Peşinen söyleyelim. Yazımızın başlığında bir tashih hatası, bir harf atlama yok. Yani doğru okuyorsunuz: Necib Fazıl'ın "Par" oyunu hakkında... E peki, Necib Fazıl'ın "Par" diye bir oyunu var mıydı?.. Açıkçası biz de olmadığını düşünüyorduk, ta ki Şehir Tiyatroları sahneleyene kadar. Bu şerhi yazmama vesile ise, 10 Ekim tarihli Baran dergisinin 352. sayısında yer alan Necib Fazıl'ın tiyatro eserinin sahnelenmeye başladığı haberi.  
Kısa bir araştırma neticesinde, Hürriyet gazetesinden Yeni Şafak'a kadar birçok medya organında bu oyunun duyurulduğunu, hatta tiyatro yazarları tarafından da köşelerinde yer verildiğini gördük. Zira oyun yıllar sonra Şehir Tiyatroları'na geri dönüyordu ve bu geri dönüş de Necib Fazıl'ın vefatının 30. yılı olmasına vesile kılınıyordu. Yıllarca bu ülkenin ruh kökünü kurutucu eserlerin sahnelendiği salonlarda -ki tiyatro seyircisini oldukça önemsiyoruz- Anadolu'nun mânâ ve fikir motifini yansıtan oyunların da yer almasının zamanı artık çoktan gelmiştir. Hele ki Necib Fazıl gibi eşsiz bir fikir ve aksiyon adamının...
Oyunla ilgili medyada yer alan haberlerin fikrî güdüklüğü, cılız-çelimsiz yorumlar bir tarafa, bu oyunun bir başka kusuru daha vardı. (Elbette oyunun değil de, oyunu sahneleyenlerin). Ama öncelikle, yeri gelmişken "tiyatro" mevzuunu Büyük Doğu Mimarı'nın cümleleriyle aktaralım, müessirin esere nasıl baktığını görelim:
‹‹Ön tarafı açılır-kapanır bir mikâp (küp) içinde hayatı yakalamak... Kapana kıstırır gibi... Tiyatro budur.
Aslında zamandan başka bir şey olmayan hayat, hangi mekân içinde akarsa aksın, onu belli başlı anlariyle, üstüne böyle bir mikâp atarak tutabilirsiniz. Zaten her hâdisenin üstünde, ressamın kurşunkalemiyle çizip sonradan sildiği bölüm çizgileri gibi, böyle bir görünmez mikâp vardır. Onu görünür hâle getirmek, içindeki hâdiseyi tutmaktır. Kemmiyet sürüsünden çıkarmak, silinmekten kurtarmak, süzmek, özleştirmek...
İşte tiyatro, her vakit, farkında olmadan girdiğimiz bu şeffaf mikâbın, bütün hayata külâh gibi geçmiş ve içtimaî müessese hâlinde billûrlaşmış ta kendisi... O, içinde hayatı öğüttüğü, ön tarafı açılır-kapanır mikâbın esrarlı dört köşesiyle, açıkta, göz plânında... Rüya, maddeye aktarılmışcasına... Yeri de, sanat hisarının en yüksek burcu...
İster derinliğine doğru insan, ister bu insanla beraber sığlığına cemiyet dâvasında, gâyeli ve gâyesiz, fakat kelime ve hareketlerin mimarı her sanatkâra imparatorluk tacı tiyatrodadır. Hele yeni insanla beraber cemiyet yuğurucusu, fikirci ve aksiyoncu sanatkâr, o pınardan başka hiçbir kaynakta susuzluğunu gideremez.›› [1]
İşte Necib Fazıl'ın tiyatroya ve bu sanat dalı içerisinde verdiği eserlere bakışı. Nasıl, müthiş değil mi? Öyle alelade, "rating" ölçüm cihazlarına bağlanan (bu da demokrasinin ev tipi şeklidir), envai çeşit saçmalığın yayınlandığı günümüzde, SAHİCİ FİKİRCİ'nin bakışı... Üstün idraklere hitabı...
Üstad'ın şiirleri gibi tiyatro eserleri de, nasıl ki Üstad'ın mânâsının tamamı -İdeolocya Örgüsü- görülmeden (seyirci açısından) anlaşılamaz, eksik ve yavan kalırsa; Üstad'ın sanat anlayışı ve eserlerine verdiği kıymet kavranmadan, icrasını gerçekleştirmek de farklı sıkıntılara yol açar.
 Üstad'ın vasiyetinden bir bölüm:
‹‹...Eserlerim üzerinde bu ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcu ise, mirasçılarımın ve mânevî mirasçım gençliğin... Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerim üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse, tezgâhını başına yıkınız! En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.›› [2]
Tüm bu izahlar çerçevesinde, başa, başlığımıza dönebiliriz: Necib Fazıl'ın "Par" oyunu hakkında. Evet, Üstad'ın "Para" isimli tiyatro eseri, eksik sahneleniyor! Tamamı oynanmıyor. Eserin bizce en güzel bölümü olan, son perdesi oyundan çıkarılmış ve bununla ilgili ne basın organlarına, ne de seyirciye hiçbir açıklama da yapılmamıştır. Ve bu yazıyı kaleme aldığımız zamana kadar da, Üstad'ın hassas vasiyeti ortada dururken, bununla ilgili tek bir ses bile yükselmemiştir.
Şimdi bu durumda türlü mazeretler ileri sürülebilir; süre vs. Sadece konunun yetkililerine şunu sormak istiyoruz: Necib Fazıl yaşıyor olsa, sizce, böyle bir şeye müsaade eder miydi? Malzemeden çalmanıza izin verir miydi? Peki ya bunu gizlemenize, mevzu etmemenize?..
"Para", öyle bir eserdir ki, ne iktisat fakültelerinin amfilerinde o ruh verilebilir, ne de kapitalizmin has evladı bankaların 'dealing room'larında o mânâya işaret edilir. Ciddiyetle soruyoruz, Üstad'ın eserindeki muhasebeyi bugüne kadar bize kim yapabilmiştir? Adam Smith mi, Karl Marx mı, John Maynard Keynes mi, David Ricardo mu, yoksa milletin refahını anaparanın miktarına bağlayan Merkantalistler mi?.. Ayrıca eserde "para"nın yanında defalarca geçen "ahlâk" kelimesi de muhatabına çok şey tedai ettirirken... Para ve Ahlâk... İktisat ve Ahlâk... Parakutâ' - "Para'nın Romanı"...
İşte bu eser, bir mânâya davet, bir nefs muhasebesine çağrıdır. Bunu da tüm çağların insanoğlu için en yumuşak karnı olan serveti, "para"yı merkeze alarak, onu âlet kılarak, ve onun da nerede, ne kadar olması gerektiğini kalblere fısıldayarak anlatır. Ve eserin en vurucu, en sanatkârane bölümü; 'katil'in, 'hırsız'ın, 'yankesici'nin, 'işsiz'in, 'ana karakter'le bir araya geldiği son perdesidir. Altı çizilecek en çok cümle, oynanmayan o son perdededir.
Tek kollu ceket nasıl yarımsa, bu oyunda öylece yarımdır. İzleyecekler lütfen bunu bilerek izlesinler.
 
DİPNOTLAR:
[1]  Necib Fazıl, PARA, 13. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2007, s. 5-6
[2] Necib Fazıl, HİKÂYELERİM, 9. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1998, s. 347


Baran Dergisi 353. Sayı