Temmuz ayının o bunaltıcı havasında, gece saatlerinde İstanbul Kurtköy’deki Sabiha Gökçen ismi taşıyan havaalanından yolculuğa başladık. Yaklaşık bir buçuk saat sonra Kars Harakanî Havaalanı’na indik. Ardahan Merkez’e giden bir servise atladık ve uçak yolculuğu kadar zaman tutacak, ayrıca ondan daha yorucu bir yolculuğa başladık. Gün aydınlandıkça beklediğimin aksine her yeri kızıla çalan bir çoraklık içerisinde buldum ve sanki bir hipodrom gibi hayal ettiğim Kars/Ardahan’da uçsuz bucaksız arazilerde at (yörede söylenildiği şekilde “hesp”) göremediğime şaşırdım. Yol kenarlarında terkedilmiş benzin istasyonu ve otelleri geçtikten yaklaşık 40 dakika sonra Ardahan yoluna girdik. Bir süre daha yol aldık ve Hoçvan’a (uydurma ismi Hasköy) girdik ve orada bizi baba dostu Yılmaz amca ile hanımı karşıladılar, yola onların aracıyla devam ettik. E5’in (Ardahan’da D965 diye geçer) bir yanı annemin baba tarafının uzak akrabalarının köyü diğer yanı ise dedemin köyü “Otbiçen” yemyeşil örtüsü ve sanki Hollanda’da bir kasabadaymışız hissi yaşatan peyzajıyla köy evleri bizi karşıladı. Otbiçen sakinlerinin bir kısmı İran Avşarları olan Pirebadî aşiretinden geliyorlarmış, bunu da eklemiş olalım. Lehimli (halk arasında Lehimya da denir) Köyü’nü geçtikten sonra ata toprağım “Panik”e vardık elhamdülillah!
Uydurma ismi “Tunçoluk” konan köyümüzün hakiki ismi olan “Pağnik” Ermenice’de “ılıca” demekmiş ve hatta bu isimde bir kasaba da var Ermenistan’da. Bilinen en eski tarihe göre köyümüzün sahipleri Ermenilermiş. Hatta köy dışına çıkıp yayla yolunda seyrederken yerle bir karış kot farkı olan ve üzeri ot bitmiş bina duvarlarına rastlamıştım ki bunlar Ermenilerin muhtelif amaçlarla kullandığı yapılarmış. Bizim sülale ise III. Murad Han’ın hüküm sürdüğü yıllarda Diyarbekir’den buraya yerleştirilmiş. Maksat, aramızda birkaç tepe bulunan Azerilere (yani İran/Safevî) karşı tampon bölge oluşturmak. Buradan ise savaşçı bir aşirete mensup olduğumuzu çıkarıyorum, ileride aşiret hakkında kısa bir bilgi vereceğim. Tamamına yakını Kürtlerden oluşan köyümüzde bir dönem “Malakanlar” denilen Rus bir tarikatı da misafir etmişiz. Dedem, modern tarım yöntemlerini Malakanlardan öğrendiğimizi anlatırdı. Onları “upuzun boylu, masmavi gözlü ve kadınları güzel” diye betimlerdi. Panik Köyü, 15-20 köyden müteşekkil Hoçvan Beldesi’nin en geniş ve sulakları en bol köyüdür. Kıstas olması açısında Üsküdar’dan Boğaza baktığınızda gözünüzün alabildiği her yeri Hoçvan, Üsküdar-Beşiktaş-Sarayburnu üçgenini ise “Panik” farzedebilirsiniz. Nüfus 150 hane/1000 kişi dolaylarında. Dağ, tepe her yer ekinlerle dolu. Fakat ne yazık ki bu sene kurak geçtiği için tarımda da arıcılıkta da pek randıman alınamamış; bal almak istediysek de arıcılar kendi sofralarında bile bulamaz olmuşlar. Eskiden gür akan dereler, şimdi kova ile su döksen o kadar olur denecek hale düşmüşler… Köylü, Hz. Yusuf’un kıssasına benzetiyor bu durumu.
Ziyaretimizin ikinci gününde babam, bir aile dostu ve babamın amcaoğlu ile köyün asfalt yolu boyunca turladık. Aile dostumuz uzaktan görebildiğimiz köylerin nereler olduğunu, köylerden hangi tanınmış insanların çıktığını anlattı; tabii bunların bir kısmı Türkiye genelinde biliniyorsa da diğer bir kısmı mesleğine has veya yöre içerisinde biliniyor. Kavacık’taki “Bayramoğlu Döner”in sahiplerinin köyü “Bayramoğlu”, babamın beyin ameliyatını yapan Prof. Dr. Baran Bey’in köyü “Mıcıc-Mucuc” vs… Babam köyü en son 34 sene evvel görmesine rağmen çoban köpeğinin kendisini ısırdığı yeri, doğduğu evi –ki harabedir artık- gösterebildi, aile dostumuz ise çocukken yuvarladığı kayayı dahi gösterdi, tabii eğer şaka yapmadıysa… Bir sonraki gün köyün içine geziye çıktık ve akrabaları ziyaret etmeye başladık. Tabii evin hanımları hayvanları ile beraber yaylaya çıkmışlar, erkekler ise ekinleri biçiyorlar ve topladıkları arpa ile buğdayları balya yapmakla meşguller. Hayvanları yaylaya çıkarmaktan maksat ekinleri yememeleri içindir, böylelikle hem ürünler zarar görmeyecek ve hem de hayvanlar gür yabani otlar ile geçinebilecekler o süre zarfında… Buralarda, aslında medenî bölgelerde olması gereken lakin olmayan bir selamlaşma kültürü var. Yoldan geçen herkes birbirine muhakkak tebessümle selam veriyor, tanısın veya tanımasın… Birbirilerini tanıyanlar “Kerem et, değerli kardeşim, buyur” manasına gelen “Keremke bıraye delal!” derler ve muhakkak ayran veya çay içmeye davet ederler. Bu kalıp kulağıma çok hoş ve estetik geldi. Babamın dayısının evine gittik fakat evde yokmuş, oğlu Fuat Ağabey ile rastlaştık. Soğuk bir ayran ikramından sonra köyün mezarlığına gittik. Fuat bize aile büyüklerimizin mezarlarını tarif etti, dualarımızı ettikten sonra “Ziyaret” adı verilen ve dağın hemen hemen yarısı yüksekliğinde bulunan mevkie doğru yola çıktık. Ziyaret, ilk baktığınızda size ürperti verecek kadar münzevi ve mistik bir yer. Etrafı çeper halinde büyük kayalarla çevrilmiş ve kayaların dışında ise ismini bilmediğim mor-pembe çiçekler bezenmiş. Uzaktan ilk gördüğümde, Kumandan’ın topuğunda çıkan mağara izini çağrıştırdı burası. Ziyaret’te değerli bir zâtın yattığı söylenir. İçine girdiğimizde bir mezarla karşılaşamasak da yine de duamızı ettik. Kimisine göreyse yağmur duasına çıkılan bir mekân, fakat ne olursa olsun manevî amaçlara yataklık etmiş. Aile dostunun babası olan mübarek insan da namaz kılmaya buraya çıkarmış, evden yürüme yaklaşık 1 saat süren bir yol. Ziyaret kavramını doğunun diğer bölgelerinde define gömülü yerler için de kullanıyorlarmış. Köyde dikkatimi çeken hususlardan biri de bakkalların hepsinin bir sokakta dizilmiş olmasıydı. Köyün diğer yakasından ekmek almaya gitmek isteyen, eğer atı yoksa 20 dakika yürümek zorunda, ilginç… Dönüşte “Mevlana Mezarlığı” isminde, köyün girişindeki mezarlığa da uğradık. Burada aile dostumuzun büyük dedelerinden bir âlim ve beldemizin “bey”i olan İzzet Bey’in mezarları mevcut. İzzet Bey Osmanlı’ya bağlı bir Kürt aşiret reisidir. Arkasına aldığı Kürt süvarileri ile Batum’a kadar Ermeni ve Ruslara epey bir eziyet verdiği anlatılır. Bey’in, Bruki/Brukan aşiretinden olduğu söylenir, dolayısıyla bizim ailenin de Diyarbekir’den göçen ve çok kalabalık bir aşiret olan Brukilerden olduğu çıkarımını yapıyorum. Brukiler daha çok Van dolaylarında yaşarlar ve Kafkaslarda, özellikle Kazakistan’da da hatırı sayılır nüfusları var. İzzet Bey’i anmışken Hoçvan’ın bir diğer beyi olan Pirebadi aşiretine mensup Beyaz Bey’e de rahmet okuyalım. Köyün diğer çıkışında ise Şeyh Osman’ın türbesi mevcut. Hakkında malûmat alamadığım Şeyh’e de duamızı ettikten sonra evin yolunu tuttuk.
Baran Dergisi 764.Sayı