İngiltere’nin Venezüella’ya ait altınlara el koymasından, daha doğrusu Venezüella altınlarının muhalefet sebebiyle çalınmasından bahsedeceğim; fakat öncesinde neredeyse tamamı Müslüman olan Srebrenitsa katliamının masum kurbanlarını, bu katliamın sene-i devriyesi olması hasebiyle yâd etmek istiyorum. Gerçekten inanılmaz bir hadiseydi; yüzyıllar boyunca birlikte yaşadıkları insanları katletti aşırı sağcı Sırplar. NATO ordusu, aşırı sağcı kriminal Sırpların masum insanları öldürmesine göz yumdu. Hâlâ öldürülen insanların cansız bedenleri bulunuyor. Bu insanlar savaşçı değildi, sadece masum Müslüman halktı. Allah hepsine rahmet eylesin.

İngiltere Bankası tarafından el konulan Venezüella altınları hakkındaki değerlendirmeme geçmek istiyorum. Venezüella’nın altın rezervlerini İngiltere Bankası’nda tutması tarihî bir alışkanlığıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan yani ABD’nin hâkimiyetinden önce Britanya poundu dünya genelinde rezerv paraydı ve İngiltere Bankası en önemli bankaydı.

Tam olarak tarihini hatırlayamıyorum, bundan seneler evvel Başkan Chavez’e, bir mektup vasıtasıyla Venezüella’nın İngiltere tutulan altın rezervlerinin ülkeye getirilmesi ve Venezüella Merkez Bankası’nda tutulması yönünde bir uyarıda bulunmuştum. Kardeşim Vladimir, Venezüella Merkez Bankası’nın üst düzey yöneticilerinden birinin kızıyla evli. Bu aile ilişkilerini kullanmak suretiyle bu mesajı göndermiştim; fakat uyarıma rağmen bu yapılmadı. Şimdi bu altınlar hiç bir şeyi temsil etmeyen muhaliflerin sayılıyor ve Venezüella’ya verilmiyor. Venezüella’da vatanperver muhalifler de var, elbette hükümete karşı olmak da bir haktır. Benim kastettiğim, Guaido’nun başını çektiği grup. Guaido’yu Venezüella devlet başkanı olarak tanıdıkları için Venezüella halkının parasına el koydular.

Yıllar evvel bu yaşanacakları dile getirmiştim. Hem bir mesaj olarak ulaştırmış, hem yayınlanmasını sağlamıştım. 15-16 sene evvel, 2004 yılında Venezüella’ya karşı ekonomik bir savaş başlatacakları belliydi ve bu oldu. Maalesef ben bir dahi değilim, keşke olsaydım. Dinlemediler, dikkate almadılar söylediklerimi. Chavez, son derece dürüst ve harika bir adamdı; fakat hainler tarafından çevrelenmişti. Bunların bazıları hâlâ makam ve mevkilerini muhafaza ediyor. Maduro da iyi birisi; fakat o da çevrelenmiş vaziyette, çevresindeki herkes iyi diyemeyiz. Bunun neticesi olarak bugün Venezüella harap vaziyette.

Bundan seneler evvel yapılmış bu uyarı Venezüella’nın bu duruma düşmesini engelleyebilirdi; ama dinlemediler. Cezaevinde olmama rağmen onları uyardım, dinlemediler. Ben bir mahkûmdum ve benim hapisten çıkıp Venezüella’ya dönmemden, Venezüella’nın devrimci hükümetine yardım etmemden, çöpleri bulup temizlememden korkuyorlardı.

Venezüella ordusu devrimci ve vatanperverlerden oluşan bir ordudur, devrimi onlar muhafaza ettiler; fakat yozlaşma oraya kadar ulaştı ve çeşitli kademelerde görülüyor. Troçkist Lambertistleri unutmamalıyız; hâlâ gücü olan son ve Amerikalılarla çalışan ilk Troçkist grup. Lambertistlerin lideri Amerika’da yaşıyor ve Venezüella’ya dönmüyor. Maduro’nun açık bir şekilde bunlarla ilişkisi var; ama kendisi kesinlikle ajan değil.

Lambertistler, Dışişleri Bakanlığı’na fazlasıyla nüfuz etmişlerdi ve ben Venezüella’ya dönemeyeyim diye ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Cezaevinde geçen 25 senenin ardından artık gerçekten Venezüella’ya dönmem artık daha elzem. Chavez başkan seçildiğinde benim özgürlüğüme kavuşmamı sağlayabilirdi. Chavez’in yerine geldiği, iki kere başkan seçilen Rafael Caldera annemin kuzeni olmasına rağmen hürriyetimi sağlayamadı. Her şeye rağmen direnmeye devam ediyorum. Altın meselesine benim bugüne kadar yaşadıklarım ve içinde bulunduğum vaziyet çerçevesinde bakılabilir. Venezüella’ya yaşatılanları ben de şahsen yaşıyorum.

Sadece devrimci bir hükümet değil, vatanperver olduğunu söyleyebileceğimiz herhangi bir Venezüella hükümeti de şu şartlarda, İngiltere’de bulunan altınların ülkeye getirilmesini talep ederdi. Madoru, son derece akıllı bir adım atarak bu altınların Venezüella halkının yiyecek ve ilaç ihtiyacının karşılanması adına Birleşmiş Milletlere bağlı bir alt organizasyon vasıtasıyla kullanılmasını istedi. Buna dahi izin vermediler. İnsanların hayatta kalabilmesi için gerekli olan yiyecek ve ilaç desteğinin sağlanmasına müsaade etmediler.

***

İstanbul, dünyanın en ehemmiyetli şehirlerinden birisi, belki de dünyanın merkezi. Tarihî bir değeri var. Bizans olarak adlandırılan bu şehre Romalılar gelip burada yeni bir şehir kurduklarında Konstantin’in şehri mânâsına Konstantinopolis ismini verdiler. Müslüman Türkler 1453’te şehri fethetti ve ismini İstanbul yaptı. Şehirde bugün olduğu gibi o gün de en ehemmiyetli yapılarından birisi vardı. Ayasofya, fethin sembolü olarak camiye dönüştürüldü. Yüzyıllar boyunca burası cami olarak kaldı. M. Kemal, global güçlerin sempatisini kazanmak için burayı müzeye çevirdi.

Tarihe yön veren Türk devletleri gibi bir güce sahip olmasa da Türkiye günden güne güçleniyor. İktidardaki “Türk Müslüman Kardeşler” gerçekten iyi insanlar, ajan değiller, vatanperverler ve gerçek Müslümanlar; fakat şu gerçeği unutmamalılar ki, Türkiye dünyada yalnız değil. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi tamamıyla sembolik bir öneme sahip. 1971’de İstanbul’a geldiğimde elbette Ayasofya’yı ziyaret ettim. Turistik değeri son derece yüksek bir mekândı, şimdi yeniden cami olarak kullanılmaya başlanmasının ardından bir takım değişikliklerin de yapılması gerekecek. Ayrıca bu hamle dışarıda da bir takım hareketlenmelere sebep olacaktır. Diğer ülkeler, Türkiye’nin İslâmcı ve milliyetçi hükümetine saldıracaktır. Eğer böyle düşünülürse bu adım yanlış olarak değerlendirilebilir. Ümidim şu ki, gönüldaş Erdoğan Ayasofya çerçevesinde yaşanan meselelerde doğru kararları verecektir. Sürekli cami olarak mı hizmet edecek bu konuda dahi bir takım soru işaretleri var.

Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyor; fakat asla Avrupa’nın bir parçası kabul edilmeyecektir. Avrupa halkları inançları sebebiyle Türkiye’yi istemiyor. Buna karşın Türkiye her zaman Avrupa politikasında önemli bir ağırlığa ve güce sahip. Bunda Erdoğan’ın payı çok büyük. Ayasofya’nın yeniden cami olarak açılması, tüm dünyada Türkiye’de bir İslâm ihtilâline doğru gidildiği şeklinde anlaşılıyor.

Allahü Ekber!

11.07.2020

Tercüme: Faruk Hanedar

Baran Dergisi 705.Sayı