Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Mavi Marmara Özgürlük ve Dayanışma Derneği başkanıyım. İzmirliyim, İzmir’de doğdum, büyüdüm. Eğitimimin bir kısmını Pakistan’da aldım. İngiliz dili ve Urdu dilleri okudum. 2011 yılından itibaren Mavi Marmara Derneği’nin yönetimindeyim. 2021 yılında başkan seçilerek arkadaşlarımızın üzerimize verdiği görevle son 3 yıldır Mavi Marmara Özgürlük ve Dayanışma Derneği’nin başkanlık görevini yürütmekteyim. 3 çocuk babasıyım ve Gazze direnişinin yanındayım.

Mavi Marmara Derneği niçin kuruldu? Mavi Marmara hadisesindeki hukukî durum nedir?

Mavi Marmara Derneği, 2010 yılında yaşanan İsrail'in kanlı saldırısından sonra Mavi Marmara katılımcılarıyla, yaralılarla ve şehit aileleriyle kurulmuş güzide bir dernektir. 2010 yılında faaliyetlerine başladı. Uzunca bir süre hukukî dosyaları takip eden ve aynı zamanda uluslararası arenada da dava süreçlerini takip eden bir dernekti. Bunun yanında uzun yıllardır özelde Gazze, genelde tüm Filistin topraklarında insani yardım, kalkınma ve gelişme projeleri yapmaktadır. Mavi Marmara Derneği, kuruluş misyonuyla beraber tek bir şeyi hedefler, “Gazze'deki hukuksuz ablukanın ve ambargonun kaldırılması” ve Mavi Marmara Derneği bu hedef ile birleşen bir grup üyeden oluşmaktadır.

Özellikle Mavi Marmara hukukî süreci, dünya adalet sistemi açısından aslında bir dönüş, bir kırılma noktasıdır. Çünkü ilk defa yargılanamaz denilen İsrail hem Türk mahkemelerinde hem Avrupa Ceza Mahkemelerinde hem uluslararası adalet divanında ve Dünya’nın birçok ülkesinde, İspanya'da, Güney Afrika'da, Amerika'da, İngiltere'de yargılanmıştır. Maalesef neredeyse bir asra yakın bir noktadır Yahudilerin ve özellikle Siyonistlerin yargılanamaz, İsrail devletinin asla ve asla yargıya bile konu olamaz bir statüsü bulunmaktadır. Mavi Marmara bunun kırılma noktalarından biri olmuştur. Biliyorsunuz, şu an mesela Türkiye; Güney Afrika'nın açtığı bir davanın, uluslararası Ceza Mahkemelerindeki bir davanın müdahili olarak dahil olmuştur. Fakat biz Mavi Marmara davalarıyla bundan 14 yıl kadar önce bu davaları beraberce açmıştık. Maalesef Mavi Marmara davaları, Türkiye'nin hukuk tarihinde bir kara lekedir. Çünkü ilk defa katil Siyonistleri yargılayacak bir hukuki dosya, Mavi Marmara davalarıyla beraber açılmıştır fakat o zaman özellikle Türk devletinin İsrail ile yaptığı anlaşmaya binaen insanların şahsi davaları bile düşürülmüş ve İsrail'in yargılanmasının önündeki en büyük olasılık da bu şekilde devlet eliyle kaldırılmıştır. Bunun için şunu iyi anlamamız gerekir: Maalesef Türkiye'nin hukuk sistemi bu anlamda alnına bir kara leke sürse de bu hukuk arayışımız hala bitmemiştir. Biz yıllar da geçse, tekrardan bu davaları canlı tutmak için hukukî olarak tüm yollara başvurmaya devam ediyoruz ve şuna da inanıyoruz: Yıllar bile geçse gerçekten hakkın, hukukun ve adaletin üstünlüğüne inanan yönetimler bu davaları tekrardan açacak ve İsrail'i hem vicdanlarda hem Türkiye mahkemelerinde hem uluslararası ceza mahkemelerinde yargılayacaklardır. Bu meselenin takipçisiyiz.

Filistin'deki son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Filistin'deki son durumu değerlendirirken aslında gerçekten insanın göz yaşına hâkim olması çok zor. Duygularını tam olarak anlatması da çok zor. Çünkü İslâm dünyası özellikle son yüzyılda birçok muhasaralar gördü. Çeçenistan Rusların muhasarası altına girmişti. Keşmir, Hinduların muhasarası altına girmişti. Moro, Filipinler ordusunun muhasarası altına girmişti. Bosna Sırpların muhasarası altına girmişti. Patani, Budistlerin muhasarası altına girmişti. Bunun gibi onlarca coğrafyayı sayabilirim. Fakat bu coğrafyaların hepsine bir şekilde ya gece yolculuklarıyla ya nehirleri aşarak, dağları aşarak hem mücahitler hem insanî yardım hem doktorlar hem gazeteciler hem muhabirler bir şekilde bu bölgelere ulaşabiliyordu. Son 400 gündür bu kadar yakınımızda olan Gazze'ye hala ne gazeteciler ne muhabirler ne doktorlar ne insanî yardım çalışanları ulaşabildi. Yani düşünsenize, bizim sınırlarımızdan sadece 700-800 kilometre mesafede olan Kudüs'e, Kudüs'ün eteklerine ve Gazze'ye ve dünyanın merkezinde olan bu bölgeye son 400 gündür, 1 yılı aşkın bir süredir ulaşamıyoruz. Aslında bu İslâm dünyasının kocaman bir ayıbıdır. Bu durum İslâm dünyasının bölünmüşlüğünün bir kanıtıdır. Ve şunu biliyoruz: İsrail bu bölgede yaptığı bütün katliamı ve soykırımı, İslâm dünyasındaki tepkisizliğinden aldığı güçle yapmaktadır.

Gazze son yüzyılda İslâm dünyasının en önemli direnişi haline gelmiştir. Çünkü baktığımızda bütün dünyada sahiplenilen, bütün dünyayı harekete geçiren, özellikle Batı toplumlarını harekete geçiren böyle bir mesele olmamıştır. Fakat Gazze artık insanların vicdanına dokunmuş ve dünyanın kanını emen o sülük Siyonizm mikrobuna ve kenesine karşı da bütün dünyayı ayağa kaldırmayı başarmıştır. Şu an geldiğimiz noktada Gazze hala İslâm dünyasına umut dolu gözlerle bakıyor. Hala kendisine gelecek insanî yardımları ya da farklı stratejik destekleri bekliyor. Eğer ki biz bugün Gazze'yi kendi haline bırakırsak yarın bu toprakları savunacak yüzümüz olmayacak. Bu ateş sınırlarımıza kadar geldiğinde biz hangi yüzle düşmanın karşısında duracağız? Şunu unutmamak gerekiyor: Peygamber Efendimiz, Müslüman ümmeti bir vücudun azalarına benzetiyor. Ve bu vücudun azalarında bir hastalık varsa, bir uzuvda bir rahatsızlık varsa, bütün vücut bu rahatsızlığı bu hastalığı hisseder ve bu hastalığa bir çözüm bulmak için, bir çare bulmak için harekete geçer. Maalesef biz burada Peygamber Efendimizin o güzel tabirinden de uzaklaşıyoruz. Onun için Allah'ın gazabı ve belası üzerimize gelmemesi için daha neyi bekliyoruz? 

Gazze şu an tüm siyasetin de aslında maskelerini düşüren (sadece Türkiye siyasetinden bahsetmiyorum) Arap dünyasının, Batı siyasetinin, Batı medeniyetinin maskesini düşüren en önemli yer haline gelmiştir. Bakın, Gazze ile alakalı rahat zamanlarda çok büyük sözler edilse de beklentiler çok fazla yükseltilse de, maalesef bu beklentiler karşılanamamıştır. Onun için bugün Gazze imtihanı her Müslümanın sırtında, her Müslümanın önünde en önemli meseledir.

Özgürlük Nöbeti nedir? Ne sebeple bu nöbet başladı? Yardım gemilerinin çıkarılmasına niçin müsaade edilmiyor? Çıkarıldığı takdirde ne gibi bir durumla karşılaşılır? Başka ülkeler gemi çıkardı mı?

Özgürlük Nöbeti, özellikle Uluslararası Özgürlük Filosu Koalisyonu’na ait Vicdan Gemisi’nin tüm evrakları tam, tüm sertifikalarını almış, tüm güvenlik onaylarını almış, mürettebatını tamamlamış, insanî yardımlarını yüklemiş bir şekilde İstanbul Haydarpaşa Limanı'ndan liman çıkış evrakını alamadığı için ve tüm diplomatik girişimlerimize ve resmî başvurularımıza bir cevap verilmediği için, Mavi Marmara Özgürlük ve Dayanışma Derneği'nin öncülüğünde başlatılan bir liman kapatma eylemidir. Bu eylemde biz bir grup genç kardeşimizle beraber, burada Haydarpaşa Limanı'nın gümrük giriş ve çıkışlarına kendimizi zincirledik. Ve şunu dedik: Vicdan Gemisi’ne izin verene kadar bu nöbeti bitirmeyeceğiz!

Şu anda geldiğimiz noktada çok açık ve net belirtmek istiyorum: Özgürlük Nöbeti tüm Türkiye limanlarına yayılmaya devam etmektedir. Aynı zamanda Özgürlük Nöbeti, İsrail’le olan direkt ya da dolaylı ticaretin belgeleri ile gün yüzüne çıkartan büyük bir halk hareketine dönüşmüştür. Şu an Türkiye'nin her limanında bu nöbeti bekleyen, İsrail'in kirli ticaretine karşı nöbet bekleyen kardeşlerimiz bulunmaktadır. Bugün burada bu nöbetimizin tam 67. günündeyiz. 67 gündür sadece 15 dakika sürecek liman çıkış belgesinin alınması için burada eylemimize devam ediyoruz ve şunu biliyoruz: Eğer ki bize bu imza verilmez ise ve ne kadar üzerimize gelinirse gelinsin biz bu davamızdan geri durmayacağız, vazgeçmeyeceğiz.

Yunus Yaşa Beheşti Röp

Vicdan Gemisi, siyaset için bir turnusol kâğıdı olmuştur ve şunu çok iyi bilmeniz gerekir: Bugün, eğer siz insanî yardım gemilerinin buradan Avrupa limanlarına çıkmasına izin vermiyorsanız, Filistin’e dair ne söylerseniz söyleyin, boştur. Bu nedenle bizler, burada Özgürlük Nöbeti'nde, haklı mücadelemizde kazanana kadar bekleyeceğiz.

Birleşmiş Milletler’den yapılan açıklamaya göre şu an yardım hiçbir şekilde ulaşmıyor. Bu tüm insan haklarının, evrensel değerlerin, özgürlük söylemlerinin de yerle bir olduğunu göstermiyor mu? Artık bu her manada Batı yörüngesinden çıkılmasını gerektirmiyor mu? 
İnsanî yardımlar istenildiği ölçüde ulaşmıyor. Çünkü şu anda Gazze'nin ihtiyacı olan günlük 1600 tır civarında malzemedir. Ve günlük geçişine müsaade edilen kimi zaman 50, kimi zaman 100, kimi zaman 120 civarında tırdır. Yani ortalamaya baktığımızda genelde günde 100 tırlık geçişe müsaade edilmiştir. Bu da ihtiyacın sadece yüzde 7-8’i civarındadır.

Birleşmiş Milletler ve Batı medeniyeti maalesef Gazze sürecinde ne derece iki yüzlü olduklarını göstermişlerdir. Ukrayna savaşında çok hızlı bir şekilde reaksiyon alan, kocaman raporlar yazan ve burada direkt olarak askerî müdahale edilmesini savunan Birleşmiş Milletler'in konu Gazze olunca neredeyse aylarca lafı çevirdiğine, siyasi olarak top çevirdiğine şahit oluyoruz. İsrail'in Gazze'de yaptığı bu katliama, soykırıma tam anlamıyla soykırım diyemeyen, katliam diyemeyen Batı'nın iki yüzlü medeniyet anlayışına tam olarak inanmıyoruz ve şunu biliyoruz: Gazze'de eğer ki bizler adaleti Batı'nın yayınlayacağı raporlarda bekliyorsak, Batı'nın göndereceği askerlerle, barış güçleriyle orada bir barışın, bir ateşkesin olacağını düşünüyorsak tam bir rezillik içerisindeyiz demektir, tam bir dalalet içerisindeyiz demektir. Çünkü Gazze ilk olarak Kudüs davasıdır ve Kudüs davası, Müslümanların en önemli ve en kutsal meselesidir. Bugün bu davada sesini çıkarmayan Müslümanlar yarın eğer ki Batı'dan bu adaleti beklediklerinde tam anlamıyla sınıfta kalmış sayılırlar.

Türkiye işgalci İsrail ile ticareti neden çok geç bir dönemde kesti? Kesilen ticaret bir işe yaradı mı? Şu an ticaret yasağı deliniyor mu?

Maalesef bunu çok üzülerek söylüyorum, Türkiye aylarca İsrail'e karşı net bir tavır alamamıştır. Bakın, bir yerde çocuklar ölüyorsa, bir yerde camiler bombalanıyorsa, bir yerde hastaneler, siviller bombalanıyorsa o bölgede bir soykırım yapılıyor demektir. Ve soykırımı yapan bu insanlarla (isterse bir kalem bile olsa) ticaret yapmak; birincisi caiz değildir, ikincisi insanî değildir.

Evet, İsrail ile yapılan ticaret Uluslararası Ticaret Kanunları’na göre resmî olabilir ama ahlakî değildir. Evet, İsrail ile yapılan bu ticaret Uluslararası Denizcilik Kanunlarına göre resmî ve uygun olabilir ama insanlığa, ahlaka, dine göre uygun değildir, İslâm’a göre caiz değildir.
Bu nedenle Türkiye uzun bir süre "Ticaret yok" dedi, ancak daha sonra halkın bu konudaki baskısı üzerine "Evet, biz ticareti kesiyoruz" dedi. "Tamam," dedik, "Bari bir yanlıştan dönüldü. En azından bu bile bir kazançtır." Ama gördük ki ticaret bu sefer dolaylı olarak üçüncü ülke limanlarından ya da farklı cambazlıklarla, farklı oyunlarla devam ettirilmeye çalışılıyor. Özellikle Yahudi tüccarların bu anlamda maalesef korunmaya çalışıldığını anladık. Şunu çok açık ve net söylemek istiyorum: Sizler dünyanızı kazanacaksınız diye bizler ahiretimizi kaybedemeyiz! Bu nedenle, İsrail ile yapılan ticaretin, özellikle devletin net bir tavır koymaması sebebiyle, transit olarak üçüncü ülkeler üzerinden ya da Filistin konşimentosu ile devam etmesi tarihi, siyasi ve insani bir ayıptır.

Boykot hususunda neler söylemek istersiniz?

Şunu çok açık ve net belirtmek gerekir: "Düşünün ki, ortada bir halka var ve bu halkaların içine geçmiş halkalar var, yani merkezde bir halka olan meseleyi düşünün." Merkezdeki bu halkanın adı cihattır. Boykot bu işin bir parçasıdır. İnsanî yardım bu işin bir parçasıdır. Ticaretin engellenmesi bu işin bir parçasıdır; ancak bunlar işin merkezi değildir. Türkiye'de maalesef boykot denilerek uzun bir süre halkımızın haklı öfkesi sadece basit boykot eylemleriyle giderilmeye çalışıldı. Halkımızın o kutlu öfkesi, basit boykot çalışmalarıyla, Starbucks eylemleriyle dindirilmek istendi. Ancak burada asıl mesele, bu öfkenin İsrail sınırlarına gitmesidir. Mısır'dan Refah'a, Akdeniz'den Gazze'ye, Ürdün'den İsrail sınırına ulaşmasıdır. Bu haklı öfke İsrail’in sınırlarına gitmediği sürece, biz sadece boykotla kendimizi oyalarız. Evet, boykot bu işin bir parçasıdır; hayatımızın her alanında bu boykotu uygulayacağız. Hatta boykot işi daha da büyütülmelidir. Ama unutmayalım ki, bu işin merkezinde olan şey cihattır, harekettir ve İsrail'i işgal ettiği Filistin topraklarında tarihin çöplüğüne gömmektir!

Özgürlük Nöbeti boyunca STK’lardan siyasi partilerden, cemaatlerden umduğunuz yardım ve desteği aldınız mı? Eğer almadıysanız, buradan onlara ne söylemek istersiniz? İsrail ile devam eden ticaret hakkında sessiz olan ülkemizdeki kesimlere ne demek istersiniz?

Tüm cemiyetlerin, cemaatlerin, kurum ve kuruluşların, vakıf ve derneklerin İsrail'e karşı yaptığı her iş önemlidir. Her iş, kendi alanında, kendi mahallesinde, kendi camiasında bir önem arz etmektedir. Bu anlamda biz başarıyı, bu anlamda biz karşılığını Allah'tan bekleyerek Özgürlük Nöbeti'ne başladık. Tek amacımız Filistin'e insani yardımların ulaşmasıydı. Şunu açık söylemek gerekiyor: Özgürlük Nöbeti, dünyanın dört bir yanında tüm ümmete mâl olmuş önemli bir çalışmadır ve bu, Müslümanların büyük bir kazanımıdır. 

Bu süreçte Türkiye'deki tüm kurumlar, kuruluşlar, cemiyetler, cemaatler bizlere destek olmak için buralara kadar geldiler. Son 67 gün içerisinde birbirinden güzide onlarca önemli ismi burada ağırladık. Bununla şeref duyuyoruz, gurur duyuyoruz. Ancak bu konuda farkındalığın artması ve buradaki tepkinin ve baskının yükselmesi için daha fazla kardeşimizin buraya katılmasını bekliyoruz. Allah razı olsun.

Teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

Aylık Baran Dergisi 34. Sayı, Aralık 2024