Max Scheler, “İnsanın Kozmos’daki Yeri” isimli eserinde yeni bir “Felsefi Antropoloji” ortaya koymaya çalıştığını söyler. İnsanı “insan yapan” şeylerin neler olduğunu araştırır. Biraz karmaşık anlatır Scheler görüşlerini. Bunları daha da açacağını vadettiği eseri yazamadan ölür.

Scheler eser boyunca, insanı diğer canlılardan ayıran özellikleri tartışır, üçe ayırdığı “insan” hakkındaki görüşleri teferruatıyla inceler, tenkid eder ve kendi görüşünü ortaya koyar. Görüşünün temel kavramı “Geist”tır. Bu kavram Türkçe’ye “Ruh” olarak tercüme edilir genellikle. Eserin “giriş” kısmında meseleyi şu şekilde ortaya koyar:

- “Aydın bir Avrupalıya insan kelimesinden ne anladığı sorulsa, hemen daima, onun kafasında birbiriyle uzlaşmayan üç ayrı düşünce-dünyası birbiriyle çarpışmaya başlar… Bunlardan birincisi, Yahudi-Hristiyan geleneğinin düşünce dünyası; Âdem, Havva, yaratılış, cennet, cennetten kovulmadır. İkincisi, temelini Antik-Grek düşünce dünyasında bulur. Burada, dünyada ilk kez, insanın kendi hakkındaki bilgisi, insana özel bir yer kazandırmıştır. Bu teze göre insanı insan yapan, onda bulunan «akıl», logos, phronesis, ratio, mens vb.dir. Logos burada hem söz, hem de şeylerin «neliği»ni kavrama yeteneği anlamına gelir. Varlık bütününün temelinde insanüstü bir «aklın» bulunduğu ve bundan yalnızca insanın pay aldığı teorisi, bu görüşe sıkı bir şekilde bağlıdır. Üçüncüsü, modern tabiat bilimleriyle gelişme psikolojisinin artık gelenekleşmiş olan düşünce dünyasıdır. Buna göre insan, Yeryüzü adını alan gezegendeki oluşun en son basamağıdır. Bu varlık, kendisinin ön formları olan hayvan dünyasından, kendi altındaki bu tabiat parçasından, yetenek ve enerjisinin daha karmaşık olmasıyla ayrılır.

Bu üç ayrı düşünce arasında bir birlik yoktur. BÖYLECE ELİMİZDE, BİRBİRİNİ HESABA KATMAYAN, İNSAN HAKKINDA ÜÇ ANTROPOLOJİ, TABİAT BİLİMLERİNE DAYANAN ANTROPOLOJİ, FELSEFÎ ANTROPOLOJİ VE TEOLOJİYE DAYANAN ANTROPOLOJİ BULUNUYOR. FAKAT HENÜZ İNSAN HAKKINDA ÜZERİNDE BİRLEŞİLEN BİR DÜŞÜNCEDEN, YOKSUNUZ. İnsanla uğraşan bilimlerin gittikçe çoğalıp uzmanlaşması —bu bilimler ne kadar değerli olurlarsa olsunlar— insanın varlık yapısını aydınlatacak yerde, karartıyor. Bundan başka, eğer gelenekleşen bu üç görüşün bugün oldukça sarsıldığı, hele özellikle İNSANIN KAYNAĞI PROBLEMİNDE DARWİNİST GÖRÜŞÜN TEMELİNDEN SARSILDIĞI GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULURSA, İNSANIN, TARİHİN HİÇBİR ÇAĞINDA BUGÜNKÜ KADAR KENDİSİ İÇİN PROBLEMATİK BİR NİTELİK KAZANMADIĞI SÖYLENEBİLİR. Bu yüzden çok geniş bir temel üzerinde, yeni bir felsefî antropoloji yazmak istiyorum.”

“Felsefi antropoloji” dediği düşüncesinin merkezinde “Geist” kavramı vardır. Geist’i “kendisi obje hâline getirilemeyen biricik varlık” olarak açıklar. Geist’in “ideleştirme-fikirleştirme” hususiyetini vurgular ve şöyle yazar:

- “Bizim bu şekilde kazandığımız bilgiler, duyulara bağlı algılarımızın sınırlarını aşarlar. Biz felsefe dilinde bu tür bilgilere “apriori” (peşin) bilgiler adını veriyoruz. İnsan olmanın özü ile ilgili olan şey, insanın bilgi sahibi olması değil, Leibniz’in de dediği gibi, apriori bilgi sahibi olması yahut böyle bir bilgiye sahip olabilmek imkânıdır.”

İnsanın kendi kendisi için “mesele” olmasını da “geist” kavramıyla açıklar. Geist’in “kendisi obje hâline getirilemeyen biricik varlık” özelliği; fikirlerin (idelerin) ve özlerin görülebilmesi için “dünyanın terk edilmesi” gerekliliği, görüşlerinin temelini oluşturur:

- “… insan varlığının, kendi altındaki varlık tabakalarının üst üste gelmesiyle oluştuğu görüşünün en verimli sonucu şudur: Buna dayanarak, insanın dünyayı ve kendisini bilmesi, kendi psikofizik tabiatını obje yapmasıyla —bu, geist’ın bir özelliğidir— aynı ânda onun insan olması ve bu dünyayı aşan sonsuz ve mutlak bir varlığın en formal idesini de kavraması gerektiği gösterilebilir. (…) İnsanın tabiata yabancılaşma ve tabiatı obje yapma temel eylemiyle, yâni kendi kendisi olma ve kendisi hakkındaki şuurla içine yuvarlanır göründüğü hiçliğe düşmemek için başvurduğu korunma, sığınma şekillerinin arkasında bir nihilizm saklıdır. İşte bu nihilizmin yenilmesine, biz «din» adını veriyoruz.”

İnsanın “Tanrı”ya hizmetçi, köle, kul olma şeklinde, dualar ve ritüellerle O’nunla bağ kurmasına çıkar Scheler. Bir nevi “Din”in reddidir bu. Bunları çocuksu davranışlar olarak niteler. İnsanın Tanrıyla birliğinden bahseder. “Tanrı”dan kastı da çok anlaşılmaz. Sanki insanın “Tanrı”yı tamamlamasından bahseder. Tanrı ile insan arasında yukarıdan aşağıya bir ilişki değil, aşağıdan yukarı bir ilişki tasvir eder:

- “Buna karşı, insanın, tamamlanmamış, olmakta olan bir tanrıyı kaldırmasının imkânı olmayacağı söylenecek; gerçekten söylendi de! Benim onlara verilecek cevabım şudur: Metafizik, zayıf ve dayanağa muhtaç insanlar için bir sigorta kurumu değildir. Metafizik, insandan peşinen güçlü ve cesur bir anlayış ister. Bunun içindir ki, insan ancak kendi kendisini tanımasında «ilahî varlık»la olan savaş birliğinin, etki birliğinin bilgisine ulaşır. İnsanın insan üstü, dünya üstü, herşeye gücü yeten, aynı zamanda iyilik ve bilgeliğin kendisi olan bir güce sığınmak, dayanmak ihtiyacı o kadar büyüktür ki, bunun, insanın daha özerk olmadığı çağlarda, onun anlayış ve düşünme yeteneğinin bütün setlerini parçalayıp yıkmamasına olanak yoktur. Hâlbuki biz, kontemplasyon, dua, yalvarma gibi, insanla ilahî varlık arasındaki bağları objektifleştiren, bu yüzden de onları birbirinden ayıran; yarı çocukça, yarı zayıf, araya uzaklık sokan bir bağlılık yerine; insanın kendisini, kendi kişiliğini tanrı için ortaya koyması aktını, geist aktları yönünde tanrı ile insanın her anlamda birleşmesini koyuyoruz.

Kendi başına varolan varlığın en son «gerçek» varlığı obje yapılamaz: Tıpkı yabancı kişiliğin objeleştirilememesi gibi. Onun hayatından, onun mânevi varlığından sadece pay alınabilir: Bu da ancak onunla birlikte yapmakla, kendisini onun için ortaya atma fiilinde ve aktif bir birleşme ile mümkündür. İnsanın durup dinlenmeden obje yapmaya çalıştığı mutlak varlık, insan için bir destek, onun zayıflıkları, ihtiyaçları için bir dayanak değildir.

Belki bizim «dayanacağımız» bir şey vardır. Bu dayanak, şimdiye kadarki dünya tarihinde, «tanrının tanrı oluşunu» ilerlettikleri ölçüde gerçekleşen değerlerin, eserlerin bütünüdür. Fakat bu alanda, insanın, kendi kendisini ortaya koymasından önce, teorik kesinlikler araması boşunadır. Ancak ilk kez kişinin kendi kendisini ortaya koymasıyla, kendi başına varolan varlığı «bilme» imkânları ona açılacaktır.”

İnsanın, “kendi başına var olan varlığı, Mutlak Varlık’ı bilme” imkânlarını, “kendini bilme, idrak etmesinde” bulan bu görüşleriyle Scheler, Batı’nın insan hakkındaki “dinî”, “ilmî” ve “fikrî” görüşlerinin tümünü tenkid etmiş olur. Eserinde Hristiyanlık’tan Budizm’e kadar pek çok dinin görüşlerine yer vermesine karşın İslâm’dan hiç bahsetmiyor oluşu ilginçtir. Dışardan bakınca Allahsız bir “mistik” görüşe yaklaşır gibi olan düşüncesi (dinden anladığı tahrif olmuş dinler ve metafizik görüşler olduğu için olsa gerek) ve Mutlak Varlık’ın nitelenmesi noktasında oldukça problemlidir. Neticede “Tanrı oluşmamıştır, oluş halindedir. Tanrının oluşması insandan geçmektedir” şeklinde yorumlanan görüşleri, “insanın Tanrılaşması” ile son bulur.  

Eserinin girişinde büyük vaadlerle başladığı yolculuğu, sanki “herşeyin teorisi”ni bulduğunu ima eden açıklamaları, netice itibariyle büyük bir inkisardır. “İnsanın Tanrılaşması” fikri, insanoğlunun kendi kendisi ile mücadelesinde ortaya çıkan bir “hakikat” değil, “gerçekliktir”. Bu da Mutlak Hakikat’in karşısında insanın aczinin başka bir ifadesi olsa gerektir.

Bu konuya devam edeceğiz…
 
KAYNAK: Max Scheler, “İnsanın Kozmos’daki Yeri”, Tercüme: Tomris Mengüşoğlu, Yaprak Yayınları, İstanbul 1988.