Prof. Dr. Ergün Yıldırım "Necip Fazıl'da İdeal Toplum Düşüncesi"ni katılımcılarla paylaştı. Ergün Yıldırım konuşmasında şunları aktardı:

"Çok değerli hocalarım, arkadaşlarım, meslektaşlarım, çok sevgili öğrenciler, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum sizleri. Necip Fazıl gibi ülkemizin, milletimizin, ümmetimizin önemli bir kavgacı mütefekkiriyle, büyük bir edibiyle aslında onu anarak, onu hissetmek, beraber olmak için burada olmamız çok ayrıcalıklı, çok değerli bir şey.

Biz belki bugün bu salonlarda konuşuyorsak, özgür bir biçimde düşüncelerimizi açıklıyorsak Necip Fazıl’ın o zor şartlarda verdiği kavgaya borçluyuz. Ciddi anlamda o kavgaya borçluyuz. Benim konum aslında onunla çok yakından ilişkili. Necip Fazıl, evet, bir doğrudan meslekten bir sosyolog değil ama Necip Fazıl bir münevver. Sadece bir şair değil, bir aydın, bir münevver. Dolayısıyla yaşadığı çağın toplumuna karşı duyarlı olan, o toplumu hisseden ve yine ümmet toplumu olarak 14-15 asır devam eden o ideal topluma bağlılığını, hissiyatını devam ettiren bir şahsiyet, bir figür. Ve yaşadığı dönemde cumhuriyet modernleşmesiyle birlikte Türk toplumu bambaşka bir toplum olarak icat edilmeye çalışıyor.

Bizim 15 asırdır sürüp gelen veya en azından bu topraklarda 1000 yıldır Türklerin İslâm temelinde kurdukları bir toplum tahayyülünden yol ayrımına giriyoruz. Bu toplumu inkâr ediyoruz. Bu toplumun tarihini, bu toplumun kültürünü, bu toplumun anlam dünyasını imha ediyoruz. Onun yerine tamamen Avrupa toplumunu aynen taklit ederek buraya taşıyoruz ve bu toplumu onun içine yapılanmaya çalışıyoruz.

İşte Necip Fazıl buna itiraz eden, buna hayır diyen, buna meydan okuyan bir şahsiyet. Bu açıdan büyük bir insan. Ve buna hayır derken Batı toplumunu ciddi anlamda bir eleştiriye tabi tutuyor. Emperyalizmini eleştiriyor, sömürgeciliğini eleştiriyor, tahakkümünü eleştiriyor, liberalizm, komünizm, faşizm ideolojileriyle gelerek bu topraklarda yeni bir toplum ihyaya yönelmesine karşı çıkıyor. Buna karşı mücadele ediyor. Tarih kitapları yazıyor. “Son Devrin Din Mazlumları” adlı eserini yazıyor. Vahdeddin üzerine kitap yazıyor. Abdülhamid Han üzerine kitap yazıyor. Profesyonel tarihçilerimizin ortaya koyamadığı tarihi eylemi ortaya koyuyor böylece.

Necip Fazıl Vahdeddin

Çünkü bir toplum tarihiyle birlikte bir hafıza sahibi olabilir. Tarihi olmayan bir toplumun hafızası olabilir mi? Hafızası olmayan bir toplum, toplum olabilir mi? Hafızamız yok. Diyelim şu an hafıza kaybına uğradık. Kimim ben, neyim ben, nereden geliyorum? Adeta Sednaya hapishanesinin halini yaşarız. Suriye'de binlerce insanın katledildiği hafıza kaybına uğradığı ve toplumun çok daha trajik ve korkunç bir biçimde hafızasının silindiği bir mekândan bahsediyorum.

"Cenazesi kaldırıldıktan sonra bile hapis borcu olan bir insan"

Redd-i miras da böyle bir şey. Bir toplumun hafızasını silmek ve onun yerine Avrupa toplumunun hafızasını getirip monte etmek. İşte Necip Fazıl buna karşı çıkıyor. O nedenle de bir tarihten bahsediyor. “Biz büyük bir milletiz. Bizim kendi kahramanlarımız var. Roma'dan, Yunan'dan, Avrupa'dan kahramanları alıp önümüze koymamıza gerek yok.” diyen bir adam. Ve bunu dediği için de hayatı boyunca hapislerle, tutuklamalarla, göz altılarla başı dertte olan bir insan.

Cenazesi kaldırıldıktan sonra bile hapis borcu olan bir insan. Bu yönü beni çok etkilemiştir. İdeal toplumu var elbette. İşte o ideal toplum 1000 yıldır bu topraklarda olan ve her zaman bir biçimde kendini yenileyerek insana, insanlığa, hareketlere, gruplara hayat hakkı veren bir toplum muhayyilesidir. Ve tasavvufçu olmadığı halde yani profesyonel bir tasavvuf araştırmacısı olmadığı halde tasavvufla ilgileniyor. Türkiye'de tanınan birisi, söylemeyeyim. Tasavvuf profesörü bir toplantıda dedi ki: "Necip Fazıl tasavvuftan anlamıyor." Tasavvuftan anlamayan bir insan, en önemli kitabına “Çile” adını verebilir mi? Çile, tasavvufun en önemli boyutlarından birisi. Yunus Emre, İbrahim Ethem gibi büyük şahsiyetleri yeniden, yeni bir dille ortaya koyarak adeta tekke ve zaviyelerin kaldırılarak, toplumun anlam dünyasını kuran yapıyı imha edenlere karşı yeniden toplumu anlamlandırmak üzere bunları yeniden gündeme getiriyor. Tasavvufu bu şahsiyetlerle ve diğer şahsiyetlerle, önderlerle bize taşıyor. Gençliğimize taşıyor. Yunus Emre'yi getiriyor, İbrahim Ethem'i getiriyor, Kadirî, Nakşî, Yesevî çizgilerdeki önemli şahsiyetleri taşıyor.

Toplum bir anlam olmadan yaşayamaz. Salt bir nüfus değil. Tasavvuf da bize İslâm toplumuna anlam vermiş olan bir temel. Onun ideal toplumu aslında yeniden devamlılık taşıyan bu toplumu kendi hafızasıyla buluşturmaktır. Hafızayı silenlere karşı toplumun hafızasını yeniden inşa etmektir. O nedenle cemiyeti vurgular. Necip Fazıl hem cemiyeti vurgular hem bireyi vurgular.

Kim dediğimiz zaman hiçbir şey düşünmeden etrafa bakmadan ben diyen bir insan. Ama aynı zamanda cemiyeti de vurgular. Ben diyerek bugünkü gibi Amerikan popüler psikolojisiyle gelen; “Ben önemliyim, ben ayrıcalıklıyım. Benim hayatım, benim isteğim...” demek, bizi kalabalıklara çevirir. Cemiyet olmaktan uzaklaştırır. Cemiyet olmak kalabalık değildir. Cem olarak dayanışma ruhu ve duygusunu taşıyarak bir millet olmaktır. Bir ümmet olmaktır. Bir vatan sahibi olmaktır. Kalabalıkların umurunda olmaz vatan. Ama bu ruhu taşıyan insanlar için vatan önemli bir şeydir.

necip fazıl kısakürek hapis

Ve ideal toplumunda vurguladığı en temel şeylerden birisi mesela ahlâktır. Ahlâktan bahseder. Kurtuluşumuz için biricik şey olarak onu görür. Büyük Doğu tahayyülünde olan toplum anlayışı, Batı'nın çağdaş dönemi modernleşme döneminde bize sunduğu ve bir ütopya olarak “Amerikan rüyası, Avrupa rüyası.” Bol bol rüyalar geliyor. Bunlara karşı aslında “İdeolocya Örgüsü”, bu toprağın insanları rüyalarını kendi topraklarında görsünler diye bize bir rüya sunmaya çalışıyor. Bu nedenle şiiri, şiiriyetiyle bu toplum üzerinde, insanlar üzerinde etkili oluyor. Onlara can veriyor, onlara ruh veriyor.

Çok bilgilerimiz var ama kimseye şifa olmuyor. Ama Necip Fazıl kendi döneminde şifa olmuş bir münevverdir. Ve ideal toplumunda da dediğim gibi cemiyet olmak var, dayanışmacı olmak var. Ahlâk temelinde yapılanmak var. “İdeolocya Örgüsü” çalışması metni salt yüzeyde politik bir metin değil aslında. Yeniden baktım ben dün, tekrar baktım hızlı bir biçimde bu bahsettiğim ahlâktan, cemiyetleşmekten, dayanışmadan bahsediyor.

Bir paragrafını sizinle paylaşayım sadece.

“İslâm'da cemiyet, ferdi, yüzüğün taşını tutması gibi her köşesinde sımsıkı kavrar ve onunla kıymetlendirir. Bu fert o cemiyeti ören ulvi ve insani örnek olarak tek hakkı uğrunda bütün cemiyetin feda edileceği bir hürriyet ve selâhiyet makamında; o cemiyet de aynı ferdi süfli ve nefsani hallerine karşı bütün fert kemiyetlerini çiğneyici bir mizan ve otorite mevkiindedir.”

Bakın yaşadığımız en ciddi sorun cemiyeti yok sayıp ferdi diyoruz. Bu Amerikan bireyciliğidir. Kapitalist bireyciliktir. Ya da tam tersine tamamen bireyi yok sayıp sadece cemiyet diyoruz. Bu da komünizmdir. Cemaatizmdir. Gülen'cilik bunu yaptı mesela. Ama burada fert ve cemiyet dengesi var arkadaşlar. Bu çok önemli bir denge.

Ve devam ediyor:

“İslâm'da fert ve cemiyet kendi mücerret ve müstakil manaları içinde tam hakkını almıştır. Namaz, hac, zekât, cihat farizalarında daima fert köküne bağlı sımsıkı cemiyet örgüsü. ‘Allah'ın eli topluluktadır.’ buyuran Allah Sevgilisi’nin açtığı nur ufkunda işte İslâm ve cemiyet.”

Toplum idealini İslâm'dan ilham alarak ortaya koyan ve Türklerin çağımızdaki gerçekliğini gören buna göre de yapılandırma çabasına yönelen bir şahsiyettir. Rahmetle anıyorum. Ruhuyla ilhamlarıyla şiiri şiiriyetiyle daim olsun. Selam ve muhabbetle kalınız.”

Mirzabeyoğlu: Toplumumuzda bir düşünce geleneği yok Mirzabeyoğlu: Toplumumuzda bir düşünce geleneği yok

Aylık Baran Dergisi 35. Sayı, Aralık 2024

(Not: Bu konuşma, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'nde düzenlenen "Necip Fazıl'ın Eserlerinde İlahiyat ve Sosyal Bilimler" başlıklı bir panelden alınmıştır. Panelin tamamına ulaşmak için TIKLAYINIZ)