Türkiye'nin, yaklaşık 50-60 yılına damgasını vuran bir şair ve fikir adamından bahsediyoruz. Tabii ki her fikir adamı aslında toplumun dertlerini çok yönlü olarak ele alamıyor ve belli bir alanda hizmetini sürdürüyor. Ama Necip Fazıl böyle birisi değil. Necip Fazıl ilk fikri hareketi 1930'larda Ağaç dergisi ile topluma mesajlar vermeye başlıyor. Dergi, temel olarak maddi dünyanın çarkları arasına sıkışmış insanlık için manevi dünyada bir reçete arama iddiasındadır.

1930'lar Türkiye'si pek çok radikal yenileşme hareketine şahit olmuş ve toplumun yoğun sancılı bir süreçten geçtiği, toplumda belli birtakım kopuklukların da yaşandığı bir dönemdir. Bu kopuklukların sebeplerinden biri temel olarak milli mücadele yıllarına damgasını vuran dini motiflerin yoğun olarak kullanıldığı, İslâmî şahsiyetlere yeni devletin kurulmasında aktif rol vermeyen laikleşme hareketinde yatan bir dönemdir.

Necip Fazıl Kısakürek S Copy

Böylece bu dini kesimler yeni devletin kurulmasıyla bertaraf edilmeye çalışılır. Bu da sonrasında toplumda belli bir reaksiyona sebep olur. Cumhuriyetin radikal reformlarının materyalist, pozitif yönlerine bir tepki olarak hem inkılabı makul düzeyde tutmak isteyen cumhuriyetçi muhafazakârlar, hem de İslâmî geleneği savunmak isteyen İslâmî gruplar, bu dönemde spiritüalist yani ruhçu bir felsefeye sarıldılar. Mesajlarını bu çerçevede dile getirdiler.

Cumhuriyetin milli kimlik kurgulamasını fazla seküler bulan ve milli kimlik inşasına yönelen, Türk muhafazakârları ile benzer kaygılara sahip olan Müslüman aydınlar, ulus devlet modelini ister istemez sahiplenme refleksine yönelmişlerdir. Şu kadar ki Tanzimat'tan evvelkilerde yani orta çağın Türk sanatkâr ve entelektüellerinde ahlâk, bir telakki, bir anlayış ve şuur halinde varken, Tanzimat'tan sonrakilerde ise bir alışkanlık şeklindedir. Yani kültürel duyarlılık yavaş yavaş azalmaktadır.

Necip Fazıl’ın hayatında iki dönem vardır. 1934 yılı ve öncesi. 1934 yılından önceki Necip Fazıl oldukça içine kapalı ve buhranlı eserler verirken, 1934 yılından sonra tanıştığı Abdülhakim Arvâsî Hazretleri sayesinde üstün bir ahlâk anlayışını savunan eserler kaleme almıştır. “Tohum”, “Para”, “Bir Adam Yaratmak” gibi piyesleri oldukça büyük ilgi görmüştür. Necip Fazıl’ın sanatçılığı da üzerinde durulması gereken bir konu.

Kısakürek'in Batılılaşma hareketlerine bakışı ve reaksiyonu ortaya konulurken, bunun sebepleri de açıklanmaya çalışılmıştır. Çünkü o kaybedilen dini, milli ve ahlâkî değerleri kendi öncülüğünde yeniden canlandırmayı amaçlamakta ve bunu siyasi bir aksiyon planında gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

Kısakürek'in ortaya koyduğu düşüncelerin büyük bir kısmı yeni tezler değildir. Çünkü bu tezler geçmişten beri birçok kişi tarafından işlenmiştir. Yeniden üretilen şey ise Kısakürek'in bunları dönemin sınırlı siyaseti içerisinde, şairane bir üslupla ve cesaretle siyasi bir aksiyona dönüştürmesidir.

Başyücelik Emirleri: Parazitler Başyücelik Emirleri: Parazitler

Necip Fazıl sosyal hedefleri, yayınları ve konferansları yoluyla toplumun geneline yayarak bir toplumsal hareketi başlatmıştır. Büyük Doğu düşüncesini idealize ederken bu idrakin temel prensiplerini; Ruhçuluk, Keyfiyetçilik, Şahsiyetçilik, Ahlâkçılık, Milliyetçilik, Sermaye ve Mülkiyette Tedbircilik, Cemiyetçilik, Nizamcılık, Müdahalecilik olarak 9 maddede toplar. Ruhçuluğun esası Allah'a ve peygamberlere mutlak imandır. Üstad Necip Fazıl bu çalışması ile toplumu kendi medeniyet kavramlarına dönüştürme çabası içindedir. Taklitçi bir kültürün yetiştirdiği neslin ıslahı ve kendi kimliğine dönüştürülmesi ile ilgili şu görüşler Necip Fazıl tarafından öne sürülmektedir; “Bizim beynimiz düşünmekten, dilimiz dönmekten, kalemimiz cızırdamaktan kan ter içindedir. Bu neslin maymunluktan döndürülüp insanlaştırılması yolunda mayanın tam tuttuğu gün, ölümü bir şerbet gibi rahat rahat içebiliriz.”

Şahin, Kısakürek'in mücadelesini şöyle değerlendirmektedir: “Kısakürek modern çağda Müslümanca düşünmenin Cumhuriyet dönemindeki siyasi örneklerinden biridir.” Cumhuriyet dönemine Türk tarihinin bir kırılma noktası olarak bakıldığında, Kısakürek'in eleştirileri yapılan inkılapların ruh ve manada, Müslüman bir toplumun ihtiyaçlarına karşılık gelmediği yönündedir. O, yüzyıllardır beklenen İslâmî bir inkılabı arzulamaktadır. İslâm inkılabı ona göre bütün insanlığa hitap eden ruhi, sosyal, idari, siyasi ve ilmi bir özellikte olup, büyük ve medeni şehirlerin kurucusudur.

Kısakürek’in iyi bir tarih şuuruna sahip olması, fikri, edebi ve felsefi alanlarda iyi yetişmesini, yetişmesinin sebeplerini ise etrafında bulunan imkanlar ve İstanbul gibi bir kültür şehri ile özdeşleştirebiliriz. Büyük Doğu idealinin şahıslar planındaki baş davası ise Tanzimat’tan itibaren devam eden sahte inkılaplar ve bu inkılapların ürettiği sahte kahramanlardır. Çünkü Kısakürek toplumun öz yapısını bozduğuna, örselediğine ve gerilettiğine inanmıştır bu inkılapların.

Said Halim Paşa'nın da üzerinde durduğu gibi Tanzimat döneminden beri inkılapçılar, birtakım kanun ve nizamların bir milletin sosyal yapısını istenildiği gibi değiştirebileceği hatasına düşmüşlerdir.

Necip Fazıl'da kendine dönüş

Kısakürek'e göre İslâm ideal mekân intizamına sahip bir medeniyet olduğu gibi, en ileri toplum düşüncesine de kaynaklık etmektedir. Çünkü İslâm, Batı’nın rüyasında, ütopyasında bile yaklaşamadığı ideal toplum gayesini çerçevelemektedir. O, bütün felaketlerin hep milli şahsiyetten fedakârlık ve körü körüne taklitçilik yüzünden doğduğunu, meselenin ne şalvar ne de fes olmadığını, sadece milli şahsiyet ve kimlikten uzaklaşmak olduğunu savunur.

Ona göre Cumhuriyetin ilk yıllarındaki reformların çoğu yapısal değişiklikler yerine Türk toplumundaki değerler sistemini değiştirmeye yöneliktir. Şerif Mardin’in de ifade ettiği gibi, yapılan reformların amaçlarından biri ise geleneksel Doğu toplum hayatından kurtulmak, yani dinin rol üstlenmesinin reddedildiği düzen içerisinde, yeni toplumsal bir kimlik oluşturmaktır.

“Necip Fazıl'da fikri yöneliş ve felsefi bakış” konusuna geldiğimizde, onun hayatına yön veren ideolojik çerçeveyi, kendisindeki büyük değişimle birlikte İslâm üzerinde şekillendiğini görüyoruz. Çünkü Kısakürek selefleri gibi İslâm'ı aynı zamanda bir medeniyet şeklinde görmektedir. Fransa’daki hocası Henry Bergson'dan dinlediği sezgisel felsefi derslerini bile İslâmî noktada yazılarında çokça kullanarak düşüncelerini pekiştirir.

Kısakürek kendi milliyetçilik düşüncesini, “Anadoluculuk” fikriyle harmanlamaktadır. Çünkü Anadoluculuğun benimsediği milliyetçi anlayış kutsal bir davanın ülküsüyle, esas aldığı Anadolu coğrafyasını milli ilerlemenin her düzeydeki kaynağı olarak görür. Batı'nın sosyal, iktisadi, idari ve siyasi birçok noktalarda buhranlar geçirdiğini, kendi filozoflarının ruh hastası, şüpheci, melankolik olarak inkâr seciyesini yaymaya çalıştıklarını belirtir.

Necip Fazıl, Batı'ya her yönüyle kendini teslim etmiş bir Türkiye'de, bir isyanın ve mücadelenin meşalesini yakmış, fikir ve sanat adamıdır. O, toplumun fikri ve maneviyat yangınını fark ederek, bu yangını en yüksek seviyede dile getirmiş bir habercidir.

Cemil Meriç'in bizzat ağzından dinlediğimiz şu sözler, Üstad'ın nasıl bir hassasiyet içinde mücadelesini sürdürdüğünü açıklamaktadır: Cemil Meriç der ki "Necip Fazıl, hepimizin namussuzca korkup kenara sindiğimiz bir dönemde bir yangını görüp haykıran gür bir sesti." Buradaki namus aslında fikri ve entelektüel namustur. Her şeye rağmen hakikati dile getirme cesareti ve gücüdür.

Bazıları Necip Fazıl'ın ilmi yönünün olmadığını, siyasi bir mücadele yürüttüğünü söylemektedir. Necip Fazıl, yaşadığı dönemde bir araştırmacı veya ilim adamı gibi sakin bir şekilde çalışmasını yapacak imkâna sahip değildi. O, toplumun kendini anlamak ve kendine dönüş için bir çığlığın adamıydı. O, bir felaketin haberini veriyordu ve uzun boylu araştırmalar yapmaya vakti yoktu. Bu yüzden onun konuşma ve yazılarında fikir, tarih, sanat ve mücadele iç içe bulunmaktadır.

Günün mücadele şartları içinde ruhları ve fikirleri uyandırmayı hedefliyor ve uzun çalışma ve sistematik araştırmalar yapmaya zamanı kalmıyordu. Bu yüzden kendisinin akademik ve ilmi çalışmalar yapmadığını söylemeye çalışanlar, üstadın misyonunu ve dönemin şartlarını tam olarak anlayamadan olaya bakan kimselerdir. Türkiye’de Batı siyasi ve fikir akımları öncelikle edebi sahada kendini göstermiş; tiyatro, roman, gazete gibi yayın yöntemleri ile bir kültür değiştirilmesi gerçekleştirilmiştir. Edebiyatçılar geleneği, Türkiye siyasi hayatında geçmişten günümüze kalem oynatanlar arasında bir edebiyatçılar zümresinin bulunması olgusuna karşılık gelir. Bu geleneğin kökenlerini Bâbıâli'nin himayesinde ya da çevresinde gelişen şiir külliyatında bulmak mümkündür.

Necip Fazıl, Büyük Doğu idealini kavramsallaştırdıktan sonra Batı fikriyatının ve saptırılmış İslâmiyet'in bir eleştirisini sunmaktadır. Necip Fazıl'a göre Batı, akla verdiği önemle maddeye hâkim olmasını bilmiştir ama ruhunu yitirmiştir. Bu sebeple de Batılı toplumlar büyük bir ahlâkî krizin içindedir. Necip Fazıl'a göre akla bu kadar değer vermek en büyük akılsızlıktır.

Ruhsuz bir beden ona göre hiçbir şeydir. Buna karşılık İslâm toplumları maneviyatçı özünü kaybetmiştir. Ancak İslâm'ı yanlış yorumlayan kaba softalar, yobazlar, taklitçi reformcular yüzünden İslâmî düşünce içinde barındırdığı potansiyeli gerçekliğe aksettirememiştir.

Necip Fazıl'ın önemli rolü

Necip Fazıl’ı tek başına bütün bir toplumun mukadderatını ve geleceğini belirlemeye çalışan bir fedakâr şahsiyet olarak görüyoruz. Bazı yazarların söylediği gibi yazılarına kaynak vermeyişi onun çalakalem yazılar yazmış olmasından çok, karşı karşıya kaldığı problemlerin çokluğu ve bu konuda çağdaşlarının ciddi bir tepki ve direnç gösterme çabası içinde olmamasından kaynaklanıyor.

Necip Fazıl'ın kitaplarının isimleri bile onun nasıl bir dava muhayyilesine sahip olduğunu göstermektedir. “Son Devrin Din Mazlumları”, “Sahte Kahramanlar”, “İdeolocya Örgüsü” gibi eserler, onun mücadelesinin hedeflerini ortaya koyan önemli eserlerdir.

Necip Fazıl büyük bir değişimin insanıdır ve o değişimin farkında ve şuurundadır. Bazı kimseler onun geçmişteki hayatı ile sonraki hayatı arasındaki zıtlığa dikkat çekerken, bir insanın değişiminin ne kadar zor olduğunu hesap edemiyorlar.

İnsanın bozulması onun farkında olmadığı bir konu olurken, bu dönüşümünü hiçbir kaygı ve rahatsızlık duymadan kabul etmekte ve geçmişindeki hatalı tutumunu yok farz etmektedir. Evet Necip Fazıl böyle bir anlayışın insanıdır.

Onun ciddi bir nefs muhasebesinden geçmiş olduğunu da söylemek durumundayız. Kendisine rahmet diliyor ve Necip Fazıl'ın düşüncesinin önümüzdeki zaman diliminde de yaşayacağına inanıyoruz.”

Aylık Baran Dergisi 35. Sayı, Aralık 2024

(Not: Bu konuşma, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'nde düzenlenen "Necip Fazıl'ın Eserlerinde İlahiyat ve Sosyal Bilimler" başlıklı bir panelden alınmıştır. Panelin tamamına ulaşmak için TIKLAYINIZ)