Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Biraz soğuk gerçi burası ama yine de iyi. Yağmur yağmıyor bugün. Dün ve önceki günler hep yağmurlu ve soğuktu. Hava yağışlı olunca yürümek bile zor oluyor. Bugün ise iyi. Şabat, tabiî! (Carlos gülüyor.)
Neyse…
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?
(Av. Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor.)
Başbakan oldu mu peki? Yoksa, olmadı mı henüz?
(Av. Yılmaz, Carlos’un lâtifesine gülerek mukabele ediyor, henüz başbakan olmadığını söylüyor.)
Henüz olmadı yâni. Neyse, o da olacaktır, o da olacaktır.
(Av. Yılmaz, “inşallah” diyor.)
İnşallah…
Ya Gönüldaş Erdoğan; o da iyi mi?
(Av. Yılmaz, gülerek, “o da iyi” diyor.)
(Carlos esprili bir şekilde) Sanıyorum Kürt kökleri var onun ve yakında PKK’ya katılacaktır bence. Göreceksiniz…
(Av. Yılmaz, Carlos’un lâtifesine “evet” şeklinde mukabele ediyor.)
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, ancak bir Türk mahkemesinin Fethullah Gülen hakkında çıkarttığı tutuklama kararından haberi olup olmadığını soruyor Carlos’a.)
Oo, çok iyi.
(Av. Yılmaz, Türkiye’nin aynı zamanda bir “sınırdışı kararı” da taleb edeceğini söylüyor ABD’den.)
Taleb edecekler ama Amerikalılar sınırdışı falan etmez Gülen’i. CIA ajanı ne de olsa.
(Av. Yılmaz, şayet yanlış hatırlamıyorsa, Carlos’un, Receb Tayyib Erdoğan ve Fethullah Gülen arasında açılan mesafeden geçmişte memnun olduğunu, Carlos’un da bundan gurur duyduğunu hatırlatıyor Carlos’a.)
Ben mi? Hayır, hayır; ben masumum! Asla, asla! Fethullah Gülen, çok iyi bir müslüman ve Peygamber Efendimiz’den sonra gelmiş en büyük müslüman!
Bence, “Jesus-İsa Peygamber” gibi ölmeli o. Hıristiyanların İsa Peygamber için yaptığı tarzda bir dereceye yükseltilmeli ki, dosdoğru cennete gitsin. Çok iyi olur bu!
(Av. Yılmaz, Carlos’un olanca ciddiyetiyle yaptığı lâtifeye gülüyor.)
Benim insanların inanç ve düşüncelerine, diledikleri gibi inanma ve düşünme yahud hiç inanmama haklarını saygı duyduğum malûm. İnsanların sırf inanç ve fikirleri dolayısıyla kanunî takibata uğratılmalarından hoşlanmam. İslâmî olmayan bir davranıştır bu; yanlıştır.
Müslümanların Kur’an vahyedildikten sonraki en muhteşem tatbikatlarından biri, müslüman olmayanları kanunî takibata uğratmamalarıdır. Herkese saygı duymaları ve korumalarıdır. Çok önemlidir işte bu.
“Herkes” derken, İslâma karşı savaşanlar dahil değil tabiî buna. Şayet İslâma karşı savaşırsanız, bunun karşılığını da alır, elbette imha edilirsiniz.
Fethullah Gülen’in durumu ise farklıdır ve sözkonusu olabilecek en kötü şeye dairdir. Evet, ben, dinlerinden dolayı insanların takibata uğratılmasından hazzetmem, ancak Gülen’e karşı yürütülen herhangi bir “dinî takibat” falan da yoktur zaten. Tam tersine, Sufî geleneğini sürdüren çok kutsal bir insan, büyük bir müslüman, peşinden gidilmesi gereken bir kişi imişçesine sunuyor kendisini Gülen.
Oysa, İslâm’ın düşmanı, aynı şekilde, kontrol edip sömürmek istediği o basit Sufî Nakşibendî müslümanların bir düşmanıdır o. Kendisine inanan dürüst insanların çoğu yakında terkedecektir bence onu.
Dünyanın her yerinde okullar açıyor -ki Türkiye’de binlercesi var-, bunun gibi başka birçok şeyler yapıyorlar.
Kemal Atatürk hakkında daha önce de konuşmuştum, hattâ birkaç defa konuştum. Kişiliği kendine hastır. Ancak bu insanın iyi bir özelliği vardır ki, kurduğu devlet sistemindeki belli bazı haklar, herkes için aynıdır. “Genel eğitim” herkes için aynı iken, “dinî eğitim” devletin değil, kişilerin meselesidir. Camiler ve dinî okullar işte bu dinî eğitim için vardır. Fakat resmî devlet okullarındaki eğitim herkes için aynıdır.
Suudî Arabistan’daki gibi yapmadılar yâni. Tamamen okul dışında ve cahil bırakmışlardır insanları. Binlerce insan yurtdışına okumaya gitmek zorunda kalmıştır bu yüzden. Bu da olmasaydı, herkes okuma-yazma bilmez olacaktı orada.
Gülen de işte buna ve insanların iyi niyetine oynadı.
Bir de, nereden buluyorlar acaba o kadar parayı? İnanılmaz bir şey; Fransa’da bile iki üniversite açabiliyorlar! Bu maske altında, kimbilir her yerde böyle kaç okul açıyorlar. Normalde bu tarz şeylere izin verilmez Fransa’da. Çok çok acayib bir şey bu ve belli ki CIA ile alâkası var. Sebebi de şu: Başka herşeyden olduğundan çok daha fazla korkuyorlar İslâmdan; başka herkesten çok daha fazla korkuyorlar müslümanlardan.
Kendimden örnek vereceğim: Bildik anlamda bir cihadçı değilim ben. Ne var ki, şu kahraman DAİŞ (Irak ve Şam İslâm Devleti) savaşçılarına bir bakınız. Daha doğrusu o güya DAİŞ militanlarına; çünkü çoğu, DAİŞ değil. Tüm o yabancı güçler nasıl korkuyor onlardan. Yüzbinlerce dolar harcayarak, birkaç yeri vursunlar ve bombalasınlar diye, ancak üçbeş bombardıman uçağı gönderebiliyorlar üzerlerine. Buna karşı, öbür taraf ise, direniyor, direniyor, direniyor.
Bunlar da gösteriyor ki, istedikleri yegâne şey, İslâmı ve müslümanları kontrol altında tutmaktır.
Unutmayınız ki, dünyanın her yerinde yayılıyor İslâm inancı. Katolik inancına sahib benim ülkemde bile durum böyle.
1950’lerde, Kolombiya yoluyla Evanjelikler girmiştir Venezüella’ya. Çoğunlukla iyi insanlar olsalar bile, sonuçta ABD yapımı, Amerikalılar tarafından yönlendirilen, bir sürü parayla da desteklenerek Venezüella gibi Katolik ülkelere sızmakta kullanılan kiliselerdir bunlar.
Buna rağmen, son çeyrek yüzyılda, günden güne daha da artarak, çok sayıda kişi müslüman oluyor Venezüella’da. Fazla teferruata girmek istemiyorum ancak bu müslümanlardan bazıları da savaşçıdır. Hem Venezüella için, Venezüella Devrimi için, Bolivarcı Devrim için, hem de İslâm için savaşmaya hazırdırlar. Çok ilginç bir şey bu, çok ilginç…
Bir “Gülen uzmanı” değilim ben. Ancak benim bulunduğum yerden bakınca, ki tüm gün ve tüm hayatım boyunca haberleri takib ettiğim bir yerdir bu, Gülen’in arkasında bir takım karanlık güçlerin bulunduğu ve bunların hiç de İslâmî güçler olmadığı âşikar.
Yine unutmayınız ki, bir İsrail müttefiğidir Gülen. Siyonist olduklarını söylemiyorum ama antisiyonist olmadıkları da ortada. Resmî çizgileridir bu.
Dolayısıyla, haindir bu adam. ABD’den Türkiye’ye sınırdışı edilecek de değildir. Amerikan ajanıdır çünkü. Tabiî, muhtemelen, “politik bir mesele bu; kendisini sınırdışı edemeyiz!” falan diyeceklerdir hep. Kararlarını gerekçelendirecek kanunî bir kılıf bulacaklardır mutlaka.
Her ne olursa olsun, inşallah bu hâdise, Türkiye’yi NATO adlı emperyalist, sömürgeci, ırkçı devletler birliğinden çıkma pozisyonuna getirecektir en sonunda. İşte bu gelişme, Türkiye’nin, bölgenin esas İslâmî referans gücü olması şeklindeki tarihî mevkiine geri dönmesini sağlayacaktır. Tekrar ediyorum: Bölgenin esas İslâmî referans gücü!
Unutmamamız gereken şey, Hilâfet döneminde, Türkiye ve İstanbul’un “referans” olduğudur. Türkiye’nin yine bu noktaya dönmesinin hiç de kötü bir şey olduğunu zannetmiyorum.
Diğer taraftan, Erdoğan’ın, Türkiye’deki NATO veya Amerikan üslerine Suriye ve Irak’taki mücahidleri bombalama resmî iznini vermemesi, iyi bir şeydir. Bu da gösteriyor ki, onlarla aynı oyunu oynamıyor, kendi oyununu oynuyor Erdoğan. Demek istediğim şey şu ki, bir Türk vatanseveridir o, halkının çocuğudur. Unutmamalıyız bunu.
Şu hâlde, mesele Erdoğan’ı durdurmak, Erdoğan’a saldırmaya bakmak, onunla olan kimi farklılıkları öne çıkartmak değildir. Tüm bunların ardında ne var, asıl ona bakmak lâzım. Bırakalım, yeniden bir bölge gücü olsun Türkiye.
Bu şekilde davranmakla, hayatını da riske atıyor Erdoğan. Bunu açık açık telaffuz etmek durumundayım. Kim ki bu kadar açık biçimde Amerikan emperyalistlerine ve siyonistlere kafa tutar, onu öldürürler. Onu öldürürler!
Neler olur, göreceğiz. Fakat bana sorarsanız, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun liderliği altındaki İBDA Hareketi bağlıları gibi militanlar, yine O’nun ardında olmak üzere diğer İslâmî hareketlerdeki herkes, bu Gülenci hareketin arzettiği gerçekliğe karşı tavır almalıdırlar.
Umalım ki bunun sonucu, Kürt halkının katliama uğratıldığı oyununu oynayarak, Türkiye’ye karşı gerçekleştirilecek Amerikan veya NATO destekli bir müdahale olmasın; I. Dünya Savaşı’ndan sonra nihâyet iktidara gelen hakiki müslümanların çökertilmesi olmasın.
(Carlos, Fransa’da, kendisini “terörizmle savaş” maskesi ardına saklayan son derece İslâm karşıtı bir politika yürütüldüğünü söylüyor…
Belli camilerde yuvalanmış ve İsrail’in müttefiği olan hep aynı meşhur muhbirlerin de bunlara iştirak ettiğini ilâve ediyor…
Kendisi 1994’te kaçırılıp Paris’teki bir cezaevine atıldığında, bir kuruluş tarafından -resmî bir rakam olarak- ülkede 550.000 yahudi yaşadığının açıklandığını, ancak aynı kuruluşun bugün 1.000.000 olması gereken o eski rakamı bile azaltarak, Fransa’da sadece ve yine resmî olarak 500.000 yahudi yaşadığını ilân ettiğini belirtiyor…
Ne var ki bu yahudilerin, kendileriyle aynı kökenden gelme bakanlarının, Sarkozy gibi cumhurbaşkanlarının, bazı sağ kanat milletvekilleri de dahil olmak üzere çoğu sol kanattan birçok milletvekilinin bulunduğunu söylüyor; daha da kötüsü, bunların bazılarının apaçık homoseksüel militan olduklarını vurguluyor…
Bu konuda daha fazla konuşmak istemediğini, çünkü güneş henüz tamamen batmadığı için hâlâ “Şabat” olduğunu söyleyerek lâtife yapıyor…
Dünyadaki insan kitlelerinin ruh ve zihinleri üzerinde bir savaş yürütüldüğünü ve bizim de bu savaşın içerisinde bulunduğumuzu vurgulayarak, haklı bir dava için savaşan kardeşlerimizin dünya medyası tarafından kullanılan aşırılıkları işlemeye devam etmeyeceğini umduğunu; böylesi aşırılıklar yüzünden insanların ruh ve zihinlerinin İslâmdan uzaklaştırılmaya çalışıldığını söylüyor…
Meselenin dünyayı ve dünya nüfusunu kurtarmak olduğunu vurguluyor…
Bu uğurda büyük bedeller ödendiğini ekliyor…
İnsanların ruh ve zihinleri üzerinde oynanan oyunun nasıl bir manevî yozlaşmaya vardığına belki küçük ama önemli bir örnek olarak, homoseksüelliğin ulaştığı çapı gösteriyor Carlos ve artık erkeklerin erkeklerle evlenebildiğini; sadece evlenmekle kalmayıp, yurtdışından çocuk –nedense hep erkek çocuk!- satın alabildiklerini; getirdikleri ülkede onlara adlarını verdiklerini ve kendi çocukları olarak büyütebildiklerini belirtiyor…
Tüm bu yaşananların, erkeklerin erkeklerle ilişkisinin kadınlarla ilişkiden çok daha saygıdeğer olduğu ve kadınlarla ilişkinin yalnızca çocuk yapmak için yaşandığı Roma İmparatorluğu’nun düştüğü o yozlaşmanın son safhasını kendisine hatırlattığını ifâde ediyor Carlos…
Fransa, ABD ve diğer ülkelerde de bugün aynı durumun yaşanmakta olduğunu, özellikle Asya’dakiler gibi fakir ülkelerden bu şekilde çocuklar getirtildiğini vurguluyor…
En kötü suçun kölelik, insan kaçakçılığı ve insanların yönlendirilip sömürülmesi olduğunu; bunun, suikastten de, tecavüzden de, başka herşeyden de çok daha kötü olduğunu söylüyor...
Şimdi “kanunî” bir nitelik taşıyan bu insan kaçakçılığını yapanların yaşamaya haklarının bulunmadığını, bunların öldürülmeleri gerektiğini ifâde ediyor…
Dünyadaki en büyük dinî teşkilât olan Katolik Kilisesi’nin, kendisinin de önceden tanıdığı –hikâyesini anlatıyor ve Roma’da kendisi aleyhine başlatılan “Papa’ya Suikast” soruşturmasında kendisini nasıl akladığını şükranla anıyor- mükemmel Arabça konuşan, “Hıristiyan Müslüman Dostluk Derneği”nin de kurucusu olumlu bir Fransız kardinali Vatikan’daki çok önemli bir mevkîye getirmesinin iyiye işaret olduğunu; Jean-Louis Tauran isimli bu kardinalin yakın geçmişte seçilen Papa Francis tarafından “Camerlengo of the Holy Roman Church” görevine tâyin edilmesinin, Katolik Kilisesi’ni çöplerden temizlemek ve doğru safa çekmek bakımından kritik ve alınması öyle kolay olmayan bir karar olduğunu; homoseksüelle alâkası bulunmayan Arjantinli Papa Francis’in bu icraatının, müslümanlara yaklaşmak ve iyi hıristiyanlarla müslümanların “ortak düşman”a karşı gelecekteki muhtemel ittifakına dair ümid verici olduğunu; dünyanın bu şekilde daha iyi olacağını ve devrimin de böylece çok daha çabuk ve başarılı biçimde gerçekleşebileceğini belirtiyor…)
Şimdi kendi kilisesini oluşturan Papa Gülen çok yaşasın!..
(Carlos ve Av. Yılmaz, uzun uzun gülüyor.)
Meslekdaşınız olan tüm gönüldaşlara selâm…
Allahü Ekber.
Baran Dergisi 416. Sayısı