“Diken ve Karanfil” romanı “İsrail/Siyonist” meselesinin tarihi veçhelerini beyan ettikten sonra şuurlara alternatif verici birçok mühim eyleme odaklanıyor. Gözlerini hayata sürgünde, kamplarda açmış Filistinli bir çocuk olan “Ahmet”in ağzından aktarılan hikâye, gençlik çağlarına eriştiklerinde Ahmet’in amcaoğlu İbrahim, Ahmet’in ağabeyleri Mehmud ve Hasan ve ayrıca komşularının çocukları olan onlarca gencin verdikleri mücadeleleri anlatan bir gazavatnameye dönüşüyor.
“Düşmanı; aralarında kargaşa çıkarıp sıkıntıya düşürmek tesir bakımından öldürmekten beterdir. Zira ölüm unutulur. Fitne ve kargaşa devamlı sıkıntı kaynağı olur.” Nimetullah Nahcivanî Hazretleri’nin bu sözlerindeki hikmetin tecellisini “Aksa Tufanı” operasyonundan sonra İsrail özelinde ve dünya genelinde yaşanan olaylarda müşahede ettik. Berrak bir zihin ve yüz hatlarına yansıyan keskin bir zekânın arkasında olduğu bu gaza neticesinde “Golyat’ın çocukları”nın holokost ve antisemitizm hikâyesi ile insanlığa karabulut gibi çöküp, iradelerini iğdiş ettiği Yahudi şofarıyla açılan dehşetli bir yüzyılın, Gazze merkezli bir sarsıntıyla yıkılışına şahidlik ediyoruz. Hatırlatmakta fayda var ki “Çöl Fahişesi” namıyla maruf dessas kâfir Gettrude Bell hatıratında İngiltere’nin Gazze’yi işgalinden sonra Osmanlı ordusuna hücum yollarının kapanmış olduğundan bahseder. Bu tesbitin askerî ilimde sebepleri nedir bu ayrı bir inceleme konusu olsa da mekânın hususiyetinin de muhakkak önemi vardır. “Gazze” kelimesinin kök itibariyle Arapça’da “muhkem ve güçlü kale” İbranice’de de “güçlü” manalarına geldiğini görmekteyiz, ayrıca İngilizce başta olmak üzere birçok dilde “Gaza” olarak geçmektedir, ki bu da ismiyle müsemma olarak Osmanlı İmparatorluğu güneşi zeval bulduğundan beridir Filistinlilerin Gazze başta olmak üzere yüzyıldır direnişe devam ettikleriyle birlikte düşünüldüğünde hayret vericidir.
Gerçekleştirdiği büyük operasyon ile “Gaza”nın çocukları olan Hamas, şeytanî bir terör devleti olan İsrail’in şakulünü kaydırmış, iç dengelerini allak bullak etmiş; irili ufaklı, hepsi zevkinin esiri olmuş Batılı devletlerin “goyim” liderleri ile tabanı arasında yükselmekte olan bir güvensizlik/hayal kırıklığı oluşmasına ve buna bağlı olarak toplumsal huzursuzluğun artmasına vesile olmuştur. Zaten gerilla eyleminin hedeflerinden en mühimi düşmanını siyasî yönden ehlîleştirmek ve askerî gücünü sersemletmek neticesine matuftur.
Mevzumuz olan “Diken ve Karanfil” romanı ise “İsrail/Siyonist” meselesinin tarihi veçhelerini beyan ettikten sonra şuurlara alternatif verici birçok mühim eyleme odaklanmaktadır. Gözlerini hayata sürgünde, kamplarda açmış Filistinli bir çocuk olan “Ahmet”in ağzından aktarılan hikâye, gençlik çağlarına eriştiklerinde Ahmet’in amcaoğlu İbrahim, Ahmet’in ağabeyleri Mehmud ve Hasan ve ayrıca komşularının çocukları olan onlarca gencin verdikleri mücadeleleri anlatan bir gazavatnameye dönüşmektedir. Roman’ın yazarı, Hamas’ın Gazze şefi İbrahim Yahya Sinvar, Yahudiler ile verdikleri savaşın sebebini şu sözlerle özetlemektedir:
“O andan itibaren bu kavganın, bu savaşın daha önce kavramadığımız, bir şuur olarak taşıdığımız anlamından öte bambaşka bir boyutu olduğunu çok iyi anlamıştık. Bu, sırf bir toprak, salt bu topraklardan kovulmuş bir halkın haklı savaşı değildi. Bu, bir akide ve din savaşıydı.”
Bu cümleler İslâm’ı referans almayan her hareketin zaman içerisinde müstevli katillerle uzlaşacağına veya onlara benzeyeceklerine de işaret etmektedir. Ahmet’in büyük ağabeyi, Mısır’da mühendislik eğitimi almış olan FKÖ militanı Mahmud’un düşünceleri ise Yahya Sinvar’ın yukarıdaki düşüncelerinin bir ispatıdır. Oslo Barış Anlaşması henüz görüşme aşamasındayken, bir gün çay faslında İbrahim ve Hasan bu görüşmelerin, yıllardır verilen mücadeleyi bitirmeye, olgunlaşmayan meyvelerini toplamaya matuf olduğunu dillendirdiklerinde Mahmud, görüşmelerin uluslararası camiada tanınmış bir Filistin Devleti’nin kurulmasıyla sonuçlanacağını söyleyerek anlaşmayı savunmuş, bunun karşılığında İsrail ile müstakbel Filistin otoritesinin ortak asayiş operasyonları düzenlemesinden bahseden maddeyi hatırlatan ve bunun cihada ve intifadaya karşı bir ihanet olduğunu vurgulayan İbrahim’e ise bu durumun geçici bir süreliğine kabul edilebilir olduğu, asıl maksadın “bağımsız” bir Filistin Devleti’nin kurulması olduğu şeklinde yanıt vermiş, Hasan ise Kur’an-ı Kerim’den alıntı yaparak kâfirlerin, hususen Yahudilerin asla sözlerinde durmayacakları cevabını verir. Nitekim romanın ilerleyen safhalarında İsrail’in İslâmcı örgütler başta olmak üzere direnişin birçok grubundan risk olarak gördüğü gençleri tutuklayarak işkenceden geçirdiğine, yeri geldiğinde Filistin otoritesini avcı köpeği gibi kullanıp gençleri gözaltına almaları için baskılarda ve suçlamalarda bulunduğuna şahitlik ediyoruz. İbrahim, İsrail’in Gazze’yi zaten mücahidlerin bıçakları altında lime lime terk edeceğini, fakat ne hikmetse milliyetçilerin bir anda zuhur edip anlaşma fikrini ortaya atarak uçurumdan düşmesi mukadder olan hasma rahat inebilmesi adına merdiven uzattığından yakınır. Romanda dikkat çeken önemli bir husus ise Ebu Ammar’ın (Arafat) açıktan tahkir edilmemesidir, bu da Filistinlileri birleştirici bir güç olduğu için siyaseten takınılmış bir tavır diye düşünülebilir.
“Bir genç, otobüs durağında bekleyen yolculara bıçaklı saldırıda bulunmuş, dört tanesini öldürmüştü. Bir diğeri, elindeki satırla okuldan çıkan öğrencilere saldırarak birini öldürmüş ve birkaçını da yaralamıştı. Bu tür eylemler üç kere, dört kere, onlarca kere tekrarlanıyordu artık. Sonunda İsrailli siyasetçiler, askeri güvenliğin sorumluları “Bıçaklar Savaşı”ndan söz eder olmuşlardı. 1948 felaketi ve 1967 yenilgisini yaşayan ve büyüklerinden dinleyen çocuklar, iradesi çelikten kavî, cesaretleri aslandan dahi fazla delikanlılara dönüşmüş “Kendinden zuhur” diyalektiği hikmetince 1948 senesinde işgal edilmiş topraklar da dâhil olmak üzere Gazze ve Batı Şeria’da Yahudi avına başlamışlardır. Burada, “1948 yılında işgal edilmiş topraklar”dan kasıt İsrail diye bildiğimiz terör organizasyonudur. Sinvar, romanında İsrail ismini zarurî birkaç yer dışında kullanmayarak bahsi geçen tamlamayı kullanmaya özen göstermiştir. Şehir isimlerinin orijinallerinden ödün vermeyerek evvela zihnî işgale karşı kılıç çekmiştir; mesela Aşkelon yerine Askalan… Hacı Emin el-Hüseynî’nin liderliğindeki Filistin Kurtuluş Ordusu’nun çökmesinden sonra (ki yazar bu durumun FKO’nun siyasî kanadının olmamasına, sadece askerî bir yapı olmasına bağlar) başarılı veya başarısız birçok eylem gerçekleştiren el-Fetih ve FHKC’nin Siyonistler karşısında sönük kaldığı dönemlerde, ideolojik formasyonunu tamamlamış gençlerin, yani Şeyh Ahmed’in rahle-i tedrisinden geçen mücahidlerin gerçekleştirdikleri eylemler art arda tasvir edilmektedir. “Her gün Yahudilerden birkaçı öldürülüyordu. Bu eylemleri gerçekleştirip sonunda şehid düşen gençlerin, onlarca yıldır çektikleri zulüm ve işkenceler karşısında dünyanın vicdanının uyanmasını bekleyecek vakitleri yoktu.” Araçla kalabalığın arasına dalmadan, bıçakla işgâlci boğazlamaya, bombalı istişhad eylemlerinden silahlı pusulara kadar birçok şehir gerillası taktiğini görmekteyiz.
Sinvar romanında “işbirlikçiler”in karakterine ve desiselerine, İsrail iç istihbarat örgütü Şin Bet’in (ya da Şabak) Filistinli gençleri tuzağa düşürüp nasıl kendi saflarına çektiği üzerinde onlarca misal vermekte ve mücahidleri ve bu münafıkane yöntemlere maruz kalabilecek bizleri açık bir şekilde uyarmaktadır. Tehditten toplumdan dışlamaya, kol bacak kırmadan kurşunlamaya kadar işbirlikçilerle verilen mücadeleleri de romanda okumaktayız. Biyografisinden bildiğimiz kadarıyla İslâmî Cihad Hareketi’nin (Hamas) istihbarî faaliyetlerini idare eden “el-Mecd” örgütünün kurucularından olan Sinvar romanında İbrahim karakteri üzerinden Şin Bet ve kuyrukçuları ile verilen espiyonaj savaşına birçok örnek vermiştir. İbrahim kuklaları egale etmeye ilk önce goyimleşmiş öz abisi Hasan ile başlar. İşbirlikçi hainlerin imha edilmesi, kimi zaman ulu orta yerde kurşunlanması, meydanlarda cesetlerinin ibret-i alem olsun diye sallandırılması, leşlerinin çöplüğe atılması zaman zaman toplum nezdinde huzursuzluğa yol açsa da, Sinvar bu huzursuzluk psikolojisinin nasıl idare edileceğinin reçetesini de sunmaktadır. Bu sebeple çoğu zaman kedi avına odaklanır gibi hainler sabırla takip edilmiş, iş üzerindeyken basılmış ve infazların meşruiyeti halka ispatlanmıştır. Yeri gelmişken değinmekte fayda var; bir harekette “hain” avının çoğalması ve fütursuzca yapılan “işbirlikçi” ilanı ve bunların infazı, o hareketin sızma yediğinin en büyük delilidir. Böylelikle hareket halk nezdinde güvenilirliğini yitirir ve hareketin işe yarar kadrosu tasfiye edilerek yerine kullanışlı aptallar gelir veya getirilir.
Yahya İbrahim Sinvar kurguladığı İbrahim karakteri özelinde ketumiyetin hayatî önemini vurgulamaktadır. Ona göre dava adamı ciddi olmalı ve özellikle Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun formüle ettiği şekilde “fikirde müphem, aksiyonda açık” olmalıdır. İbrahim, planladığı suikastleri, düşmana dair edindiği sırları çocukluk arkadaşı ve amcaoğlu olan Ahmet’ten dahi belli bir süreye kadar saklamıştır. Sır tutma ve ketumluğun önemini küresel cihadın ideologlarından Ebu Musab es-Surî’nin gerilla mücadelesi ve istihbarî faaliyetler üzerine verdiği derslerin kapsamlı bir derlemesi ve tercümesi olan “Mustazafların Savaşı” eserinde gerçek örnekleriyle görmekteyiz. Uzun lafın kısası 7 Ekim Operasyonu neticesinde görmüş olduk ki, Hamas, kâfirlerin Allah mesabesinde gördüğü İsrail istihbaratını “şafakta bastı ve yatakta astı!”
Romanda önemli birtakım siyasî tesbitleri de görmekteyiz, mesela günümüze spot tutan şu cümleler gibi: “İbrahim: ‘Ayağımızla boyunlarına basmadığımız, direnişin tüfekleri onları ekin gibi biçmediği sürece Yahudilerin bize bir şey vermeleri mümkün değildir. ‘ Mahmud bağırdı: ‘Ne diyorsun be adam! Eğer hesabı böyle yapıyorsan bilmen gerekir ki İsrail, dakikalar içerisinde bizi yok edecek güce sahiptir.’ İbrahim gülerek devam etti: ‘O halde niye yapmıyor? Güç dengesi sadece askerî güç ve maddî imkân demek değildir Mahmud! İsrail, bizim arkamızda Arap ve İslâm âleminin olduğunu çok iyi biliyor. Evet, Arap ve İslâm âlemi şuan dağınıktır ama eğer İsrail bize karşı orantısız, abartılı güç kullanacak olursa dünyanın dengeleri altüst olur. İsrail bizi ezemez. Yok edemez. O varlığının çok yönlü ve karmaşık dengelere mahkûm olduğunu bilir. Bu dengelerden birinin bozulması durumunda o da ezilip yok olacaktır.’”
Filistin halkının mensuplarından olan Bedevîler, Dürzîler ve Çerkezlerin işgal ordusunda görev almalarının direnişçilerin moralini bozduğunu, direnişçilerin mermilerine hedef olan çoğu işgal kuvvetinin Yahudiler değil de bunlar olduğundan esefle bahsedildiğini, onların, özellikle Bedevîlerin safının direnişçilerin safı olması gerektiğini romanda okumaktayız. Fakat romanın ana karakterlerinden olan İbrahim nihayetinde işgalcilerin üniformasını giyen herkesin direnişin kurşunlarına hedef olacağını da özellikle vurgulamaktadır. Yahya Sinvar’ın “Diken ve Karanfil”de değindiği önemli bir konu ise işgal aygıtının ekonomik hedeflerini gerçekleştirmek adına yeterli iş gücüne sahip olmaması sebebiyle, kamplarda perişanlığa boğduğu Filistinlileri mecburen istihdam ettiğidir. Mücahidler, İsrail’e çalışmaya giden işçilerin otobüslerini defalarca sabote etmiş ve ellerinden geldiğince Filistinlilerin İsrail’de çalışmalarının Siyonist terör aygıtını kalkındıracağını anlatmışlardır.
Diken ve Karanfil romanı hakkında göz gezdirdiğimiz birtakım yerli ve yabancı değerlendirme yazılarında romanın edebî yönünün çok zayıf olduğu vurgulanmış, lâkin biz buna katılmıyoruz; çünkü bu eserin Hamas’ın ideolojisinin özünü veren, düşmanın mekrini izhar eden bir propaganda ve ideolojik ders kitabı olduğunu baştan kabul edersek, böyle bir eser için “Diken ve Karanfil”in edebî yönünün, acıyı tatlıya bulayarak vermede başarılı olduğunu görürüz. Bu yazıyı yazarken Hamas siyasî büro şefinin şehadet haberini almış bulunmaktayız, Müntakim olan Allah bizi intikamına memur eylesin; yazımızı romanda bulduğumuz şu şiir ile bitirelim:
“Hangi gün ölümden kaçayım ki,
Takdir edilmediği gün mü, yoksa takdir edildiği gün mü?
Takdir edilmediği gün korkmama gerek yok ölümden.
Takdir edilmiş günde ise tedbirin faydası olmaz”
Aylık Baran Dergisi 30. Sayı Ağustos 2024