Müslümanların ilk dirilişi de Salih Mirzabeyoğlu’nun Türkiye’de kulaklara sayha sayha yayılan sesiyle başlamıştır. “Akıncı” tabiri de bu sistemli mücadelenin başını çeken Mirzabeyoğlu ile gençliğin dili ve yüreğine yerleştirilmiştir.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in anısına çıkarılan "Necip Fazıl Kitabı"nın giriş kısmında Rasim Özdenören, Üstad Necip Fazıl ile Cahit Zarifoğlu arasında geçtiğini düşündüğü bir anekdotu aktarır. Anekdotta Üstad’ın bir gece vakti kapısının vurulduğunu, Üstad’ın karanlıkta kim olduğunu anlayamadığı biriyle karşılaştığını aktarıyor. Üstad’ın “Kapıyı açtığımda, dışarıda şiddetli yağmur yağıyordu. Sokak lambasının ışığı kapıya gelen zatın arkasından vuruyor, paltosunun yakasını da boynundan aşırmış olduğundan yüzü seçilemiyordu. ‘Beni sen zehirledin’ diye bağırdı ve gerisin geri dönüp seri adımlarla uzaklaştı. O sendin Cahit.” dediğini aktarır. Cahit Zarifoğlu, “Üstadım, ben öyle bir şey yapmadım.” dese de inandıramaz Üstad’ı. Özdenören, bu olayı defalarca sorduğunu ve her defasında da böyle bir olayın geçmediğini ve Zarifoğlu’nun kendisini zehirlediğini söyleyebilecek bir olgunlukta olmadığını vurgular. Kapıyı kimin çaldığı bilindiği halde meçhule bırakır.
Necip Fazıl, Mayıs 1983’te vefat ettikten sonra Cahit Zarifoğlu, çıkardığı Mavera Dergisi’nin Temmuz sayısında Üstad’la alakalı aynı vakaya yer verir. Yazısında Üstad’ın Ankara’ya geldiği günlerden birinde Zarifoğlu’na, “Sen, evvelki yıl, zifiri karanlık bir gece yarısı, yağmurlu, fırtınalı bir havada, üzerine iki köpek de durmadan hırladığı halde, güm güm kapımı vurup, saçın, üstün, başın perişan ve meczup, adeta yakama yapışarak ‘beni sen mahvettin’ diyen şahıs değil misin?” diye sorduğunu, kendisinin ise “Değilim” diye cevap verdiğini belirtir. Zarifoğlu bu hadiseyi anlatmaya şöyle devam eder:
“Üstad, o kadar inandırıcı ve orada bulunan bütün tanıdıklar ‘şairliklerime’ ve minik hafakanlarıma o kadar aşinaydılar ki, bir anda etrafıma bakınınca, inkârımı anlayışla karşılamaya hazır dost bakışlar gördüm.”
Yazısının devamında Üstad’ın kapısını çalmadığını çeşitli delillerle ispatlamaya çalışır Zarifoğlu. Ve o dönemlerde deniz kenarlarında, mayasız ve anlamsız bir hayat sürdüğünü yazar.
Gelelim, Üstad’ın kapısını o gece vuran kişinin kim olduğuna. Zarifoğlu yazısında “Zihnim o kişiyi aradı ve yanılmıyorsam buldu.” der ve o kişiyi tarif eder. “Boyu, boyum kadar. İnceliği, yani vücutça inceliğim kadar. Benim kadar esmer. Kafatası yapısı benimki gibi. Mimikleri ve konuşurken jestleri de öyle. Sesi benimkine benzeyen… Sanatkâr mizaçlı ve yazan biri. Şiirleri ve düz yazıları var. En belirgin özelliği, Üstad’ı adeta delicesine okumuş olması. Bense, Üstad’dan topu topu kırk-elli şiir okudum. Bir-iki piyesinin dışında sonuna kadar bitirdiğim kitabı olmadı. Hemen hemen benim yaşımdaki o delikanlıyı, 1970 veya 1971 yılında tanıdım. Üstadın cümleleriyle konuşuyordu. Yazılarında tıpa tıp onun üslubu vardı. Bu üsluba bakarak yazdıklarını Üstad’ın sanmak bile mümkündü. Onu bu derece benimseyip, bir buhran anında onun kapısına gidip, ‘beni öldürdün!’ diyecek tanıdığım tek insan olsa olsa buydu.” (1)
Cahit Zarifoğlu, “olsa olsa budur” der ama onun Salih Mirzabeyoğlu olduğunu söylemez. Sadece o değil, Üstad’ın yanında olanlar ve Üstad’ın vefatından sonra bile bizzat Salih Mirzabeyoğlu ile bir araya gelenler bile Mirzabeyoğlu’nu görmezden, bilmezden, duymazdan gelerek onu ademe mahkûm eder.
Basit bir hadise gibi görünen bu mesele, sadece kapıyı tıklatmaktan ve Üstad’ın yakasına yapışıp “Beni sen mahvettin!” demekten ibaret değildir. Arkasında köpeklerin havladığı o yağmurlu gece, beynini lif lif yolan fikirler ağına gebedir. O kapıya vuran elin sahibinde büyük bir fikrî ihtilalin sesi ve gücü, bir dehanın oluş ıstırabı yatmaktadır.
“Necip Fazıl Kitabı”nın 577’nci sayfasında ise Asım Öz, “Çile İçinde Çile: Necip Fazıl Çerçevesinden Ardıllarının Eleştirisi” başlıklı yazısında, aradığı mukaddesatçı gençliği MTTB, Ülkücüler, MSP gibi örgütlerde bulamayan Üstad’ın, nihayet hiç beklemediği bir anda MSP’nin gençlik teşkilatı Akıncılar’dan kopan “Akıncı Güç” ile umudunun tekrar yeşerdiği yer almaktadır. Fakat böylesine önemli bir ayrıntı burada noktalanmaktadır. Anlaşılan o ki, o günden bugüne değişen hiçbir şey olmamış. Ülke çapında ses getiren eylem ve fikre el attığı, gongu çaldığı halde, “O da çok çekti, ona da haksızlık edildi.” demekten öteye gitmeyerek 28 Şubat mağduru kisvesinin içinde tutmaya niyetliler Mirzabeyoğlu’nu…
Öncelikle “Akıncılar”dan kopan “Akıncı Güç”ü ele alalım.
Üstad Necip Fazıl’ın “ruh hamurunu yoğurmak ve mayasını tutturmak için kırk yıldır didindiği” ve “küfürden buzdağını hohlaya hohlaya erittiği” dönemler…
Komünistlerin devamlı eylemleriyle, Kemalist rejimin Müslümanlara yaptığı baskılarla geçilen dönemler…
Müslümanların pasifize edildiği, ağzını açanın susturulduğu, “Bu iş edebiyatla olur”culardan “Aman provokasyona gelmeyin”cilere, “Bunlar Yahudi oyunu”culardan “Onlar da bunu istiyor”culara kadar türlü keleş düşüncelerin olduğu, Allahsız Müslümanlığın şuurlara oturtulmaya çalışıldığı, haksızlık karşısında susmanın geçer akçe olduğu dönemler…
Teoride Kemalist rejime karşı Müslümanların nasıl duracağını, nasıl tavır alacağını ve şuurlanacağını Büyük Doğu ideolocyasıyla gösteren Necip Fazıl’ın bu sistemini pratize eden, fikir-eylem planında sistemli biçimde bir mücadele başlatan ve bunun teorisini de ortaya koyan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’dur. Müslümanların ilk dirilişi de Salih Mirzabeyoğlu’nun Türkiye’de kulaklara sayha sayha yayılan sesiyle başlamıştır. “Akıncı” tabiri de bu sistemli mücadelenin başını çeken Mirzabeyoğlu ile gençliğin dili ve yüreğine yerleştirilmiştir.
1970’ler… Dönem, sağ-sol gruplar arasında memleketin yangın yerine döndüğü, gençliğin bunların peşinden sürüklendiği bir dönem. O zamanlar Salih Mirzabeyoğlu 20’li yaşlarda. Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ideolocyasına nisbetle “İnsanımız ve İnancımızın Kavgası” mottosuyla Gölge Dergisi’ni (1975) çıkarır. İlk sayının manşeti de hiçbir zaman eskimeyecek, her an taze kalacak bir manşettir: “Çağlar Üstü Mutlak Fikir’e Doğru”…
Mirzabeyoğlu yola çıkış maksadını da “Dava çilekeşinin hamurkârlığını yaptığı gençliğe; ‘neredesin’ aksi seda gibi tekrarlayıcı ‘neredesin?’ cevabıyla değil, ‘Murad edilenin gölgesi kabul edilebilirsek buradayız, hedefimiz aslı gibi olmaktır demek niyetiyle çıktık.” (2) takdimiyle ifade etmiştir.
Hiçbir politik kadroya dâhil olmayan Mirzabeyoğlu, Gölge dergisiyle Büyük Doğu ideolojisi çizgisinde olduğunu göstermiş, “Aksiyona dönüşmeyen fikir topluluğu kendi içinde çürümeye ve çözülmeye başlar” (3) diyerek akının başladığını duyurmuştur.
1978’e kadar devam eden Gölge dergisi 14 sayı çıkmış, hem Türkiye hem de dünyada olup biten hadiselerin haber-tahlilini yapmıştır. Gölge’nin akabinde Mirzabeyoğlu, “Bütün Fikrin Gerekliliği” eserini tamamlamış, kendi deyimiyle “Akıncı Güç patlaması”nın başında, 1979’da bir kitapçık çapında basılmış ve Üstad Necip Fazıl’ın tetkikine sunulmuştur.
Daha sonraları eserinden dolayı, Üstad’ın “Mücerret fikir istidadı tam” gibi hükme varıcı övgülerine mazhar olan Mirzabeyoğlu, 1979 yılında büyük bir ses getiren Akıncı Güç dergisini “İyi, Güzel ve Doğru” mottosuyla çıkarır. 100 binleri geçen tirajıyla adeta Türkiye’de duymayan kalmaz. Fakat Üstad’ın kapısını kimin çaldığı aşikârken, Akıncı Güç gibi bir patlamayı duyan ve görenler Salih Mirzabeyoğlu’nu hatırlamakta “güçlük” çektiklerini iddia ediyorlar!
Salih Mirzabeyoğlu’nun kurduğu Akıncıların içinde ayrışmalar yaşanır. Mehmet Güney ve ekibi meydana çıkmak istemez, bu ideolocyanın kavgasından pratikte kaçınır. MSP'nin güdümünde kalmak isterler. Salih Mirzabeyoğlu, bu ayrışmada aksiyona talip olmayanları elekten geçirir. Akıncılar Derneği’nden ayrılarak Akıncı Güç ile yolunu ve mücadelesini sürdürür.
Müslümanların ayaklanışının, eziklikten arındırılışının, yenilenişinin Salih Mirzabeyoğlu’nun eylemleri ve dergi faaliyetleriyle doğrudan alakası vardır. “İslam’da kavga yoktur, slogan yoktur, ideoloji yoktur.” diyen sünepe beyinlere İslamcı mücadelenin nasıl yürütüleceğini, Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ideolojisine göre fikir-eylem misyonu içerisinde göstermiş, Büyük Doğu aksiyon ruhunu gençliğe aşılamıştır.
“Akıncı Güç, aksiyonunun konusunu arayan bir kalıp hüviyetindeki gençliğin, hareket hedefini tayin etmiş, B.D ruh ve sistemiyle gençlik arasında ‘köprübaşı’ olmuştur.”(4)
Salih Mirzabeyoğlu, “Kavga mı yoksa fikir mi” gibi sorulara karşılık, “Sistem çapında tatbik fikri olmadan tatbike dair hareketler bir mana ifade edemez ki, fikir veya eylem niyetli çıkışların yeri ve değerini paylaşalım.”(5) cevabını vermiş ve Akıncı Güç ile yürüttüğü mücadelesinde sistemden iktidara, devletten topluma, idare şeklinden nizam şuuruna kadar bir bütün halinde işin stratejisini ortaya dökmüş, meselelerin soylu izahını yapmış ve mazerete açık kapı bırakmamıştır. Büyük Doğu idealine kafa ve ruh olarak bağlılığını ilk sayılarda gösteren Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’ın şu ana kadar kimseye yapmadığı büyük iltifatına “Müjdelerin Müjdesi”ne mazhar olmuştur.
Bu müjde, 10 Haziran 1979 tarihli Ortadoğu Gazetesi’nde yayınlanır:
“Birkaç gün önce... Büyük Doğu Yayınları’nın idare yerine birer meşale kıvraklığında üç genç geldi. Oturdular ve tek kelime söylemeden bana bir dergi uzattılar: Akıncı Güç... Bunlar bu dergiyi çıkaran ve güden gençler...
Gece yatağıma uzanıp dergilerini açtığım zaman ne görsem iyi?.. Bir baştan öbür başa Büyük Doğu idealinin destanı... Hem de en derin fikir tabakalarına kadar nüfuz edici ve bugünkü aydın İslâm gençliğini Büyük Doğu mihrak ve istikametinde gösterici bir tahlil, terkip, tefekkür ve tahassüs ifadesiyle… Alkol kokulu cenaze çelenklerinden daha âdi pohpohlamalarla değil, duyarak, düşünerek ve yaşayarak...
Hayatım ve dâvamın en acıklı inkisar ve ıstırabını heykelleştiren MSP devşirmesi bu gençler, şimdi demetlerinin bağını çatlatıyor, yepyeni bir demetlenme hasretiyle öz kaynaklarının adını veriyor; ve bu, kendi kendisini tayin ve tespit işinde en soylu ve şahsiyetli çile hakkını tüttürüyordu.
Karanlık bir zindan odasında nabzını sayan bir adama ‘Kalk ve toplan! Yanlışlıklar İlâhî adaletle kendi kendisine patlak verdi!.. Artık açık hava ve güneş senin!’ hitabına ermiş gibi oldum…
15 yıllık oluşunun harcı içinde alın terim, hummalı nefesim ve olanca kımıldama gücüm yatan ‘Millî Türk Talebe Birliği’nin nihayet ölü kalıplar içinde donduruluşu, tek ümit halinde yöneldiğim Ülkücü gençliğin de ruh adelelerine büyük vecd ve tefekkür cereyanını vermeye henüz fırsat bulunmayışı önünde, bu, en beklenmedik yerden kendi kendisine yükselen ses, bana müjdelerin müjdesini getirdi: Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!”
“Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!” cümlesi, Üstad’ın apaçık davetidir. Hem çevresindekilere hem de genç nesillere… “Necip Fazıl Kitabı”nda geçen “Aradığını bulamadı, yalnızdı, umutsuzluğu ölene kadar sürdü.” gibi söylemlerin de ne kadar abesle iştigal olduğunu görebiliyoruz.
Yayınlanan Müjdelerin Müjdesi’nden bir hafta sonra Necip Fazıl Kısakürek, aynı gazetede Salih Mirzabeyoğlu’nun “İdeolocya ve İhtilal” (6) başlıklı yazısını yayınlatır. Üstad, Mirzabeyoğlu’nu agora meydanında duyurduktan sonra Akıncı Güç dergisinde yayınlatmak üzere “Işık” isimli yazısını ithaf eder:
“Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç beklemediğim bir mekândan bir ışık fışkırdı. Daima böyledir. İlâhî tecelliler hep böyle tepeden inme gelir. Allah'ın tecellileri, yapmacıksız ve zorlamasız, boynunuz bükük, köşenizde otururken görünüverir. Bu ışık, hiçbirini görüp tanımadığım, görüp tanıyınca da aramızdaki ezelî yakınlığa şahit olduğum gençlerden. Şu anda üçüncü sayısı elinizde olan ‘Akıncı Güç’ isimli derginin ilk sayısından... Bunlar MSP'nin koruduğu ve geliştirmeye çalıştığı ‘Akıncılar’ gençliğinden bir demettir ve işin özü olarak şu sayhayı koparmaktadır: Biz ruh hamurumuzu Büyük Doğu teknesinde ve onu yoğuran ellerde idrak ettik ve başka hiç bir tarafa gönül ve kafa nispeti kabul etmeyiz. Bu gençlerin son zamanlardaki düzmece ve ezberletmece teşkilat örneklerinin ruh haletinden uzak olduklarını gördüm ve onları göğsüme bastım…” (7)
Akıncı Güç ile çıkış yapan Salih Mirzabeyoğlu’nun, Necip Fazıl’ın “düşük çocuklar” diye tabir ettiği kişiler tarafından sevilmeme sebebi de tüm ezberleri altüst edişi, kendilerinin BD-İbda tarafından fikirde ve fiilde yanlışlarının damgalanmış olmasıdır.
Onların sahtelikler üzerine, düşünüyormuş gibi yapmaktan öte gitmeyen düşünceler üzerine, olmadığı mananın maliki görünmek üzerine diktikleri binalarını, Mirzabeyoğlu’nun önce damgalayıp sonra yıkması sonucu Üstad’ın muradı da anlaşılmış oldu. Bugüne kadar da keleş fikirleriyle kaldılar ve “oluş yolu”nu görmezden, anlamazdan geldiler.
Eşya ve hadiseleri zapt etmesiyle, insan ve toplum meselelerine bir bütün halinde bakmasıyla, “İslam’da hukuk, İslam’da kanun, İslam’da siyaset, İslam’da edebiyat” gibi parça parça değil de her bir meseleyi birbirine bağlayıcı mahiyette Mutlak Fikir ölçüleri ışığında ele almasıyla Kemalist rejimin iğdiş ettiği ve değiştirdiği alışkanlıklarımıza, şuurumuza yeniden format atan Salih Mirzabeyoğlu, bu anlamda büyük bir ihtilalcidir.
Allah Resulü’nün kötülüklere karşı ilk olarak el-fiil ile mücadele edilmesi konusundaki işaretini emir telakki etmiş, gerekeni gerektiği yerde yaparak aksiyon halinde “İslam ihtilal-inkılabını İslam’a muhatap anlayışın olanca hakikatiyle görünmesi davası”nı vermiş, Üstad’ın İdeolocya Örgüsü’nü tatbik fikriyle pratiğe geçirmiştir. Bu o kadar da kolay olmamıştır. Mirzabeyoğlu’nun deyişiyle, “sistemi, hâlihazırdaki yaşanana hâkim kılmak” tabiri caizse deveye hendek atlatmaktır. Yeni doğmuş bir insanı yeni bir şuurun norm ve formlarına göre yetiştiriyor olsak bu zor olmayacak; fakat Kemalist sistemin çarpık ideolojisine göre düşünen, yaşayan, konuşan, eğitim alan insanına yeni bir şuur süzgeci empoze etmenin zorluğu söz konusudur.
Dipnotlar:
1. Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, İbda Yayınları, Cilt 5, s. 402.
2. Gölge dergisi, I. Sayı, II. Sayfa.
3. Gölge dergisi, I. Sayı, I. Sayfa.
4. Akıncı Güç Dergisi I. Sayı.
5 Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilal, İbda Yayınları, s.34.
6. Mirzabeyoğlu, a.g.e., s. 55.
7. Necip Fazıl Kısakürek, Rapor 6, Büyük Doğu Yayınları, s. 30.
Aylık Dergisi 197. Sayı 2021 Şubat