Ümit ve Korku Ekseninde Berzahtan Taşan Mânâ:
Ahid Sandığı veya Tabut-u Sekîne (5)

“Sekînenin İbranicedeki karşılığı şekinadır ve bazı şarkiyatçılara göre sekînenin de aslını bu kelime oluşturmaktadır (Goldziher, XXVI [1983], s. 143). Tanrı’nın yeryüzündeki tezahürünü ya da mevcudiyetini ifade eden kelime “yerleşmek, oturmak” mânâsındaki “şkn” kökünden gelmektedir (Koehler – Baumgartner, IV, 1496). Fiil biçimi dışında Eski Ahid’de yer almayan şekina, Talmud ve Midraş literatüründe antropomorfik(1) ifadelerin geçtiği Eski Ahid pasajlarına atıfla Tanrı kelimesi karşılığında kullanılmıştır. Bunların başında Tanrı’nın (bazen de isminin) toplanma çadırında, İsrâiloğulları’nın arasında, Kudüs’te, mâbedde ve Sina’da oturduğunu ifade eden pasajlar gelmektedir (Çıkış, 25 / 8; Sayılar, 5 / 3; Tesniye, 12 / 11; I. Krallar, 6 / 13; İşaya, 8 / 18; Hezekiel, 43 / 7, 9; Zekarya, 8 / 3). Talmud’da Tanrı’nın yüzünü, şanını ve kutsallığını belirtmek için şekina kelimesi kullanılmış, Eski Ahid’in Aramice tercümeleri olan Targumlar’da ise bu kavramlar memra (kelime=logos) veya yekara (şan) ile karşılanmıştır. Talmud, şekinanın tahtının göklerde olduğunu ifade etmekle birlikte yeryüzünün çeşitli bölgelerine (Aden Bahçesi, Bâbil, Sodom, Mısır, Kızıldeniz, vb.) bazan bir bulut görünümünde indiğinden, Hz. Mûsâ’nın müşahede ettiği yanan çalılıkta (Tesniye, 33/16; Exodus Rabbah, 2) ve İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkarken yanlarına aldıkları iki sandıktan birinde mevcut olduğundan ve Nûh oğulları içinde sadece Sâm’ın çadırları (Sâm soyu) üzerinde tecelli ettiğinden bahsetmektedir (Sotah, 13a; Yoma, 10a, krş. Tekvîn, 9 / 27). Özellikle Ken’ân toprakları (Siyon) ve sadece İsrail kavmi, bilhassa kohenler şekinayı taşıyabilecek kutsallıkta kabul edilmiş, mâbedin şekina için yapıldığı ve şekinanın mâbedin en kutsal bölümünde bulunduğu belirtilmiştir (Shabbath, 22b). İsrail kavmi sürgünde iken onlarla birlikte sürgüne giden ve onlarla birlikte kurtuluşu bekleyen şekinanın ikinci mâbedde mevcut olmadığına ve dünyanın sonunda tekrar yeryüzüne ineceğine inanılmıştır. İnsanlara ışık ve ses biçiminde görünen şekinanın kanatlarından da sıkça bahsedilmiş, bazen güvercin şeklinde (kutsal ruh) tasvir edilmiştir (Sotah, 9b; Shabbath, 31a; krş. Matta, 3 / 16; Luka, 2 / 9; Yuhanna, 1 / 32). Peygamberlerle konuştuğu belirtilen şekinanın koruyucu özelliğine de atıf yapılmıştır (Shabbath, 12b).”(2)

Parantez: Yukarıda belirtildiği üzere, sekînenin İbranicedeki karşılığı şekinadır. Tanrı’nın yeryüzündeki tezahürünü ya da mevcudiyetini ifade eden kelime, “yerleşmek, oturmak” mânasındaki “şkn” kökünden gelmektedir. Tedaisi, “istiva(3) kavramıyla da ilintili olarak, “arş ve arş altı kürsî” mânâsı üzerinden “Abdülhakîm Koltuğu”!.. (Not: Arapçadaki Sin harfi İbranicede Şın olarak geçer. Sin ve Şın?.. Müstakil olarak Sin ve Şın, “İnsan” ve “Fikir” olarak da okunabilir. Şın ve Sin örtüşmesi, “Lisan, ayniyle insan!” mânâsı üzerinden “suret mânânın aynıdır” noktasında “İnsan” olarak belirmekle birlikte, “İnsan ve Fikir”, yani Sin ve Şın’ın ebced değerlerinin toplamının 360, yâni “İnsanî kâmil” mânâsına “İniş ve Çıkış”ın “Davud Yıldızı”nda görünüşünü de yansıtan “Adam Kodman” üzerinden çemberin iç açılarının toplamına denk gelmesi, bunun da “sıfır, nokta, siyah, ben, ruh, halka, delik” mânâları üzerinden “Abdülhâkîm Koltuğu” ile ilişkili olması çok dikkat çekicidir. “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesi çerçevesinde düşünüldüğünde ise, “farz, gereklilik / zorunluluk” mânâları da cabası. “Arş ve arş altı kürsî” ile “Levh-i Mahfuz” arasındaki ilişkinin “İstiva” kavramıyla olan yakîn ilişkisi dikkate alındığında, “Ahid sandığı” veya “Tabut-u sekîne”nin (şekina!) aslında “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden bir mânâda olduğu pekâlâ düşünülebilir. “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”nın ne büyük bir nimet olduğu artık anlaşılsın!)

Not: Şekina ve kelime kökeni olarak “şkn”? Kuvvetle muhtemel, “Aşkenaz, Eşkenaz, Eskenazi, Eskinazi” vb. gibi kelimeler de “şkn” kökünden türetilmişlerdir.  Ekşi Sözlük’te, bir yahudi soyadı olan Eskinazi’nin “nazi iken yahudiliğe dönmüş kişi” olarak geçer. Bu arada, Türkiye’deki Eşkenazilerin pek çoğunun İzmirli olduğu bilinmektedir. İzmir’in niçin CHP’nin kalesi olduğu şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Başlangıcında Ehl-i Sünnet olan Bektaşiliği İbn-i Sebe mizacı üzerinden Alevîliğe dönüştürdükten kısa bir zaman sonra, meselâ Yaniçerilerin sapkınlaştırılması üzerinden takiyye yaparak kendisini gizleyen Yahudi, -ki Ermeniler içerisinde de Pakraduni (Ermeni görünümlü gizli Yahudiler)(4) olarak bilinirler-, halihazırda “Beyaz Türk” (Sebatayist!) kisvesi altında başta CHP olmak üzere, pek çok siyasî, iktisadî ve içtimâî örgütlenmeler içerisinde kendilerini gizlemeye devam etmektedirler. Sebatayistlerin atası olan Sebatay Sevi(5), İzmir doğumludur (m. 1626). Gerçi Sabatay Sevi’nin ismi üzerinde de biraz durmak gerekiyor. Esas ismi “Sabtay Svi” olan Sebatay Sevi’nin isminin kelime kökeninde Şabat veya Sebt vardır. Sabt, Yahudilikte “kutsal gün” olan cumartesi ile doğrudan ilişkilidir.(6) Nitekim Şabat veya Sebt, Yahudilerin dinlenme günü olan Cumartesi gününü ifade eder. Bu mevzu çok su kaldırır. Ama teğet geçmek durumundayız. “Kurtuluş savaşı mücadelesi” şartlarında, meselâ “Düşmanı denize döktük!” yalanına inananlar bir tarafa, Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonra, meselâ kripto Yahudi Koç ve benzerlerinin devlet eliyle zenginleştirilmesinin yolunun açılması, her nedense İzmir merkezlidir. 17 Şubat- 4 Mart 1923 tarihleri arasında gerçekleştirilen “İzmir İktisat Kongresi”, Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulan Türkiye’nin ilk ekonomi ve sosyal kongresi olarak bilinir.(7) Bütün bunlardan sonra, bir CHP projesi olan “Yahudi şeyi Fettoş”un CHP şeysi Kasım Gülek’in şahsında İzmir’de palazlandırıldığını da hatırlatmakta büyük fayda vardır. Ve bugün, Kürtçü, Türkçü ve İslâmcı işbirlikçi hainler tarafından gerçekleştirilen ve “İzmir Mutabakatı” olarak da okunabilecek organize işlere bu çerçeveden bakıldığında daha bir anlamlı olmaktadır. Denilebilir ki, “1919 şartlarındayız!” doğrusundan hareketle o gün olduğu gibi bugün de İzmir(8), (Mir’in izi!), “gayesine ermemiş ve savaş bitmemiştir” diyenler adına, gerçek düşmanını denize dökmek için sabırsızlanmaktadır.

Not: Sabatay Sevi, Yahudilerin pek çoğu tarafından “Mesih” olarak kabul edilmektedir. Sabatay Sevi’nin soyadının niçin Levi değil de Sevi olarak ortaya çıktığı benim için bir merak konusudur. Öyle ya; Levililer, kutsal emanet olan “Ahid sandığı” veya “Tabut-u sekîne”yi taşımakla görevli olduklarına inanıyorlar. Sabatay Sevi ise Mesih olduğunu iddia etmektedir. Diğer taraftan, “şkn” kökünden türetilme ihtimali çok yüksek olan “Aşkenaz” kelimesi İbranicede “Almanya” kelimesiyle ilişkilidir. Nitekim “Sefarad” kelimesi de İbranicede “İspanya” kelimesiyle ilişkilidir.(9) Yine kuvvetle muhtemel, Nazi Almanyasında kripto Yahudilerin daha sonra kendilerini açık etmeleri üzerine Eskinazi ismi gündeme gelmiş veya getirilmiştir. Bilindiği üzere, Türkiye’deki yahudilerin pek çoğu Sefarad’tır. Halbuki, sadece İspanya’dan değil Orta ve Doğu Avrupa’dan da Türkiye’ye bir çok kitlesel yahudi göçü olmuştur. Bu göçler sonrası Türkiye’ye yerleşen yahudilerin bir kısmı, kökenlerini göstermesi bakımından eskenazi, eskinazi, eşkenaz vs. gibi soyadları almışlardır. Ahbes üzerinden Almanya’dan getirilen Yahudiler de büyük bir ihtimalle Eşkenazi, yani Eskinazi, Eski Nazi, yani Nazi Almanyasındaki “Nazi görünümlü Yahudiler”dir. Holokost üzerinden mağdur edebiyatı yapan Yahudilerin aslında hiç de mağdur edilmedikleri, esas katledilenlerin Yahudi eliyle veya dürtüklemesiyle gerçekleştirildiği üzerinde çok ciddi bir araştırma yapmak lazım geldiği kanaatindeyim.

Not: İbranice’de “Ahid’in Çocukları” anlamına gelen B’nai B’rith, dünyanın en etkili siyonist teşkilatı olarak bilinir. Sadece Yahudilerin üye olabildiği örgüt, 1843’te New York’ta kurulmuştur.”(10)

Not: “Aşkenaz” terimi İbranicede “Almanya”, “Sefarad” da “İspanya” kelimesinden türetilmiştir. Uluslararası Yahudi dili olarak bilinen Yidiş aslında Almanca ve İbranice’den gelen Aşkenaz Yahudilerinin dilidir. Sefaradların kullandığı dil olan Ladino ise, kökleri İspanyolca ve İbranice’den gelen bir dildir.(11)

Evet; Aşkenazlar Almanya, Fransa ve Doğu Avrupa’da yaşayan veya onların soyundan gelen Yahudilerdir. Sefaradlar ise İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan, Türkiye, kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaşayan Yahudiler ve onların soyundan gelenler. Bir tarih bilgisi olarak söylemek gerekirse, 1400’lere kadar İberik yarımadası, kuzey Afrika ve Ortadoğu, Yahudilerin seyahat etmelerini genel olarak serbest bırakan Müslümanların kontrolü altındaydı. Yahudiler 1492’de Hıristiyan hükümdarlar tarafından İspanya’dan kovulunca, birçoğu Hollanda, İtalya, Balkanlar, Türkiye (Osmanlı İmparatorluğu), kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgelerindeki toplumlar tarafından kabul edildiler. Bu arada, mukadderata taalluk eden noktalamaları bir kenara bırakacak olursak, her kim ki Yahudilere kucak açmıştır, er ya da geç tarih sahnesinden silinmiş veya çekilmek zorunda kalmıştır. En son kurban Amerika olacak gibi gözüküyor.  “İstikbâl İslâmındır” müjdesine yataklık eden Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sisteminin mücessem hâli olan Başyücelik Devleti’nde niçin Yahudilere yer olmadığını şimdi daha iyi anlıyoruz. “Melheme-i Kübra” ve “İstikbâl islâmındır” mânâsı çerçevesinde düşünüldüğünde, bu mevzu çok daha iyi anlaşılmaktadır.

Not: Daha evvel de söylendiği üzere, Hazret-i Musa Aleyhisselâm’ın şeriati Hazret-i İsâ Aleyhisselâm ile tamamlanmıştır. Eski Ahid ve Yeni Ahid denilen mevzu. Yukarıdaki “Ahid sandığı” ile ilgili bilgilerin geçerliliği, Allah Resûlü’nün zuhuruna kadardı. Allah Resûlü’nün dünyaya teşrif etmesiyle birlikte bütün bu bilgiler nesh edilmiştir. Artık kıyamete kadar geçerli olan yegâne ölçü, “Mutlak Fikir” ve “Mutlak Tatbik Fikri”, diğer bir ifadeyle de Kur’ân ve Sünnet’tir. Hal böyle olunca, İslâm neyi emrettiyse ve neyi müjdelediyse “sekîne” de oradadır. “Kur’ân, kalb sahiblerine indirilmiştir”, “İslâm kalbin yoludur”, “Allah, ben hiçbir yere sığmam, lakin mümin kulumun kalbine sığarım” ölçüleri yanında, “Kalblerin tatmini ancak Allah’ı zikir iledir” ve Nakşiliğin üzerine bina edildiği kalb ve kalb hakikatinin merkezi noktası hâlinde kendisini gösteren “Nokta-i süveyda”!.. Ve; insanoğlunun geldiği son, en son nokta hâlinde de, İBDA Mimarı’nın kavgasını verdiği: “Nakşi sırrıdır kavgam!”
 
Dipnotlar
 1-“Antropomorfizm” Yunancada insan anlamına gelen (anthrōpos) ile şekil veya biçim anlamına gelen (morphē) kelimelerinden oluşur. Antropomorfizm ya da insan biçimcilik, insanî vasıfların başka varlığa atfedilmesidir. Sosyolojide, İnsan şeklinde putlara inanma ve tapma esasına dayanan batıl bir din. Allah’ı insan vasıflarıyla tasavvur eden dini inançlar da antropomorfizm’in başka kılıkta görünüşleridir. Mesela aslı bozulmuş Yahudilik ve Hıristiyanlıkta Allah’ın insan şeklinde düşünülmesi antropomorfizm denilen putperestliğe bir geri dönüştür. İslam dini Allah’ın varlığı, sıfatları ve fiilleriyle eşsiz ve benzersiz olduğunu bildirmekle, en üstün ve mükemmel din olmak şerefine hak kazanmıştır. (İsim olarak niçin İBDA? sorusunun cevabını “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden İBDA’nın lügat mânâsında aramak icab ediyor). İslam’ın “Görmek, işitmek, konuşmak” gibi insani vasıfları Allah’a atfettiğini, ve bu sebeple antropomorfik dinler arasında yer aldığını iddia edenler ya bilgisiz ya da kasıtlı kimselerdir. Çünkü İslâm, Allah’ın “Görmek, işitmek, konuşmak” fiilinde insanın muhtaç olduğu organ ve şartlara muhtaç olmadığını bilhassa belirtir ve insan fiili ile hiçbir surette benzerliği bulunmadığını açıklar. İslam en cahil insandan en alim insana kadar herkese hitap eden bir din olduğu için, basit ve kaba düşünenlere, hareketlerinin Allah’tan gizli kalmayacağını anlatmak için Allah’ın, putperestlerin ilahları gibi konuşmaz, görmez, işitmez diye düşünmemelerini, Allah’ın her hal ve hareketlerinden haberdar olduğunu anlatmaktadır. “Zuhurunun şiddetinden gaib olan Allah her an bir şendedir.”

2-https://islamansiklopedisi.org.tr/sekine

3-https://islamansiklopedisi.org.tr/istiva

4-“Pakraduni”ler, Anadolu’nun İslamlaşması ve Türklere vatan yapılması üzerine, özellikle Ermenilerin rağbet gördüğü Selçuklu ve Osmanlı döneminde, Musevilikten Ermeniliğe geçen, 1915 olayları sonrası ve Cumhuriyet sürecinde ise Müslümanlığı seçen, ama Yahudi zihniyetini nesilden nesile gizlice sürdüren bir topluluk olmaktadır.

5*1626 Yılında İzmir’de dünyaya gelen Sabatay Sevi, henüz yirmi iki yaşında iken, Kabbalacı yorumlara dayanarak, kendisinin beklenen mesih olduğunu ilân etti. Gelişen süreç içerisinde İzmir’i terk etmek zorunda kalan Sevi, önce eski bir Kabbala merkezi olan Selânik’e, sonra Istanbul’a gitti. Kısa süre sonra Istanbul’dan da ayrılan Sevi, önce Kudüs’e ve sonra Mısır’a gitti. Ancak, Kudüs hahamları tarafından tehdit edilen Sevi, 1665 yılında sevinçle karşılandığı İzmir’e geri döndü. Bir kaç yıllık süre içinde, Sabetaycılık akımı hızla güçlenerek Venedik, Amsterdam, Hamburg, Londra ve bazı Kuzey Afrika kentlerine kadar yayıldı. 1666 Yılı başlarında, Istanbul’a giden Sevi, Osmanlı yetkilileri tarafından tutuklandı. 16 Eylül günü Edirne’de Padişah’ın huzuruna çıkarıldı. Önceden ölümle tehdit edildiği için, Sevi din değiştirerek Müslüman olmayı kabul etti. Padişah, Sevi’nin adını Mehmet Efendi olarak değiştirdi ve yüksek bir maaşla kapıcıbaşı görevini verdi. Zamanla itibarını yitiren Sevi, sürgün olarak gönderildiği Arnavutluk’ta 1676 yılında öldü. (http://www.hermetics.org/cabala.html)

6-Şabat veya Sebt, Yahudilerin dinlenme günü olan Cumartesi gününü ifade eder. Yahudiler için Yehova ile aralarındaki özel bir bağı temsil eder. İbranice “lişbot” (iş bırakma) kelimesinden gelir. Pagan toplulukları çoğunlukla dolunaylarda sabbat kutlarlar(dı) hatta yahudilerin sabbat(h)’ı cuma günü güneşin batımından, cumartesi güneşin batımına kadardır. Müslümanların bildiğimiz cuma günü (perşembe gün batımınından itibaren olabilir). Hrıstiyanlarda pazar günüdür bu, kiliseye falan gidilir. İbranicede diğer günlerin isimlerinin anlamı birinci, ikinci, üçüncü iken sadece 7. gün olan sabat’in farkli bir anlami vardir. Ve bizim anladigimiz anlamda 7. gün yani pazar olmayip, cumartesidir. Bir kisim yahudiler sabat gunu belli sayıda adımdan fazla (1400 civari) yol gidemezler. İşte bu bilgi çok ilginçtir. Tedaisi, “1400 Gergini”

7-Kadir Mısırlıoğlu: “Vehbi Koç, Haim Nahum’un oğludur. Haim Nahum, Osmanlı Bankası’ndan çaldığı paraları İsviçre’ye aktardı. Haim Nahum çaldığı paraların yarısını bir oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi. Bernar Nahum ve Vehbi Koç ortaklaşa BEKO’yu kurdular. (Bernar’ın BE’si, Koç’un KO’su=BEKO). Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır.” (https://kelamihal.wordpress.com/2012/12/21/biliyor-muydunuz-vehbi-koc-kimdir-ve-beko-neyi-ifade-ediyor/)

8-“Lelegler” tarafından bu şehre “Mirina” ismi verilmiştir. İyonlular bu bölgeye gelince şehre “Smirina” daha sonra da “Smirna” demiştir. Türkler şehri fethedince ismini “İzmir” olarak telaffuz etmişler ve öylece kalmıştır… İzmir isminin numerolojik değeri: 90, (İ = 12 + Z = 29 + M = 16 + İ = 12 + R = 21), kader sayısı ise 3 (üç) (9+8+4+9+9 = 39 = 3+9 = 12 = 1+2 = 3) olarak kayıt altına alınmıştır (https://ismininanlamine.com/izmir-isminin-anlami-ne-13290/). Not: Arapça Sad harfinin ebced değeri 90’dır. 90 (Sad) üç otuz, dolasıyla da üç lam üzerinden Üç Işık mânâsını da mündemiçtir. Üstad Necib Fazıl’ın en çok sevdiği rakamın 9 olmasının hikmetlerinden biri, Üç Işık mânâsını mündemiç olan İBDA ile olan doğrudan ilişkisi olsa gerektir.

9-http://www.projetaladin.org/holocaust/tr/bir-meslemanin-yahudilik-rehberi/yahudiler-kimdir/Akenaz-ve-Sefarad-Yahudiler-kimlerdir.html

10-http://www.amerikadaneleroluyor.com/AMERIKAN-SOZLUGU

11-http://www.projetaladin.org/holocaust/tr/bir-meslemanin-yahudilik-rehberi/yahudiler-kimdir/Akenaz-ve-Sefarad-Yahudiler-kimlerdir.html



Baran Dergisi 648. Sayı