Ara ara sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraf çok ilgi çekiyor. 1909 yılında bir turnuva için Türkiye'yi temsil etmek üzere ABD'ye giden iki Türk güreşçinin orada verdiği poz... Bu pozda dikkati çekense geleneksel Türk kıyafetleri içerisindeki iki sporcunun fotoğraftaki duruşu... Tüm heybetleriyle, dimdik, ihtişamlı ve her yanından özgüven akan bir Türk duruşu...

Prof. Dr. Ergün Yıldırım: Ömür boyu nafaka gözden geçirilmeli Prof. Dr. Ergün Yıldırım: Ömür boyu nafaka gözden geçirilmeli

Sosyal medyada bu fotoğrafın altına gelen yorumların birçoğu aynı dertten muzdarip: Biz Batılılar karşısındaki bu özgüvenli Türk duruşunu nasıl kaybettik?

Yurtdışında bilhassa da Batı ülkelerinde bir süre yaşayanlar orada Türklere yönelik sergilenen düşmanlığı, ırkçı nefretin örneklerini, ayrımcılığı belli biçimlerde doğrudan veya dolaylı olarak hissederler. Bu, biraz olsun yurtdışı tecrübesine ve tarih şuuruna sahip bir Türk için şaşırtıcı değildir. Zaten Batı'da yaşayan Türk diasporasının çoğu hem kimliklerinden gurur duyduğu hem de bu düşmanlığa bağışıklık geliştirdiği için bu düşmanlığa karşı tavır alır ve dik bir duruş sergilerler.

Lâkin burada esas şaşırtıcı ve can sıkıcı olan sonradan Türkiye'den gezmek, eğitim ve iş için gelen sözde yüksek eğitimli ve beyaz yakalı kitlenin çoğunun Batılılar karşısındaki hal ve tavırlarıdır.

Kendilerinin de aslında ne kadar Batılı olduğunu göstermeye çalışan, Batılıların duymaktan hoşlanacaklarını tahmin ettikleri şeyleri onların yüzüne söyleyen, yabancılara Türkiye'yi haksız bir şekilde yerin dibine sokarak kötüleyen ve aslında kendilerinin Türklük ve Müslümanlıkla ne kadar alakasız olduklarını ispat etmeye çalışan bir soysuzlaşma hâli...

"Sen hiç Türk'e benzemiyorsun" denildiğinde sanki kendilerine iltifat edilmiş gibi buna aşağılık kompleksiyle teşekkür ederek karşılık verme hâli...

Bir Türk bir şey rica ettiğinde veya ilgi gösterdiğinde burun kıvıran ama bir yabancıya şirin görünmek içinse çırpınma hâli...

Müslümanlıkla ilgili bir konu açıldığında "biz seküleriz, benim annem de sarışın mavi gözlü.." diye konuşma hâli...

Yani "ben de Nişantaşı çocuğuyum" temalı bu kompleksli hâlleri gördüğünüzde, ecnebilerin Türk düşmanlığına kızmaktan çok bu mankurtların Türklükle, Müslümanlıkla ve Türkiye ile ilgili sözleri sizi çileden çıkarır ve onların kara propagandasına, ezikliğine karşı cevap vermek durumunda kalırsınız...

Bu konuya nereden mi geldim?

Sosyal medyada Romanya'da geçen bir hadiseyi görünce bu özgüven meselemizi yeniden ele almak gerektiğini düşündüm. Üstelik de Batıcı kültür aparatlarının sosyal medyada, medyada, dizi ve sinemalarda Türk özgüvenini yok etmek için nasıl çalıştığını görünce bu zihniyeti yine ifşa etmek gerektiğini düşündüm.

İddiaya göre bir Türk turist Romanya'da Kazıklı Voyvoda Vlad'ın temsili bir mekânına gidiyor. Oradaki Rumen mekân sahibi de Vlad'ın kazıklara oturtarak katlettiği 20 bin Türk'ü temsilen "madem Vlad'ın evine bir Türk gelmiş, işte kazığa oturtulmuş Osmanlılar... atalarının keyfini çıkar" diyerek altından alevler çıkan iki tane çubuğa takılı adam görünüşlü bir yiyeceği tabak içerisinde masasına getiriyor...

Daha sonra ne mi oluyor? Bu ırkçı nefretin onda biri bir Yahudi, Yunan, Ermeni veya Afrikalı'ya sarf edilse her biri kıyameti koparacakken bu görüntülerdeki "Türk" gülmeye başlıyor ve teşekkür ediyor...

Bunu da bu restoran kendi sosyal medyasında marifetmiş gibi paylaşıyor...

Tam bu noktada Nietzche'nin köle ahlakı kavramı akıllara geliyor... Köle, soylu gibi olmayı, ona benzemeyi üstünlük; kendisini ve kendi değerlerini aşağılık olarak görür. Bu yüzden Batılı efendilerini üstün kabul eden, onun gibi olamamayı eksiklik gören, kendinden ve kendi gibi olanlardan utanıp düşmanlık yaparak statü elde edeceğini sanan bir türle karşı karşıyayız.

Batıcılar 1909'da ABD'de poz veren iki Türk'te gördüğümüz o özgüvenli Türk duruşunu kaybettirmek için çok uğraştılar. Bundan sonraki en önemli mücadelemiz Batıcıların köle ahlakına karşı o özgüveni tekrar kazandırma mücadelesi olacak.

Oğuzhan Bilgin, Akşam