Bu hafta Venezüella Karakas’ta ALBA (Alianza Bolivariana para los Pueblos de Nuestra-América/ Latin Amerika İçin Bolivarcı İttifak) zirvesi gerçekleştirildi. Bu ittifakın temelinde halkların faydasının gözetildiği bir ticaret anlaşması var. ALBA’nın kurucusu Venezüella ve Küba, diğer üyeleri ise Bolivya, Nikaragua ve bazı Karayip adaları. Saint Vincent ve Grenadinler, Antigua ve Barbuda, Dominika, Grenada, Saint Kitts ve Nevis bu Karayip adaları… Önceden daha fazla üye ülke bulunuyordu. 2009’da ittifaka dahil olan Ekvador, ismi Lenin olan hain Moreno’nun iktidara gelmesinin ardından 2018’de ALBA’dan ayrıldı. Moreno, ALBA’da daha fazla durmaya cesaret edemedi. Honduras ve El Salvador da iktidar değişiklikleriyle örgütten ayrılanlar arasındadır.
Bu hafta gerçekleştirilen ALBA zirvesinin tarihi, Venezüella’nın bağımsızlık Savaşı olan Carabobo savaşının 200. senesine tekabül etti. Bu çerçevede kutlamalar da gerçekleştirildi. Carabobo savaşı Venezüella için çok önemli; çünkü bu savaş sömürgeci İspanyol ordusunun kesin yenilgisiyle neticelenmiş ve bu savaşın ardından İspanyollar çekilmek zorunda kalmıştı. İspanyol ordusu iyi silahlarla donatılmış güçlü bir orduydu ve sayıca Venezüella bağımsızlık güçlerinden üstündü. Buna rağmen yenildiler. Bu savaşta Bolivar, püskürttüğü İspanyol ordusundan birçok esir aldı; fakat aldığı esirleri elinde tutmadı ve İspanya’ya gönderdi. Carabobo savaşı sadece Venezüella değil, tüm Latin Amerika için son derece ehemmiyetli. Çünkü kazanılan zaferin ardından Küba dışında bütün Latin Amerika bağımsızlığına kavuştu.
Venezüella’nın bugünkü vaziyetine bakarak ehemmiyetini idrak etmek zor olabilir. Venezüella dünyanın en zengin ülkelerinden biri, o dönem için de bu böyleydi. Ayrıca ülkede bölgenin en geniş nüfusu vardı. Dolayısıyla Venezüella, Latin Amerika tarihinin yazılmasında özel bir ülke olarak çok önemli bir rol oynadı. Bunu söylemek üzücü fakat Venezüella dünyanın en zengin ülkesi konumundayken bugünkü hâle geldi. Kendi halkına fazlasıyla yetebilen bir ülke olan Venezüella, halkın çalışmasına bile ihtiyaç kalmadan hayatını devam ettirebilmelerini sağlayacak zengin petrol ve diğer yeraltı kaynaklarına sahip bir ülke. Etrafındaki ülkelere göre su kaynakları da son derece zengin. Bugün ise âdeta bir harabeden, su almanın bile zor olduğu, insanların açlık ve sefalet çektiği bir ülkeden bahsediyoruz. İçeride büyük bir karışıklık hâkim. Bolivarcı Devrimci hareketin içerisinde müthiş bir yozlaşma var. Aslında bu yozlaşma Maduro hükümeti döneminde de başlamadı. Kökleri Komutan Hugo Chavez’in ölümünden önceye dayanan bir yozlaşmadan bahsediyorum.
Adını zikretmişken Chavez’e ayrı bir parantez açalım. Chavez, her daim Filistin davasını, Arap davasını, İslâm davasını savunan birisi olmuştur. Bunu öyle kuru kuru konuşarak da değil, faaliyetleriyle de göstermiştir. İsrail ile ilişkileri kesmiş, hatta bununla da kalmamış İsrail’in Venezüella tarafından tanınmasını askıya almıştır. Hayatta olduğu süre boyunca İsrail’i tanımadı ve Venezüella’yı İsrail’e karşı böylesine net bir tavır takınabilen tek devlet haline getirdi. Zehirlenerek öldürülmesinin arkasındaki en önemli nedenlerden biri, belki de en önemlisi Siyonizm’e ve emperyalizme karşı tavizsiz dik duruşuydu.
Aslında mevcut hükümet de onun siyasî çizgisinde devam etmeye çalışıyor; fakat ne yazık ki, onun döneminde emarelerini gösteren yozlaşma her geçen gün bünyeye daha çok sirayet ediyor. Maduro’yu yozlaşmış insanların dışında tutuyorum. Venezüella’da kirli insanlar orduya dahi sızmış durumda ve bunların büyük kısmı Evanjelik. Elbette Evanjeliklerin de iyi ve kötüsü var; fakat herkesin malumu olduğu üzere Evanjelikler Siyonistler ve Amerikan emperyalizmi tarafından kullanılıyor. Benim ailemde de Evanjelik kişiler vardı. Büyük amcamın, babamın abisinin karısının annesi Kolombiyalı bir Evanjelikti. İyi birisi olmakla beraber çok katı ve sınırları keskin düşüncelere sahipti. Mesela babam komünist olduğu için kardeşimin adının Lenin koymuştu. Onun için bu çok garip ve yanlış bir davranıştı. Zaten komünizm de yanlış bir fikirdi. Evanjelikler dünyanın birçok ülkesinde çok güçlüler. Brezilya’da iktidar onlarda, Latin Amerika ülkelerinde yayılıyorlar. Garip gelebilir ama Orta Doğu’da da çok güçlüler. Bunu bire bir müşahede edebildiğim için biliyorum. Keza Kuzey Afrika’da da öyle, Cezayir’de insanlar Evanjelizm mezhebine geçiyor.
Hülasa; Venezüella bütünüyle harabeye döndü ve bu sadece emperyalistlerin veya onların taşeronluğunu yapan Kolombiya’nın saldırganlıkları sebebiyle olmadı. Venezüella, Latin Amerika ve Afrika’da had safhada olan, bütün dünya ülkelerini saran bir zehrin esiri oldu. Bu zehir menfaat peşinde olan idarecilerin sebep olduğu yozlaşma ve ahlâkî çöküntü.
Gerçek Hıristiyanlara gelirsek, onlar da yozlaşma bataklığında debeleniyor. İtalyan asıllı bir Arjantinli olan mevcut Papa Francis, Katolik Kilisesini temizlemek için bir savaş veriyor. Dünyada iktidara sahip olan tek ve bu bakımdan en önemli dinî organizasyonun Katolik Kilisesi olduğunu unutmayalım. Düşman homoseksüelleri kullanıyor ve yönetiyor, yozlaşmış insanlar mafya ile bağlantılı olarak operasyonlar yapıyorlar. Buna benzer birçok şey Vatikan için söz konusu. Menfaat çetelerinin yoğun etkinliği var ve mevcut Papa bu pislikleri temizlemek ile uğraşıyor. Öte yandan Suriye ve Irak gibi bölgelerde Hıristiyanlara yönelik gerçekleşen saldırılar sebebiyle İslâm dünyasındaki Hıristiyanları bir arada tutmaya çalışıyor. Papa Irak’a gitmişti malûm. Irak’ın gerçek hükümeti Amerikan müdahalesiyle ortadan kaldırılmıştı. Dolayısıyla Irak’ta bugün ortaya çıkan sorunların müsebbibi Amerikan emperyalizmidir. Papa da buralarda Hıristiyanlara karşı yapılanların temelinde ABD olduğunu bilerek hareket etmelidir. Suriye’de ise neler yaşandığını zaten biliyoruz. Kaosun hâkim olduğu bölgede ayakta durabilen sayılı ülkelerden olan Türkiye de bu bölgede düzeni tekrar tesis etmeye çalışıyor.
Tekrar meselemize dönersek; Carabobo savaşının üzerinden 2 yüzyıl geçti ve bu savaş teçhizat ve asker sayısı bakımından zayıf olan Venezüella ordusu tarafından Simon Bolivar liderliğinde kazanıldı. Bu savaşın ardından Bolivar ülkeleri birleştirerek büyük Kolombiya’yı kurdu. Bu düzeni dağıtmak isteyen çoğunluğu İspanyol kökenli soysuzlar onu öldürmek istediler. Bolivar bu tuzaktan kurtulmayı başardı; fakat kurduğu düzenin çatırdamaya başlamasının verdiği elemle hastalanarak hayatını kaybetti.
Geçen hafta da ismini telaffuz etmiştik. Bolivar’dan sonra liderlik Antonio Jose de Sucre’ye geçti. Ayacucha savaşının galibi ve mareşali Sucre, Latin Amerika’da mareşal olmayı başaran tek generaldi. Bolivya’nın bağımsızlık kahramanlarından biridir. Bağımsızlığa kadar Peru’yu kontrol eden ve Bolivar’a karşı savaşan insanlar tarafından suikasta uğrayarak hayatını kaybetti. Bugün Bolivya’da halkının menfaatlerini müdafaa etmeye çalışan vatansever bir hükümet var. ALBA Sucre’yi de unutmamış bir ittifaktır. Üye ülkelerin kendi aralarındaki ticarette kullandığı bir para birimi var. Amerikan Doları yerine söz konusu devletlerin ticarette kullandığı Sucre para birimi, ismini Bolivar’dan sonraki kişi olan Antonio Jose de Sucre’den alıyor.
Birbiriyle alakalı birkaç meseleden bahsettik. Gelecekte neler olacağını bilmiyoruz; fakat bildiğimiz şu ki yanlış giden birçok savaş yaşanıyor. Korkum şu ki, Venezüella’nın Bolivarcı rejimi devrilme tehlikesiyle karşı karşıya. Çünkü yozlaşmış insanlar tüm köşeleri tutmuş durumda. Vatanseverlerden müteşekkil Bolivarcı devrime bağlı Venezüella ordusunda bile vaziyetin böyle olduğunu düşünmeye başladım artık. Savunma Bakanı son derece cesaretli ve iyi bir insan; fakat Bolivarcı davaya ve Hugo Chavez’e ihanet edenler makamları işgal ediyor. Benim hâlâ burada cezaevinde olmam, haklı olmama rağmen Venezüella’ya dönememem bunun en bariz göstergesidir. Ben Venezüella tarihinin en tanınmış insanıyım. Carlos denilince insanların bu ismi Bolivar’dan daha iyi tanıdığını biliyoruz. Hatta Carlos ismi Chavez’den de tanıdıktır birçok insan için. Bu bir propaganda fırsatıdır; fakat Venezüella hükümetinin yüzüstü bırakması sebebiyle ben hâlâ Fransa’da cezaevindeyim. Bu insanlar resmen bana karşı bir savaş yürütüyor. Çok iyi bir avukat ve çok iyi bir insan olan Isabelle Count Peyre’nin savunmalarına rağmen Fransız yargısı aldığı emri yerine getirerek beni burada tutuyor. Fransa’nın en yüksek mahkemesi bile benim davalarım hakkında saçma kararlar verebiliyor ve gelecek günlerde bu sebeple bir mahkemem olacak. Ümid ediyorum Türk avukatlarım da bu duruşmaya katılacak ve dayanışmalarını ortaya koyacaklar. Asla ihanet etmedim ve asla fırsatçılık yapmadım, hep mücadelemi sürdürdüm; işte bu yüzden Siyonizm ve emperyalizm ile onların destekçilerinin zulmüne maruz kalıyorum.
Allahü Ekber!
26.06.2021
Tercüme: Faruk Hanedar