28 Şubat döneminde Genelkurmay Başkanı olan İsmail Hakkı Karadayı'nın yerine bu göreve gelen Hüseyin Kıvrıkoğlu; "28 Şubat döneminin bin yıl süreceğini" söylemişti.
Bu hafta, 28 Şubat'ın 17. sene-i devriyesindeyiz. Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun dediği gibi bin yıl sürer mi bilemeyiz lâkin 17. Senesinde 28 Şubat'ın hâlen yürürlükte olduğunu görmek için Bolu F-Tipi cezaevine bakmak yeter.
Şimdi öncelikle 28 Şubat'a dönelim, neden böyle bir post modern darbenin gerçekleştiğiyle başlayalım, ardından da bugünün siyasî ikliminin 28 Şubat döneminden sonra nasıl şekillendiğini değerlendirerek birçok alanda 28 Şubat'ın nasıl da devam etmekte olduğunu ortaya koyalım...
28 Şubat - Post Modern Askerî Darbe
Üstad Necib Fazıl'ın Anadolu'da güttüğü İslâm davası meyvelerini vermeye başlamış, maskeler bir bir düşürülmüş, tarih muhasebemiz lâyıkıyla yapılmış, doğrular yanlışlardan ayıklanmış, kevgire çevrilmiş şuur süzgeçleri yenilenmiş, anlayış ibda edilmiş ve bütün bir Anadolu, içindeki bütün ihanet şebekelerini yakıp kavuracak İslâm İhtilâline doğru yelken açmıştır. Artık bu akışın önünün Kemalizmle, Atatürkçülükle alınamayacağı aşikârdır.
Vaziyeti buradaki gardiyanlarından evvel keşfeden Graham Fuller ve Paul Henze’nin 80’li yıllardan itibaren; “Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir. Bunun için en iyi yol Ilımlı İslâm’dır. Etnik kimlikler kendilerini ifade edebilmelidir” şeklinde yaptıkları değerlendirme hem 28 Şubat'ın hem de bugünlerin Türkiye'sinde teşekkül eden siyâsetin ve bürokrasinin anlaşılması bakımından mühimdir.
Yürüyen Büyük Doğu İBDA'nın, sancağı yerde bırakmayarak daha yüksek zirvelere gözünü diktiği ve 1990'lı yıllarda inisiyatifi ele almaya başladığı demde "biz hâlâ sizin en iyi uşaklarınız" diyen Kemalistler son hâmlelerini 28 Şubat 1997 senesinde gerçekleştirdiler.
28 Şubat'ın şartları bugün hâlen devam ediyor olmasına rağmen, 90'lı yıllarda solcuların evlerine yapılan operasyonlarda çatışma süsü vererek içeridekileri infaz ettikleri operasyonların benzerlerini Müslümanlara karşı yaparak, hem Batı'nın buradaki gardiyanlığı vazifesini sürdürecek hem de Kemalist anlayışın hâkimiyetini daim kılacaklardı.
Her hesabın üzerinde Allah'ın hesabı var. İBDA Cebheleri 28 Şubatçıların bu teşebbüsünü önceden sezmiş, Anadolu çapında onların hiç beklemedikleri bir direniş başlatmış ve bütün hesabları berhava etmişlerdir.
Bunca istihbarat ağına, teknolojiye, devlet kademelerindeki hâkimiyete rağmen bugün hâlen kim ve kaç kişi oldukları belli olmayan İBDA Cebhelerinin "kendinden zuhur diyalektiği" çerçevesindeki yapılanması, bütün bir Anadolu'da hiç beklenmeyen yerde, hiç beklenmeyen anda sahne almış ve 28 Şubatçıların paniklemesine sebeb olarak asıl hedeflerini gerçekleştirmelerine, İstiklâl Mahkemelerini unutturacak cinayetler işlemelerine mâni olmuştur.
28 Şubat, sürecin planlayıcılarının aslî hedeflerini gerçekleştirememeleri üzerine Kemalistlerin tasfiye edilerek yerlerine yeni gardiyanların atanmasıyla sürdürülmektedir.
28 Şubat Sonrası
Graham Fuller 20 senedir ABD’nin Ortadoğu politikalarında belirleyici bir figürdür. Batı adına Ortadoğu bölgesinde önemli çalışmalara imza atmış, kendi zaviyesinden son derece başarılı bir istihbaratçıdır. Atatürkçülüğün artık geçer akçe olmadığını ve olmayacağını Fuller gibi akademisyenleri vasıtasıyla önceden teşhis eden Batı, bundan sonraki Türkiye politikasının dinamiklerini Kemalist anlayışa nisbetle planlamadı.
Üstad’ın senelerce verdiği mücadele neticesinde öyle veyahut böyle bir maya tutan gençlik artık Türkiye’de yetişmişti. Bu gençlik de öyle Kemalist yalanlarla kandırılarak güdülecek bir nesil değildi elbet. Hâl böyle olunca, dışarıdan kontrole açık demokratik perspektif içerisinde Müslümanlara rol dağıtılırken, devlet kadroları da cemaate tahsis edildi.
İBDA’nın, Kemalist Zihniyeti 28 Şubat Sürecinde madara etmesinin ardından Türkiye’de iktidar yeniden Müslümanlara bırakılmak zorunda kalındı.
Bu seferki plân sanıyoruz ki; medya ve demokrasi sayesinde sürekli kontrol altında, müdahaleye açık vaziyette tutulacak bir iktidar kurulacak, bu vesileyle İhtilâlci Müslümanların bir kısmı "iktidar biziz" diye tatmin edilecektir. Arka planda da cemaat kadrolarının devletin bürokratik kademelerine yerleşmesiyle beraber artık iyiden iyiye Batı nezdinde bile beş para etmeyen Kemalist zihniyet, Türkiye’den tasfiye edilecektir.
Cemaat bu dönemde kendisi için üç kurumu özellikle hedef seçti; bunlardan birincisi TSK, ikincisi Yargı, üçüncüsüyse Emniyet…
Dershanelerde ve özel okullarda kendilerine bağlılığından şüphe edilmeyen gençler, aldıkları eğitim hizmetinin bedelini ödemelerine rağmen psikolojik olarak sürekli minnet borcu altında ezilerek devlet kadrolarına yerleştirildiler.
Müslüman Milletimizin evlâtlarını İslâm’a hizmet etmek maksadıyla devlet kademelerine yerleştirmek nihayetinde son derece istismara açık bir hâldi… Cemaat kadrolarını devlet içerisine yerleştirirken, Batıdan da aldığı destek sayesinde, gerek yurt içinde gerekse yurt dışındaki eğitim kurumları vasıtasıyla etkinliğini ve gelir kalemlerini de arttırarak yoluna devam etti.
Süreç Devam Ediyor
Ergenekon ve Balyoz operasyonlarından alnının akıyla(!) çıkan cemaat için iktidarının önünde bir engel kalmamıştır esasında. Devletin, bugüne kadar demokratik yollarla iktidara gelen seçilmişlerle değil de, arka plandaki bürokrasiyle idare edildiğini bilen cemaat tam oldum derken uluslararası bir menfaat-iktidar kavgasında, karşısında bazı hususlarda millî tarafta yer alan seçilmiş iktidarı buldu.
Böylelikle bugüne kadar paralel eksenlerde hareket edebildikleri hükümet ile cemaat arasında millî gayr-ı millî kavgası baş gösterdi.
Bugün
Gelinen noktada 28 Şubat sürecinden sonra Türkiye'de Batı'nın güdümünde siyasî ve bürokratik bir dizayna gidildiğini, bu dizaynın siyasî ayağında Ak Parti, bürokrasi ayağındaysa cemaatin rol aldığını ve 28 Şubat'ın mânâsının, gerçekten İslâmî bir oluşa hayat hakkı tanımama şiarının hâlen yaşatıldığını rahatlıkla görebiliyoruz.
Yürüyen Büyük Doğu İBDA'nın Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, hem Anadolu'da fikir planında İslâm'ın 28 Şubat'ın Müslümanlara karşı tezgâhladığı katliam planlarını berhava ettiği için Bolu F-Tipi cezaevinde 16. senesini geçirirken, bugün, CHP'yi geçmişte Said Nursî'yi mahkûm etmekle yaftalayan Başbakan'ın hâlinden, hiç de samimî kokular tütmüyor.
90 yıldır Anadolu'nun İslâm'dan uzak kalması için kurulan tüm oyunlar bozulmuştur ve bozulmaya da devam edecektir. Gerçek bir İslâm İhtilâli ve İnkılâbına kadar da yine benzer oyunlar sergilenecek ve yine bu ülkenin "pazarlıksız Allah ve Resulü" diyen Müslümanları tarafından bu oyunlar berhava edilecektir.
Unutmadan, buraya dikkat, bugün menfaat üzerinden cereyan eden iktidar kavgasının bir diğer tarafı da, Batı'nın Türkiye'deki projelerinden sonuncusu olan Ilımlı İslâm projesinin de iflâs ettiği ve Batı'nın elinde yeni bir projesinin kalmadığıdır! Hâl böyle olunca, bu kavga özelinde hükümetten yana tavır koymakta bir sakınca yoksa da diğer taraftan yine bu iktidar döneminde 28 Şubat'ın mânâsının yaşatılmaya devam edildiğini, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun bu anlayışın esiri olarak hâlen Bolu F-Tipi cezaevinde olduğunu ve samimî İslâmî hareketlerin tamamının karşısında yine bu iktidarı bulacağını da unutmuyoruz...
Batılılar istedikleri siyâsetçi tipinin Türkiye'de yetişmiş olmasından gurur duymaya devam etsinler fakat bu topraklarda onların istedikleri millet tipi asla yetişmeyecek; siyaset planındaki geçici hevesler bu gibi kavgalarla akamete uğradıkça, aslî davanın İslâm davası olduğu, gerisinin teferruat olduğu fikir planından aksiyona dökülecek ve nihayetinde zafer de, istikbâl de İslâm'ın olacaktır...