Üstad Necib Fazıl’ın doğumunun 112. ve vefatının 33. yıldönümü vesilesiyle Türkiye’nin dört bir yanında çeşitli anma etkinlikleri gerçekleştirildi. Televizyonlarda, radyolarda programlar yapıldı. Eskiden olduğu gibi onun “şairlerden bir şair” olduğundan filan bahsedilmedi, fikirleri de konuşuldu. Bunlar güzel gelişmeler elbette, ama yeterli değil.
Çünkü bir fikir hareketinden ve mütefekkirinden “ülkenin en önemli fikir adamı” gibi “büyük laflarla” bahsediliyorsa, onun ortaya koyduğu “fikirlerin, dünya görüşünün” muhtevası hakkında bilgi sahibi olmak bir yana, onun fikirleriyle “ne yaptığının da izahı” beklenir.
Şimdi elbette bizim (yani kendini İbda fikir hareketine muhatab hissedenlerin) gözündeki “Necib Fazıl” ile herhangi bir alâkayla Necib Fazıl okuyanlar arasında büyük bir fark var. Peki, bu fark nereden kaynaklanıyor? İbda Mimarı’ndan öğrendiğimiz, O’ndan dinlediğimiz Necib Fazıl’la, herhangi bir okurunun zihnindeki Necib Fazıl neden farklı?
Geçen hafta Baran Dergisi’nin arka kapağında yer alan Salih Mirzabeyoğlu’nun sözlerini tekrar hatırlatalım:
- “Eğer hatırlamak, unutkanlıkta bir çakıntı olarak anlaşılıyorsa, uykusuna kadar onunla dolu bir adamı bu hizada mütalâa etmek yanlış olur!.. Ben kelimenin gerçek mânâsıyla bitişik yaşadığım bir şahsiyete nisbetle fikir serdedenim… Dolayısıyle, ne söylesem, söylenen odur, onun içindir, ona nisbetledir! Demem o ki, Necib Fazıl’ın yanına gidip gelmek, gövdeyi taşımaksa, gittim ve geldim… Eğer bir ruh ve keyfiyet davası ise, ne gittim ve ne de geldim; dirsek temasının ne öncesi ve ne de sonrasında; ondan hiç ayrı olmadım ki!..”
Biz, İbda Mimarı’ndan Necib Fazıl’ı “Büyük Doğu Mimarı” olarak öğrendik en başta. O’nun davasının, “İslâma Muhatab Anlayış” davası olduğunu, İslâm dünyasının yegâne ihtiyacının da, Necib Fazıl tarafından ortaya koyulduğunu anladık. “İslâma Muhatab Anlayış” davasının asrımızdaki temsilcisinin de Büyük Doğu-İbda olduğunu idrak ettik. Ve sanıyorum, meselenin Salih Mirzabeyoğlu’nun yukarıda işaretlediği “ruh ve keyfiyet davası” olduğunu da sezer gibi olduk. Ama tüm bunları anlamadan, idrak etmeden, sezmeden evvel bir şey bizi yakaladı, o neydi? Sevgi mi? Muhabbet mi? Aşk mı? Tasavvufta bahsini duyduğumuz “o yola çekilme” mi? İzah edemediğimiz bir şey bizi bu davanın meftunu kıldı. Gönlümüzden, kalbimizden yakaladı. İşte o ândan sonra biz, okuduk, anladık, idrak ettik, sezer gibi olduk…
Demek ki bizim için Necib Fazıl “mütefekkirlerden bir mütefekkir” de değildir. Salih Mirzabeyoğlu’nun şu tasvirini her Necib Fazıl severin tekrar tekrar okuması gerekir bu bakımdan:
- “Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte çağımızın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam… İslâma Muhatap Anlayış’ın dünya görüşünü örgüleştiren adam… Davanın aşkını, vecdini, diyalektiğini, estetiğini, dost ve düşman kutuplarını işaretleyen, hedeflendiren, istikametlendiren; İslâmı eşya ve hadiselere tatbik edebilmenin “nasıl”ını çerçeveleyen adam…”
YÜRÜYEN BÜYÜK DOĞU SEMPOZYUMU
Bu vesileyle, önemli bir hazırlığımızın da duyurusunu yapmış olayım:
Bu yılın başında, Akademya dergisi, “Yürüyen Büyük Doğu” Sempozyumu hazırlıklarına başladığını duyurmuştu. Sempozyumun Mayıs ayında yapılması planlanıyordu fakat Bağlarbaşı Kongre Merkezi’nin yoğunluğu sebebiyle sempozyum 24-25 Haziran tarihlerine alınmış oldu. Bu sempozyum, dar anlamda camiamız adına bir ilk olduğu gibi, geniş anlamdaki camiamız adına da bir ilk olacak. “Yürüyen Büyük Doğu”nun temel tezlerinin genel hatlarıyla anlatılacağı sempozyumda, aslına bakılırsa özellikle gençlerin Yürüyen Büyük Doğu’dan ne anladıklarını kendi branşları çerçevesinde anlatmalarına fırsat verilecek.
Baran Dergisi 490. Sayı