Hastalık kelimesi, genelde  fiziki ve biyolojik düzensizlikler için kullanılmaktadır. Ağrı, sakatlık, yaralanma, bunalım, şizofren gibi  düzensiz ve dengesizlikler hastalık olarak dile getirilmektedir.  Bunlar, elbette ki kişiler için geçerli olup, insanlarda farklı tür ve boyutlar içinde gerçekleşmektedir.

Bir tasarım olarak çaresizlik Bir tasarım olarak çaresizlik

Sosyal Hastalığın Niteliği

Olayın bir de toplumsal hastalık yönü vardır ki, bu hastalık türü, diğerine nazaran kolay farkedilmeyen, ama onlara göre daha fazla bulaşıcı ve teşhisi kolay kolay yapılmayan bir özellik göstermektedir.

Hastalığın kolay kolay anlaşılamaması ve farkedilmemesi, bu hastalığın ruhi ve ahlaki boyutta gerçekleşmesi aynı zamanda insanların çoğunun farkında olmadan  ağır ağır bu hastalık ortamına girmiş olmasındandır.

Her hastalığın belirtisi, birbirinden değişik olduğu gibi, sosyal hastalıkların  nitelikleri çok belirgin olmadığı gibi, birbirini tetikleyen özellliği de bulunmaktadır.  Bu tetikleme, bulaşıcı bir hastalık gibi, insanları birbirleri ile ilişki kurdukları zaman, daha da artan bir acı ve çaresizlik ortaya çıkarmaktadır.

Bir toplum iktisadi sıkıntıya düşebilir, yönetim sistemi aksayabilir, açlık ve kıtlık ile karşı karşıya kalabilir. Ama, sosyal hastalıklar; insanın insanlık değerlerini ağır ağır ortadan kaldıran ve çözümsüzlükler ile yüzyüze getiren bir özelliğe sahiptir.  İnsanlar, farkında olmadan kendi iç dünyalarına kapanır, sosyal özelliklerini kaybetmeye başlarlar.  İşte bu “sosyal kayboluş”, bir toplumun toplum olma özelliğini ortadan kaldıran büyük bir “duygu ve düşünce depremi” meydana getirirler.

Sosyal Hastalığın Asıl Hedefi Gençler

Gençler, hayat içinde tecrübesiz ve ruhi bakımından zayıf varlıklar olarak sosyal hastalığı en çabuk ve en sarsıcı bir şekilde hisseden kesimlerdir.  Yaşlı ve olgun insanlar, sosyal hastalıklara uğrasalar da, onların bünyelerindeki gelenekler yardımıyla, sosyal hastalıklara belli ölçüde direnç gösterebilmektedirler. Her ne kadar, dejenere olan hayat ve yaşayış kuralları onları da, özlerinden ve alışkanlıklarından  uzaklaştırsa da, ani bir değişim ve çöküş içine gençler gibi girmemektedirler.

İnanç ve kültür, zaman içinde bir şahsiyet inşa eder ve insanlar bu şahsiyet ile bir sosyal dünya oluştururlar. Bu sosyal dünya, uzun zaman içerisinde insanı  güçlü bir karakter sahibi yapar ve kendine has doğrular ve yanlışlar oluşturur. Artık insan bu kimlik ile bir hayat süreci içine girer. Artık her olay ve gelişme, bu kimlik içerisinde tabii mecrasında akar durur.

Belli bir  sosyal dinamizme sahip bir topluma, iç ve dış kaynaklardan birtakım “yabancı virüs”ler  girdiğinde sosyal hastalıklar başlar. Aslında, normal bir bünye bu hastalıklara karşı dayanıklı iken, genç insanların bünyeleri, bu yabancılaşma hastalığına karşı duramaz ve  hastalığın cazip  görüntüsüne ve duyguları dejenere eden özelliğine karşı duramaz. Çünkü, sosyal sistem; artık kendi kültür değerlerini, başka değerler ile değiştirmiş ve kurumsal sistem, geçmişten gelen mevcut kimliği arka plana atarak, yeni kimliği devreye sokmuştur. Medya, basın ve eğlence sektörü ile kimlik ağır ağır değişmeye başlar ve hastalık, genç insanların bütün dünyasını allak bullak eder.

Uzun süre devam eden bu yabancı kültürleşme, orta yaşlı kitlede de, yıpranmalar ve aşınmalar meydana getirdiği için, gençlerdeki bu  değişimi geçici olarak düşünen anne-babalar, onların yabancı dünyaya yönelik yaşama felsefelerinin ileride geçeceğini ve geçici bir heves olduğunu düşünürler. Fakat, durum onların beklediği gibi olmaz; artık gençler, anne ve babalarının kültürünü basit ve hatta, geçersiz görmeye başlayarak, toplumda ikili bir kültür hakim olmaya başlar.

Sosyal hastalıklar, ancak sosyal rehabilitasyon denilen değerlere ve fikri kaynaklara dönüş ile kimliği tekrar kazanma ile çözülebilecek bir operasyon ile sağlanır. Bunun için de, toplum değerlerini ve kültürünü analiz eden, sosyologların önderliğinde başlatılacak bir “sosyal şuurlanma” ile gerçekleşebilir.

Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber