Geçtiğimiz günlerde, 16 Aralık 2014’te, 97 yaşında ölen Maurice Duverger, siyaset biliminin babası olarak adlandırılıyordu. 1917’de Fransa’da doğdu. Bordeaux Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu. 1955’ten itibaren Paris Üniversitesi’nde Siyaset Sosyolojisi profesörü olarak görev yaptı. Le Monde ve Observateur gazetelerinde makaleleri yayınlandı. Amerikan Sanatlar ve Bilimler Akademisi üyesiydi. İtalya Komünist Partisi listesinden Avrupa Parlamentosu'na milletvekili olarak seçilmiş, 1989-1994 yılları arasında görev yapmıştı.
Duverger'in "Siyasi Partiler" kitabı 30 kadar eserinin arasında en çok okunan kitaplarından biriydi. Görüşleri Batılı siyasetçiler tarafından ilgiyle takip edildi. Duverger, tek türlü basit çoğunluk sisteminin iki partili rejime yol açacağına dair tespitini "Duverger Kanunu" adıyla teorileştirmişti. Duverger Kanunu, siyaset biliminin temel teorileri arasında yer almıştı. “Yarı başkanlık sistemi”, “vesayet sistemi” gibi Türkiye’de çokça tartışılan kavramları da ilk ortaya atan Duverger’di. Vesayet meselesini de, “Türkiye” örneğinden yola çıkarak değerlendiriyordu 1951 yılında yayınlanan kitabında:
- “Türkiye örneği, engin bir uzak görüşlülük, derin bir sezgiyle uygulanan bir tek parti yönetiminin, ileride gerçek bir demokrasinin kurulmasını mümkün kılacak tek unsur olan yeni bir yönetici sınıfın ve bağımsız bir siyasi elitin yavaş yavaş ortaya çıkmasına yol açabileceğini göstermektedir (…) Acaba Türkiye örneğini genelleştirerek, tek partinin, nazik demokrasi bitkisinin henüz bunu almaya hazır olmayan çorak bir toprakta büyümesini sağlayacak geçici bir vâsi işlevi görebileceğini kabul edebilir miyiz?”
“Nazik demokrasi bitkisi”, hâlâ Türkiye’de ve diğer İslâm ülkelerinde “nazik”liğini koruyor, ama “kan gölüne” dönen Ortadoğu bu nezaketten pek payını alamıyor nedense. İslâm coğrafyasında, Türkiye de dahil, “demokrasi denilen nazik bitki” kök salamıyor; bu iklimde doğmadığından olmasın sakın?
1964 yılında yayınlanan “Politikaya Giriş” isimli eserinde Batı demokrasisini mercek altına almış, dünyada varolan kapitalist ve sosyalist sistemlerin giderek birbirine yaklaştığını söylemiştir. Batı’da serbest rekabete dayalı iktisadî yapı sakıncalıdır ve kapitalizm ferdî ve içtimaî ihtiyaçları bir bütün olarak karşılayamamaktadır. Sosyalist sistemler de gitgide kapitalizmin bolluk toplumu anlayışını benimsemeye hatta bunu bir amaç haline getirmeye başlamıştır. Duverger’in teklifi ise sosyalist demokrasidir. Duverger, kapitalist ve sosyalist toplumların birbirine yaklaşmasından bahsederken, kültürlerin, geleneklerin bundan etkilenmeyeceğini, bu değerlerin uzun süre bu yakınlaşmaya direneceğini de sözlerine eklemektedir. Demokrasi’nin “kapitalizm”le kardeş olduğunu ise başka bir eserinde “Batı’nın İki Yüzü”nde vurgulayacaktır. Duverger, “bir ölçüde demokratik” olarak tanımladığı Batı sisteminin dayanağının güçlü bir iktisadî sistem ile belirlendiği görüşünü savunmaktadır. Asıl amacın demokrasi olmadığını, çünkü sistemin temelinin “Servet Demokrasisi” olduğunu, halka dayandığı kadar zenginliğe de dayanan bir sistem olduğunu düşünmektedir:
- “Artık Batı, maddî alanda elde ettiği büyük başarının yükünü taşıyamaz hâle gelmiştir. Çünkü bu başarının kaçınılmaz karşılığı insan hayatının alabildiğine yoksullaşması olmuştur. Eşi görülmemiş bir varlık birikimi içindeki yığınların bu büyük tatminsizliği, Batı sisteminin yarınını belirleyecek olan temel çelişkidir.”
Maurice Duverger’in “demokrasi ve koyun” örneği ilginçtir:
- “Koyunun modern demokrasiyi ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Daha XI. yüzyılda, nüfusu henüz üç milyon iken, her yıl, İngiltere’den çoğu Flandr bölgesine gitmek üzere, sekiz milyon koyun postu ihraç ediliyordu. Hayvancılıkla meşgul olan köy asilleri, küçük ve büyük ticaret burjuvazisi ile tabiî bir çıkar birliği içerisinde bulunuyordu. Dahası, onunla aynı değerler sistemini benimseme eğilimindeydi. Artık toprağı, birtakım zorunlulukların, görevlerin, siyasî ve sosyal ayrıcalıkların temeli olarak görmekten vazgeçiyor, bunu bir yatırım alanı ve gelir kaynağı kabul ediyordu. Feodal hizmet anlayışı yerini kapitalist kâr anlayışına bırakıyordu. İngiltere’nin asilleri, burjuvalaşma eğilimindeydiler.”
Kapitalist sistem ve demokrasinin kardeşliği, siyaset bilimci Duverger’in temel görüşlerinden birini oluşturur. Bu noktadan bakınca, demokrasinin, özgürlükler, eşitlik ve haklar gibi “bayraklaştırılmış” yüzünün altında “kapitalizm”in, “serbest piyasa ekonomisinin” yattığını da söylemiş olur. Sosyalizme sığınmasını, vahşi kapitalizmi sosyalist demokrasi ile ehlileştirme çabası olarak okuyabilir miyiz?
Duverger’in “Halksız Demokrasi”, “Seçimle Gelen Krallar” gibi eserlerinin başlıkları bile, İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun bundan 20 küsur sene önce söylediği “demokrasi bir teamül rejimidir” sözünü doğruluyor. Oysa “sosyalist demokrasi” gibi çözümler, demokrasiyi adam etmek için “yarı başkanlık sistemi” gibi başka düşüncelerden aparma fikirler, temeli değiştirmez. Temelinde kapitalizm olan ve birbirinin gözünün oymayı “serbest piyasa ekonomisi” şeklinde laflarla süsleyen bir ekonomik ahlâk, insan ve toplum meselelerini “iyiden, güzelden, doğrudan” uzaklaştırmaktan başka işe yaramaz. Şöyle diyor bir konuşmasında İbda Mimarı:
- “Anlayış temin eden teori… Evet, İslam’a Muhatap anlayış yâni… Batılı bir ekonomist, aydın; her insan bir ekonomistin ürünüdür der… Aynı şekilde, her insan bir sosyoloğun, bir felsefecinin ürünüdür, bir sanatçının ürünüdür… Hiçbir insan durduk yerde, (hiçbir şeyden etkilenmemiş olarak) “öyle düşünüp, öyle yaşamaya” başlamadığına göre?.. Her insan, “geçmişten gelen miras üzerinde”, onun izlerini, çizgilerini, işaretlerini taşır, barındırır… Bu mânâda sen kendini inşâ etmedin, ekonomiden, ahlâktan, siyasetten, sosyolojiden, felsefeden; bütün düşünüş ve tavırlarında, hayat tarzında bunların İZİ VAR… Biz bunun felsefesini, teorisini, fikrini getirdik… Daha müşahhas bir misâl vereyim; (….) Şuraya bin tane adam (asker) dizilmiş, bir kişi ne emrederse onu yapıyor… Bunun ruhî bir geçmiş ve mirasın sonucu olduğunu anlamıyor musun?.. O, “ben anlamıyorum, askere yat dersin yatar, kalk dersin kalkar, hücum dersin yapar” filân… Oradaki o bin kişiyi o bir kişiye itaat ettiren?.. İşte onu oluşturan, sağlayan; asker, teşkilât, devlet fikri, gerçeklik şu bu, neyse bu ruhî şeyini veren sen değilsin… Nitekim; “Niye sana itaat edeceğim lân, bir kişisin sen!” dediği anda iş biter, çözülür… Senin, o sanki “tabiî olarak böyleymiş” sandığın şeyin öyle olmadığını görürsün. Bunun gibi; devlet nedir, hukuk nedir, ahlâk nedir, irâde nedir, fikir nedir, bunların gerçek anlamda neye tekâbül ettiği, neye karşılık geldiğinden haberin yok, bir şey olduğu zaman; “Ee bütün dünyada böyle…” Değil!…
-En çok da “demokrasi” üzerinden atıf yapılıyor; “bütün dünyada böyle…”
- Bütün dünya dediğin; Amerika ve Batı… Doksanlı yıllarda anlattık bunları; demokrasi bir teamül rejimidir diye… Zenginlik olmayan yerde demokrasi olmaz. Adam, o ekonomi dergisinde bizim yıllardır söylediğimiz şeyi yazıyor; rakamlar hatırımda kalmadı; diyelim ki, yıllık, kişi gelirinin yirmi bin dolardan düşük olduğu yerlerde demokrasi olmaz diye… Şimdi, İngiltere’de adam o zenginlik içinde tabiî olarak öyle ufak tefek şeylerle uğraşmaz… O zenginliği de sömürge yolu ile elde etmiş zaten, seni sömürerek… Bunları yazdık hep; Batı kültür ve yaşayışının ulaştığı her yer Batı’dır diye… Sen şimdi bu züğürtlük içinde “Batı demokrasileri gibi” diyorsun. GİBİ… Orijinali sana ait değil. Sana uyacağına nasıl kânî oldun?.. O adam (Batı) oraya nasıl ulaştı hiçbir fikrin yok…” (Şükrü Sak, Salih Mirzabeyoğlu ile Sohbet ve İntibalar, Yeni Akit Gazetesi, Temmuz 2013)
Duverger çok değerli bir akademisyen ve entellektüeldi. 97 yaşında öldüğünde, onun hem kıyasıya tenkid ettiği hem de tadil etmeye çalıştığı demokrasi de can çekişiyordu. Onun gözünden kaçmayan çelişki, galiba demokratik sistemlerin de sonunun geldiğinin habercisi:
- “Artık Batı, maddî alanda elde ettiği büyük başarının yükünü taşıyamaz hâle gelmiştir. Çünkü bu başarının kaçınılmaz karşılığı insan hayatının alabildiğine yoksullaşması olmuştur. Eşi görülmemiş bir varlık birikimi içindeki yığınların bu büyük tatminsizliği, Batı sisteminin yarınını belirleyecek olan temel çelişkidir.”
Baran Dergisi 416. Sayısı