Soykırım endüstrisi artık dünyanın hiçbir noktasında iş görmeyecek Soykırım endüstrisi artık dünyanın hiçbir noktasında iş görmeyecek

Hacı Sabancı’nın bugüne dek reddettiği çocuk, öz oğlu imiş. DNA testi ile ortaya çıkmış. Tamam, olayın magazin boyutu tartışılmaz. Ama bir de işi getirip sosyoloji ahkamlarına, sınıfsal analizlere dayayanlar var. “Sosyal sınıf nedir?” desen, bilgisi “ilkokul 1A sınıfı” düzeyinde kalacak adamlar burjuvazi tahlili yapmaya kalkıyor. “Bizimkiler zengin ama kültürleri yok, işte sonuç böyle oluyor!” diyorlar.

Neresinden tutsan elinde kalır…

Doğrusu bugün dünyada “yüksek kültür algısına” dair her şey aristokrasiye ait, ondan kalma. Burjuvazi para sahibi oldukça bu geleneği devam ettirmiş. Tabii pek çok durumda eline yüzüne bulaştırarak, bir zamanlar alay ettiği aristokratlardan bile komik duruma düşerek...

Zenginlik tek başına yüksek bir kültüre yol açmaz; bilakis daha ziyade güç sarhoşluğunun ve çürümenin kapılarını aralar. Zenginler arasında böyle “yüksek kültürel” uğraşları olan kimseler ya aristokratlıktan gelme tiplerdir, ya da aristokrasiye öykünmeye çalışanlar.

Bu öykünme işi de artık demode bir hâl almıştır. Aristokratlar gibi davranmaya çalışan son zenginleri 1980’li yıllarda gördük. Sonra dünyadaki meta ve para bolluğu öyle bir noktaya erişti ki kültür dediğin de sadece dünyevi zevkin arayüzlerinden biri oldu.

Parayı bulunca müzeler kuran, operaya giden, kitaplar bastıran zengin adam yok artık. Olmaması da büyük bir kayıp değil; çünkü esasen aşağılık kompleksi ile malul, karikatür bir tipti. Bugünün zengini zevk ve uzun yaşam peşinde koşan, pahalı otomobil, pahalı yemek derdine düşmüş, paçozluklarını Instagram’a falan koymaktan çekinmeyen, çok daha sevimsiz ama aynı zamanda daha gerçek bir tip.

Gerçek; çünkü zaten kapitalizm bu adamı kutsar, bu adam için kurulmuştur, bu adam sayesinde yaşar. Diğeri yani bizim çok bilmişlerin hayalini kurduğu “entelektüel zengin”, aristokrasi karşısındaki ezikliğin yol açtığı zavallıca bir sapmadır.

Burjuvazinin aristokratlar karşısındaki bu ezikliği, 20. yüzyılın başında Marksistlere bulaştı. Lenin de dâhil büyük kısmı şöyle düşünüyordu: Aristokrasi gericiydi ama kültürü yüksekti. Burjuvazi onu yıktı fakat kültürüne sahip çıktı. Şimdi işçi sınıfı burjuvaziyi yıkıyordu ama burjuvazinin yüksek kültürüne sahip çıkmalıydı.

Bu konuda bizim eski Marksistler bir yığın laf salatası yazdı ama acı gerçek olduğu yerde duruyordu. Sözü edilen “yüksek kültür” -hangi sınıfın kontrolünde olursa olsun- aslında aristokratların on bin yıl boyunca geliştirdiği insanlık kültüründen başka bir şey değildi. Kapitalizm, eski ekonomiyi yıkabiliyordu ama bunca derin kültürel birikim karşısında hiçbir şey yapamazdı. Burjuvazinin aldığı da, işçi sınıfın devrimin dışında tutup korumaya çalıştığı da aynı kültürel birikimdi. Daha doğrusu, söz konusu olan korumak değil tarihsel birikime teslim olmaktı.

Hülasa, zenginlerin yüksek bir kültür ürettiğine dair algı, kimi Marksistlerin aşağılık kompleksinden ibaretti. Şimdi iş zenginliğin ve kültürün tahlili olunca her konuda Marksizmin karşısında duran adamların, Marksistlerden bir tek bu aşağılık kompleksini alması da ayrı bir trajedi!

Aynı derecede garabet olan bir başka detay da Hacı Sabancı üzerinden yapılan eleştirilerin “Bizdeki zenginler...” diye başlaması! Ya hu arkadaş ne kadar gördün başka memleketleri, onların zenginlerini ne kadar tanıyorsun da kafanda hemen bir ikinci aşağılık kompleksi katmanı daha icat ediyorsun?

İmkânları varsa Fransa’nın, İspanya’nın, İngiltere’nin, Rusya’nın zenginlerinin nasıl rezil hayatlar yaşadığına bir baksınlar. Google’a Paris Hilton yazsınlar, Trump’ın özel yaşamı yazsınlar… Üstelik bunlar “mazbut” olanları. Daha beteri; Didi skandalına, Epstein davasına falan bir baksınlar…

Türk zengini bunların yanında sütten çıkmış ak kaşık kalır. O da çok ahlaklı olduğundan falan değil, kimisi Müslüman mahallenin baskısından kimisi de Batılılar kadar zengin olmadığından.

Gaffar Yakınca