1946 yılında SSCB-Suriye arasında, Sovyetler'in Suriye'ye askeri yardımını öngören anlaşma ikili ilişkilerin başlangıcı sayılmaktadır. Sovyetler, 1949 Arap-İsrail Savaşları ile birlikte tam olarak Ortadoğu'ya yönelmiş, Mısır ve Suriye üzerinden Avrupa ve Amerika ile mücadele yürütmüştür. 1950 yılında ise Suriye-SSCB arasında Saldırmazlık Paktı imzalanmıştır. Daha sonra Suriye'de 1954 yılında Çiçekli Hükümeti askeri bir darbeyle görevden uzaklaştırılmış, Arap ulusçuluğuna -Pan Arabizm- dayanan Baas akımı siyasette ön plana çıkmıştır. Emperyalizme karşı sosyalizmi kurmayı amaçlayan bu akımın Suriye siyasetinde aktif rol alışının ardından Sovyetlerin Suriye'ye ilgisi daha fazla artmıştır.
Bölgedeki siyasi gelişmeleri çok iyi takip eden Sovyet Rusya’sı, bu gelişmeleri fırsatlara çevirmiştir. Mesela Süveyş Kanalı sürecinde SSCB tarafından Suriye'ye yardımlarda bulunulmuş, 1956 yılında iş birliği anlaşması imzalanmıştır. 8 Ekim 1957’de yapılan bir anlaşma ile SSCB, Suriye’ye 19 projede kullanılmak üzere 168 milyon dolarlık yardım yapmıştır. Bu yardımlar sürecinde SSCB, Suriye’nin iç işlerinde, özellikle bürokrasi üzerinde etkinliğini arttırmaya başlamıştır. Öyle ki, Suriye Genelkurmay Başkanı Rusların isteği üzere değiştirilmiş, Genelkurmay Başkanlığı’na komünist parti üyesi Afif-El Bızri getirilmiştir.
Bölge ülkelerinde Baas partilerinin iktidarda etkinliklerini arttırmasına paralel olarak Sovyet Rusya da ilgili ülkelerdeki varlığını tahkim etme stratejisi izlemiştir. 1967’de 6 Gün Savaşlarında Arap Ülkeleri (Mısır, Suriye ve Ürdün) Batı destekli İsrail’e mağlup olmuşlardır. Batı’nın bu savaşlardaki tutumu Mısır ve Suriye’nin Doğu Bloğuna yaklaşmasını tetiklemiştir. Sovyet Rusya’sı da Soğuk Savaş stratejisine muvafık olan bu yakınlaşmayı çok iyi değerlendirmiştir. Ancak 1970’de Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır’ın ölümü sonrası yerine geçen Enver Sedat, Batı yanlısı politikalar izlemiştir. Enver Sedat ülke içerisindeki binlerce Sovyet uzmanını sınır dışı etmiştir. Mısır’da eli zayıflayan SSCB bölgede kalan tek müttefik Suriye ile ilişkileri geliştirmeye ağırlık vermiştir.
1971 askeri darbesi sonrası yönetimi ele geçiren Hafız Esed, ilk yurt dışı ziyaretini Moskova’ya yapmıştır. Bu ziyaret esnasında Hafız Esed Sovyet Rusya’dan 700 milyon dolar yardım talep etmiştir. Sovyet Rusya’sı, 1975’te başlayan Lübnan iç savaşına Hristiyanlar lehine dahil olan Suriye’nin en büyük destekçilerinden biri olmuş ve bu bağlamda Suriye’ye 8000 kadar uzman göndermiştir. 1980'de iki ülke arasında imzalanan Dostluk ve İş Birliği Antlaşması ise, ilişkileri daha ileri bir noktaya taşımıştır. Zira bu anlaşmaya göre; taraflardan birinin güvenliğinin tehdit edilmesi durumunda işbirliği yapılması kararlaştırılmıştır. Gorbaçov dönemimde dış politikada yeni arayışlara giren Sovyet Rusya Suriye’deki uzmanları çekmiş olsa da Putin dönemde yeniden yayılmacı dış politikaya geçilmiştir.
1991’de Sovyetler‟in dağılmasıyla beraber Rusya, içerisinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve siyasi sorunlar nedeniyle artık küresel mahiyette “süper güç” olma konumunu yitirmiştir. Ancak “Büyük Rusya” idealine sahip olan Vladimir Putin, 1999 yılında “Bin Yılın Eşiğinde Rusya” programını açıklarken, Rusya’nın geçmişte büyük bir güç olduğunu ve yine büyük güç olarak kalacağını vurgulamıştır. 2000 yılında devlet başkanlığına geldikten sonra ise, bu idealin gerçekleştirilmesine yönelik önemli girişimlerde bulunmuştur. Yine 2000 yılında babası Hafız yerine devlet başkanlığı koltuğuna oturan Besar Esed, Rusya ile iyi ilişkileri sürdürmeye devam etmiştir. Birbirine muvafık olan bu karşılıklı çıkar ilişkisi iki ülke arasında farklı alanlarda işbirliğinin geliştirilmesine olanak tanımıştır. Besar Esed 2005 yılında Rusya'yı ziyaret etmiş ve Rusya’ya olan 13 milyar dolarlık borçlarında indirilme gidilmesini talep etmiştir. Bu borç indirimi sonrası 2006 yılında Beşar Esed’in Rusya’yı ikinci ziyaretinde, kalan borçlarının %73'lük oranı silinerek geriye kalan %27'lik kısmının taksitlerle ödenmesi konusunda karara varılmış ve gelişmiş silahların satışı konusunda anlaşma yapılmıştır.
2011 yılında Suriye olaylarının başlamasından sonra Rusya’nın, bütün imkânlarıyla Esed rejiminin yanında durduğuna önceki yazılarımızda değinmiştik. Yine Rusya sadece askeri ve lojistik olarak değil aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’indeki ayrıcalıklı pozisyonundan da yararlanarak etkin bir siyasî ve diplomatik destek vermiştir. Rusya’nın lojistik, askeri ve diplomatik tüm desteği, İran’ın sahada binlerce askeri uzmanı ve yüzbinlerce Şii milisle varlığı, Lübnan Hizbullah’ının tam kapasite çatışmalara dahil olmasına rağmen Esed rejimi muhaliflere karşı istediği neticeleri alamamıştır. Tüm bunlara IŞİD’in muhaliflere saldırmasını da eklemek lazım.
2015 yılında İran’ın isteği ve Rejim’in daveti üzerine 30 Eylül’de Rusya fiili olarak savaşa dahil olmuştur. IŞİD’e karşı olduğunu iddia ettiği saldırılarını ise Türkiye destekli ÖSO bölgeleri olan Hama ve Humus çevresinde yoğunlaştırmıştır. Sahildeki üslerinin (Hymeymim ve Tartus) güvenliğini önceleyen Rusya bu bölgeler üzerindeki baskıyı kırmak için savaşa Lazkiye, Hama ve Humus ekseninden başlamıştır. Eskimiş mühimmatını yok etmek ve yeni teknolojilerini denemek için iyi bir fırsat yakalamıştı Rusya. Savaş boyu asker-sivil ayrımı gözetmeyen Rusya korkunç katliamlara imza atmıştır. 24 Kasım 2015 tarihinde Türkiye’nin askeri angajman kuralları çerçevesinde Rus savaş uçağını düşürmesi Türkiye-Rusya ilişkilerini oldukça germiş ve savaşın yeni bir boyuta geçmesine sebep olmuştur. Nitekim bu olay sonrası Rusya, Hymeymim Üssüne S-400 savunma sistemlerini yerleştirmiş ve bu sistemleri aktif hale getirmiştir. Rusya savaşı “Türkiye’ye karşı” pozisyonuna çekmiş ve Türkiye destekli muhalifleri öncelikli hedef olarak belirlemiştir. Bu saldırılar ve baskılar sonrası Türkiye sınırına ve içlerine doğru milyonları bulan yeni göç dalgaları olmuştur. Rusya, bu olay sonrası uluslararası kamuoyuna “Türkiye’nin IŞİD’den petrol aldığı” iddiasını sunmuş ama iddialarına geçerli delil bulamamıştır. Rusya’nın Türkiye’ye uyguladığı ambargolar ve sıkı kısıtlamalar iki ülke ekonomileri için de olumsuz neticeler vermiştir.
Son olarak Rusya’nın Suriye iç savaşına dahil oluşu rejim lehine sahada ciddi kazanımları beraberinde getirmiştir. Rejim, Türkiye destekli muhaliflere karşı kaybettiği toprakların önemli bir kısmını geri almıştır. Rejim ve İran geri alının bu topraklarda Şii temelli demografik yapıyı değiştirme politikası izlemektedir ve bu politika Rusya’nın oldukça işine gelmektedir. Yaptığı her operasyonu rejime fatura (maddi olarak) eden Rusya, Suriye toprakları üzerinde özellikle Doğu Akdeniz hakimiyeti noktasında stratejik kazançlar elde etmiştir. Örneğin Hymeymim Üssü için 50 artı 50 yıllık kullanım sözleşmesi imzalamış ve yeniden inşa dönemi için şimdiden pastanın en büyük taliplisi konumuna yerleşmiştir. Sonraki yazımızda nasipse Suriye’nin Rusya için önemine ve Suriye’deki Rus etkinliğine değineceğiz.
Baran Dergisi 737.Sayı