde bulunmuş ve bunları yayınlamıştı. Araştırma merkezi PEW üç senaryoya göre tahmin yürüttü. İlki sıfır göç olasılığına dayanıyor;
Önümüzdeki 35 yıl hiç göç yaşanmazsa Avrupa'nın Müslüman nüfusu yüzde 4.9'dan 7.4'e çıkacak. Kıbrıs dışarıda tutulduğunda en kalabalık Müslüman nüfusa yüzde 12,7 oranıyla Fransa ev sahipliği yapacak.
İkinci senaryo sığınmacı akınının durması ancak diğer sebeplerden (yerleşik nüfusun giderek azalması dolayısıyla iş gücü ikamesi için mülteci kabulü gibi) göçün devam etmesine dayanıyor. En olası görünen senaryoya göre Batı Avrupa ülkelerinde Müslüman nüfusunda büyük bir sıçrama yaşanması bekleniyor. Buna göre İsveç'te Müslüman nüfusun genele oranı yüzde 20.5'i, İngiltere'de yüzde 16.7'yi, Finlandiya'da yüzde 11.4’ü bulması bekleniyor.
Üçüncü senaryo, yoğun göçün 2050'ye kadar sürmesi ihtimaline dayanıyor. Bu senaryoya göre 35 yıl sonra Müslümanların nüfusa oranı İsveç'te yüzde 30.6’yı, Finlandiya'da yüzde 15'i, Norveç'te yüzde 17'yi bulacak. Almanya'da da Müslümanların oranı yüzde 20'ye çıkacak. Doğu Avrupa'da ise Macaristan ve Yunanistan dışında kayda değer bir yükseliş gözlenmeyecek.
Avrupa'nın Müslüman nüfusu sadece göçle artmıyor. Müslümanların doğum oranı da diğer dinlerin mensuplarına göre yüksek. Müslümanlar ayrıca Avrupa'nın genç nüfusunu oluşturuyor.
Müslümanların Avrupa'daki sayısının 44 milyonu, ABD'de ise 5 milyonu aştığına dikkat çeken Küresel Müslüman Diaspora Raporu'na göre 2030 yılında Avrupa nüfusunun yüzde 8'i, Amerika nüfusunun ise yüzde 2.1'i Müslümanlardan oluşacak.
Avrupa Yanlış Yoldan Gidiyor
Bu vaziyete karşı Avrupa çeşitli tedbirler almaya çalışıyor. Türkiye’nin Suriye, Irak, Afganistan, Hindistan ve Kuzey Afrika’dan gelen mülteci yükünü üstlenmesi ile alâkalı olarak izledikleri siyaseti buna misâl olarak gösterebiliriz. Bu, yerinde bir tedbir olabilir; fakat hâlihazırda ülkelerinde olan Müslümanlara karşı izledikleri siyaset ise son derece yıkıcı bir potansiyeli bünyesinde barındırıyor.
Buna misâl olarak, “Cumhuriyet Değerlerine Saygıyı Güçlendiren Prensipler” tasarısının yasalaştığı Fransa’da, Loire bölgesindeki caminin imamının, bayram namazı hutbesinde okuduğu ayet ve hadis “Cumhuriyet değerlerine aykırı” görüldüğü gerekçesiyle İçişleri Bakanı Gerald Darmanin’in emriyle görevinden alınmasını verebiliriz. Saint-Chamond Ulu Camisi'nin imamı, bayram hutbesinde verdiği vaazda, Ahzab Suresi'nden İslam Peygamberi’nin eşlerine hitap eden ayetlerle bir hadis paylaştı. Cumhuriyetçiler Partisinden Belediye Konseyi üyesi Isabelle Surply’in vaazın videosunu internette paylaşmasının ardından İçişleri Bakanı Darmanin, “bu ifadeleri kabul edilemez bulduğu” ve “cinsiyet eşitliğine aykırı gördüğü” gerekçesiyle Loire Valiliği’nden imamın görevine son verilmesini ve oturma izninin yenilenmemesinin sağlanmasını istedi.
Ülke içinde yaşayan bir inancın mensublarının, kendi inancının esasını teşkil eden ayet-i kerimeyi okuması dolayısıyla böyle bir uygulamaya gidilmesi ne akılla, ne bilimle, ne de dinle falan izah edilemez.
Türkiye’de bir kilisede okunan İncil dolayısıyla İçişleri Bakanlığı’nın soruşturma başlattığını bir düşünsenize. Kıyameti koparırlar değil mi?
Yine diğer Avrupa ülkelerinde de bu ve buna benzer bir sürü hareketin Müslümanlara karşı sergilendiğini yakinen görmekte ve bilmekteyiz.
İslâm ile Meseleleri Dinî Değil Siyasî
Burada şimdi işin esasına dönelim. Avrupalıların esasında İslâm’ın kendisi ile bir dertleri yok. Onların esas derdi, etrafında birliktelik sağladıkları hissi müşterek olan, adına Hristiyanlık dedikleri Yahudi-Hristiyan kültürünün tahrib olması ve bundan duydukları korku. Biraz daha bahsi açacak olursak, bugün hâkim konumda olmalarına vesile teşkil eden dünya düzeninin bekasından endişeliler. İslâm’ın bunu tehdit ettiğini görüyorlar.
Hatırlarsanız geçtiğimiz aylarda Fransa’da emekli askerler bir bildiri yayınlamış ve “sağ” görüş kisvesi altında İslâm’ın Fransa’yı Fransa yapan değerleri tehdit ettiğinden dem vurarak Cumhurbaşkanı Macron’u pasiflikle suçlamışlardı.
Mademki söz Fransa’dan açıldı, oradan devam edelim. Fransa’yı Fransa yaptığı iddia edilen değerler diyorlar, bu değerleri say desen Fransız İhtilâli sürecinde ortaya çıkan, bugün hiçbir hükmü kalmamış değerleri saymaya koyulurlar. Oysaki o bahsettikleri değerler zaten ortadan kalkmış ve onların yerini sömürgecilik, işgalcilik ve kapitalist zihniyet çoktan almıştır. Bunun en bariz delili Fransızların tarih sahnesindeki ehemmiyetlerini siyasî, iktisadî, edebî ve sanat planlarında yitirmiş olmaları değil midir?
Hep böyle tehdit altındaki Avrupaî bir değerler silsilesini öne sürüyorlar. İşin kötü yanı, Müslümanlar da iğdiş edilmiş idrakleri sebebiyle Batılıların adeta bir illüzyon gibi aslı astarı olmamasına rağmen öne sürmüş olduğu bu değerler silsilesi karşısında kendilerini ezik hissediyorlar.
Oysaki biz, coğrafî keşiflerden beri Batının hümanizm, insan hakları, demokrasi gibi maskeler arasına gizlemeye çalıştığı sırtlan yüzünü çok iyi biliyoruz. Sergiledikleri barbarlığa da Birinci Dünya Savaşı münasebetiyle bizzat şahidiz.
Görüldüğü üzere İslâm insanlık için müsbet olanı değil, zaten menfi olanı tehdit ediyor. Ve hal bir din için bundan daha tabiî ne olabilir ki?
Avrupa İçin Sıçrama Fırsatı
Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra içine düştüğü esas krizin gerekçesi olarak, madde ve tekniğin hakimiyetini tescillerken, bu iki planda meydana gelen terakkiyi ruhî müeyyidelere bağlayamaması ve her geçen gün beşerî olandan uzaklaşması şeklinde değerlendirilebiliriz. Bugün Avrupa ve Amerika’da hızla yükselen Müslüman nüfus ile iç savaş hayalleri kurmak yerine, Batı için, İslâmî perspektife yakınlaşmak ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yarım kalan işi tamamlamak üzere, madde ve makine barbarlığından çıkıp, İslâm ile müşerref olarak medenileşme fırsatı doğmuştur.
Bu cümleden de görüleceği üzere, Batı’nın önünde iki seçenek vardır. Birinci seçenekte Batı Müslümanlar ile bir iç çatışmaya girecek ve konformist, yaşlı, hamle kudretinden düşmüş insanıyla beraber bu savaşı mutlaka kaybedecek. İkinci seçenekte ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra madde ve makinedeki terakkinin süratine kapılıp, tümünün yıkımına neden olduğu beşerî müesseseleri İslâm ile yeniden ihdas etmenin yoluna bakacak.
Batıda demokrasi var ya, seçim de onların tabiî. Batı, madde ve makine planından elde ettiği güce dayanan barbarlığı artık terk etmek yoluna gitmeli ve medenileşmeye artık daha fazla direnmemeli.
Müslümanlar da zihinlerini arındırmalı, Batı’nın kendi içinde ve dışındaki Müslümanlara bakışını bu çerçeve içinde değerlendirmelidir.