İslâm topraklarını bölünme ve devleti yıkılma tehlikesinden 33 yıl boyunca koruyan Sultan’ı tahttan indirip sürgün edenler bugün ABD’nin İslâm dünyasına pazarladığı Fetullah Gülen’in iddialarını bir asır öncesinden ifade etmişlerdi. Müslümanların halifesine savaş meydanlarında ve kirli siyasi hesaplarla boyun eğdiremeyen sömürgeciler; bu defa dinî argümanları kullanıp, Sultan’ın İslâm’a ve Müslümanlara zarar verdiğini, ümmetin arasına nifak tohumları attığını iddia etmişlerdi. Bu çirkin “hal fetvası”na imza veren pek çok âlim, ülkenin içinde düştüğü vaziyeti gördükten sonra hayatlarının sonuna kadar yaşayacakları büyük bir pişmanlığa düçar oldular. Onun için İslâm dünyasını işgal eden ABD ve İngiltere’nin şimdi ülkemizi yıkmak için “din adamı kisveli bir sefile” müracaat etmeleri bizleri şaşırtmamalıdır.
İstiklal Savaşı’nı yöneten ve Osmanlı Mebusan Meclisi’nin devamı niteliğindeki kurucu Meclis’in, savaşın nihayete ermesi ve işgal ordularının topraklarımızdan atılmasından hemen sonra 1923’te lağvedilmesiyle ilk Kemalist darbeye muhatap olduk. Vatanımızı işgalcilere karşı müdafaa ettiğimiz bir dönemde TBMM’de kabul edilen ve aslında bütünüyle Şer’i Şerif’e uygun olan 1921 tarihli Anayasamızın ortadan kaldırılmasıyla bu darbe tamamen amacına ulaşmış oluyordu.
Türkiye Kemalizmin Darbeler Tarihidir
Müslüman Anadolu’nun Kemalist darbecilerle, ordumuzu ele geçiren bu Batıcı vesayetçilerle imtihanı ise hiç bitmedi. İslâm’a ait ne varsa ortadan kaldırmaya adeta and içmiş bu yerli işbirlikçiler, halkımızın 1950’lerden sonra biraz rahatlamasına dahi tahammül edemediler. 1960 darbesini yapan askerler, İstiklal Savaşı kahramanı bir Başbakanı idam etmekten çekinmediler. 1971’de, 1980’de ve 28 Şubat 1997’de darbe yapanlar daima bu çirkin işlerini çatırdayan Kemalist dikta rejiminin yeniden ihdası için gerçekleştirdiklerini ifade ediyorlardı. 15 Temmuz gecesi namlularını halka çeviren dikta heveslileri de, her ne kadar “dini bir cemaat görünümlü” terör şebekesi liderinden ilhamını almışlarsa da, aynı şeye hizmet ediyorlardı. Yayınladıkları bildiri dahi pespaye bir dille Kemalizm’in yeniden ihdası çağrısı yapıyordu. Kemalizmi bu millete “vatanseverlik” olarak yutturmaya çalışanlar, daima kendilerine bir efendi bulma uğraşındaki zavallılardı oysa ki..
140 yıl boyunca, İttihat Terakki’den, tek parti diktatörlüğüne, oradan Amerikancı vesayet rejimlerine kadar tüm darbeciler kimi zaman Emperyalizmin Sağ’ına kimi zaman da Sol’una bel bağlamıştı. Onlar, Anadolu’nun müstemleke olması için çalışan küçük piyonlardı. Onlar tarih boyunca ne vatansever oldular, ne de bağımsızlık yanlısı. Daima Batılı ya da Doğulu sömürgecilerin topraklarımızdaki taşeronlarıydılar.
15 Temmuz darbe girişimini ABD-NATO yanlısı çevrelerin yapması sonrası adeta TV ekranlarına hücum eden “Rusya-Çin-İran” yanlısı Avrasyacı kanadın “darbe karşıtı” tutumları ise tam bir sefalet örneğidir. Darbeye kalkışanları kendi kanatlarından olmadığı için kıyasıya eleştirip vatan hainliğiyle suçlayan ve “darbe karşıtı” gibi görünen Kemalist Solcular “Milli Demokratik Devrim” fikriyatını savunduklarını ne çabuk unuttular? Üstelik bu düşüncelerini 1970’lerde bırakmadıkları, Ordu’yu her fırsatta göreve davet ettikleri gün gibi ortadayken... Anadolu topraklarını adeta bir ur gibi saran NATO üslerine, darbeyi tezgahlayanların merkez üssü olan İncirlik’e karşı olan öfkemizi istismar etmeye çalışanların milletimize vaat ettikleri şey nedir? 600 Bin Müslümanı katleden Beşşar Esed çetesiyle dostluk kurmak mı? Bağdat’ı, Şam’ı yerle bir edip Ehl-i Sünnet’e dair ne varsa yok etmeye çalışan Safevi İran’la ortaklık mı? Yoksa Kandahar’dan Halep’e, Grozni’den İdlib’e kadar topraklarımızı kan gölüne çeviren Rusya’ya Akdeniz’de yeni alanlar açmak mı?
Müslümanlar Köleliğe Asla Boyun Eğmediler
Meydanlarda, ekranlarda, gazetelerde arz-ı endam eden bu şahsiyetlerin fırsattan istifade ederek, Türkiye’nin yörüngesini Batı’dan Rus-İran-Çin paktına çevirmesi için kıvranmaları nasıl bir “bağımsızlık” anlayışına sahip olduklarının en açık kanıtıdır. İddia ettikleri paktın gerçekte var olup olmadığı başka bir tartışma konusudur. Aslolan vatanseverlik iddiasındaki bu çevrelerin ruhlarına tepeden tırnağa “köleliğin” işlemiş olduğudur. Bu topraklarda sahte, boyalı, makyajlı değil, gerçek vatanseverin kim olduğu sorusu 15 Temmuz Devrimiyle cevaplanmıştır.Sadece İstiklal Savaşımızda değil, ümmetin topraklarının işgali durumunda Müslüman Halklara öncülük edenlerin İslâmî hareketler ve Müslüman önderler olduğu tarihi bir hakikattir. Müslümanların en temel vasıflarından biri “sömürgecilik” karşıtı ve “vatansever” olmalarıdır. Temel kalkış noktası Batılı ve Doğulu küfür ve işgal güçlerine karşı bağımsızlık olan hareketlerin hiçbir koşul altında, her ne surette olursa olsun, vatanın selameti hilafına çalışmaları düşünülemez. İslâmî hareketler bulundukları topraklar üzerinde ister küfür güçlerinin tasalludu sürsün, isterse işbirlikçi bir rejim hüküm sürsün; bu rejimleri zayıflatmak maksadıyla olsa dahi, asla sömürgecilerle işbirliği içerisine girmediler, giremezler. Bu apaçık bir ihanettir ve İslâmî hareketlerin varoluş gayesine temelden aykırıdır. İslâmî mücadele, bağımsızlık savaşını gayesi olarak belirlemiş ve hiçbir ideolojinin olamayacağı kadar tarih boyunca “vatansever” olmuştur.
Türkistan’ımızı Kızıl Rusya ile bir olup paramparça eden Çin’le nasıl bir ortak siyasetimiz olabilir? Ya Kafkasya’dan Kırım’a, Afganistan’dan Suriye’ye kadar İslâm topraklarını lime lime eden Rusya ile ittifakımız nasıl mümkündür? Hangi çıkar birliği bizi aynı istikamete götürecektir? Devletlerin çıkar ve kar-zarar üzerine bina ettikleri ilişkiler siyasetin doğası gereğidir. Söz konusu ettiğimiz elbette bu değildir. Kimlerle kader birliği edeceğimiz, kimlerle aynı istikamete yürüyeceğimiz konusunu konuşuyorsak eğer 15 Temmuz gecesi bu halk yediden yetmişe göğüslerini tankların namlularına siper ederek bunun yanıtını vermiştir.
O gece meydanları dolduran milyonların dillerindeki tekbirler; tankın önüne dikilip şehadet parmağını zalimlerin yüreklerine saplanan bir ok gibi göğe kaldıran Muhammed Emin Tekin ve “Biz bu yola kefenlerimizi giyerek çıktık” diyen Başkomutan, Türkiye’nin istikametini çizmiştir: Ne ABD’nin şahsında sembolleşen Kapitalist Sömürgeci Batı’ya, ne de Çin ve Rusya’nın şahsında sembolleşen Kapitalist Sömürgeci Doğu’ya asla boyun eğmeyeceğiz. Bizim yolumuz, yörüngemiz “Tam bağımsız Müslüman Türkiye’dir!” Ne alimler, ne vaizler ne de siyasetçiler; bu saatten sonra bu yıkılmaz çelikten iradenin ortaya koyduğu hakikatin hilafına hareket edemezler.
ABD destekli Safevilerin işgaline karşı Bağdat’taki İmam-ı Azam camiinin şerefelerinden yükselip sabahlara kadar arşı titreten tekbirler, O gece Süleymaniye’nin minarelerinden yükselen salalara bir mühür gibi vuruldu.. Ümmetin kaderi artık bir. Anadolu düşerse, Şam’ın Bağdat’ın, Kudüs’ün yeniden fethi mümkün olmayacaktır diyen milyonlar ebabil olup tankları hallaç pamuğu gibi savurdular. Bu imanın karşısında kim durabilir? Hangi siyasi hesaplar bu kararlılığı alt edebilir?
Topraklarına ve istiklaline sahip çıkan bu ses Müslüman Anadolu’dur. Şimdi bu topraklarda yaşayan herkes bir tercihin şafağındadır: Ya şehidlerin alınlarından süzülen o muazzez kanın gösterdiği hedefin idrakinde olarak siperlerdeki yerlerini alacak ve böylece sadece Müslümanlara değil tüm insanlığa adalet getirmiş olan tertemiz ecdadının mirasına rücu edecek; yahut köleliğe boyun eğip zillet içinde bir kan denizinde boğulup gidecektir.
Baran Dergisi 502. Sayı