Her yeni mesele birçok veçhesiyle ele alınıp çözümlenmeye muhtaçtır. Herhangi bir hadiseye tek bir açıdan bakarak tahlil etmek, bizi doğru neticeye ulaştırmaz. Çeşitli veçhelerin kendi aralarında oluşturduğu dengeyi görmek ve hadisenin belli bir mihrak etrafında fayda-zarar hesabını yapmak gerekir. Bizim fayda-zarar hesabımızın mihrakında ise İslâm’ın ve Müslümanların menfaati bulunmaktadır.
Son günlerde tartışma konusu olan “Ak Saray” meselesine de çeşitli veçhelerden bakmak gerekiyor. Bu çeşitli veçheleri tesbit ederken belli bir fikir etrafında oluşmuş tenkit şuurunu kullanmamız gerektiğini de unutmayalım.
“Yeni Türkiye” söylemleri ve kemikleşmiş Türkiye Cumhuriyeti yapısında alttan alta değişimler yaşanması olumlu gelişmelerden. Lakin Yeni Türkiye’nin hangi eksen çerçevesinde bina edileceği, hangi fikrî alt yapıya nispetle ibda ve inşâ edileceği tam bir muamma. Bu konuda herhangi bir çalışma veya gizli bir proje var mı, onu da bilmiyoruz. Varsa bunun yüzde yüz millî ve yerli, devlet ile milleti bütünleştirecek orijinal bir ideoloji ile mümkün olabileceği ihtarını da yapalım.
“Ak Saray” Türkiye’deki hangi kemikleşmiş anlayışa darbedir, şeklinde sorulacak soruya en net cevap bizce şudur: Ak Saray, Türkiye’deki İslâm düşmanı laik anlayışın “sembolü” haline gelmiş olan Çankaya’yı tarihe gömüyor. Kemalist rejimin artıkları bir bir temizlenirken aslında R. Tayyip Erdoğan’ın halk oylaması ile Cumhurbaşkanı seçilmesi, “kendi halkına düşman” Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’nin yapı olarak son bulduğunun ve yeni bir Cumhuriyet devresine girildiğinin göstergesi. Keza Erdoğan’ın köşke çıkmadan önce mecliste ve Anıtkabir’de “Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı” vurgusunu tekrar tekrar yapması da manidar. Ve bugün İslâm düşmanlığıyla tanınan tüm iç ve dış yapıların saldırılarının sebebi de Kemalist Türkiye Cumhuriyeti döneminin sona ermesi…
Saray meselesi etrafında yapılan tartışmaların ve bu yapıya karşı çıkılırken içine girilen psikolojinin kaynağının da İslâm düşmanlığı olduğu aşikâr. Elbette, samimi olarak devletin parasının çok da zaruri olmayan yerlere harcanmasına karşı çıkanları tenzih etmek lazım. Lakin elin Amerikalısı, İngiliz’i medyasında “Osmanlı geri dönüyor”, “Erdoğan Sultanlığını ilan etti” gibi manşetler kullanıyorsa, orada bir durup düşünmek lazım. Neticede siyaset algı operasyonlarıyla yürütülür ve Batı’da böyle bir algının meydana gelmesi bile aslında endişe duydukları tek şeyin İslâm olduğunu bizlere izah etmeye yeterlidir. Bu endişenin sebebi de elbette emperyalizme karşı durabilecek tek tezin “tezlerin tezi İslâm” olmasıdır.
Batı İslâm’ın gelişinden korkuyor, Türkiye’nin aslına dönmesini istemiyor. Türkiye’yi idare edenlerin, bu korkuyu yatıştırmak adına yanlış tavırlara bürünmesi ve “bizden korkmayın; biz Müslüman halkın ağzına bir parmak bal çalmak için bu gibi şeyleri yapıyoruz” mealinde açıklamalar yapması hiç de doğru bir siyaset değil. Emperyalistlerin korkuları üzerine kendinden emin tavırlarla yürümeyi ve endişe etmekte ne kadar haklı olduklarını göstermeyi kendilerine vazife edinmelidir idarecilerimiz.
Saray meselesi etrafında devlet idaresini ellerinden kaçıran ve bunun acısı ile her şeye saldıran Kemalist güruhu da düşünecek olursak, pek de eleştirmemek gerektiğini söyleyebiliriz. Netice olarak kâle alıp meşruiyet kazanmalarına zemin hazırlamamalı. Yüz yıla yakın süredir “Hak ve halk” düşmanlığı ile nam salmış bu adamların “devletin parası çarçur ediliyor”, “vatandaşın hakkı yeniliyor” gibi hiç umursamayacakları durumları umursarmış gibi görünmelerine prim vermemek lazım. Adama sormazlar mı “kardeşim senelerce bu devleti yönettiniz sizin kadar halkın parasını gasp eden, değerlerine saldıran başka kimse oldu mu?” diye. Ne çabuk unuttunuz II. Dünya savaşı yıllarında, iktisadî buhranın tavan yaptığı demlerde Anıtkabir adlı mezkûr yapının devletin tüm kaynaklarını seferber ederek, halkı aç bırakma pahasına inşâ edildiğini… Pardon, pardon karıştırdık bizim söylediğimiz Türkiye’de değil, muz cumhuriyetlerinden birinde olmuştu.
Saray meselesinde salt destekliyor yahut salt karşı çıkıyor gibi bir durumda değiliz. Eleştirimiz sadece şu olabilir: Böyle bir saraya yakışan bir rejimin memlekete hakim olması gerekir. Aksi halde, bundan daha iyisini yapsanız da boş. İsraf vs. iddialara da çok iştirak etmiyoruz. Neticede buraya harcanan para yurt dışına gitmiyor, ülke ekonomisine katkuda bulunuyor. Bu eleştiriye gelene kadar faize ödenen paralar, ithalat-ihracat dengesizliği, gelir dağılımı adaletsizliği gibi meseleler iktisadî eleştiri bakımından daha ön planda yerini alır.
Neticede bu yeni yapı kimsenin şahsî mekânı değil, devletin bir malıdır. Umarız, dosta ümit ettirdiği, düşmana vehmettirdiği mânâyı da en kısa zamanda bürünür.
Baran Dergisi 410. Sayısı