“İngilizlerin, Hindistan Müslümanlarını dinlerinden çıkarmak özellikle cihad ruhundan uzaklaştırarak, emperyalizme karşı dirençlerini kırmak için destekledikleri KADIYANİLİK hareketinin kurucusu Mirza Gulam Ahmed Kadıyani, peygamberlik iddiasında bulunmuş ruhen hasta biri idi”  diye başlıyor, adı geçen sapkının hayatını incelediği yazısına değerli tıp ve bilim adamımız sayın Prof. Dr. Sefa Saygılı beyefendi…
Mirza Gulam 1835 de Hindistan’ın Pencap şehrine bağlı Kadıyani köyünde doğmuştur.  Hatta ilk zamanlarda konuştuğu zaman dinlenilen, yazdığı makaleleri okunan,  dinsizlere karşı İslam’ı savunan sıradan bir mücahid idi…
Yazılarında ve konuşmalarında Hindulara, Hıristiyanlara veryansın ederek, ezilen Müslümanlara sahip çıkıyor ve bu tavırları ile göz doldurmaya taraftar bulmaya çalışıyordu.
Hatta bazen “benim itikadım ehlisünnet itikadıdır,  tek ve son nebi Hazreti Muhammed’dir ve başka bir peygamber gelmeyecek” derdi. Gün geçtikçe arkasından saf insanları sürükleyip taraftar toplayan bu adama; o zamanın en güçlü emperyalist ülkesi olan İngiltere öyle bir zoka yutturdu ki,   sonunda, en son elçi benim diyerek peygamberlik iddiasına kadar vardırdı işi. Tâ ki, tuvalette can verene kadar.
O zamanın İngiltere’si bugünün Amerika’sı gibiydi, boğazına yular geçirdiği kişiyi kim olursa olsun ehilleştirilmiş sirk hayvanı gibi oynatıyordu. Siyaset adamı olsun, din adamı olsun, vaadler, pohpohlamalar ve dünyalık bir yığın geçici nimetlerle gözleri boyanıyor,  hem o kişi, hem de arkasından gidenlerin kafası karıştırılıp din ve itikadından soğutuluyordu.
Bir yandan da İngiliz destekli Hindular ve Hıristiyanlar Hindistanlı Müslümanları her gün öldürüp dururken İngiltere Mirza Gulam’ı sürdü piyasaya... “Cihad ederek düşmana karşı koymak,  yurt ve din savunuculuğu yapmak, boşuna kan dökmektir, terördür, kadere razı olun” diyerek, hoşgörü ve uysal kölelik aşısı yapılmaya başlandı Mirza Gulam aracılığı ile genç savaşçılara…
“Birisi senin bir yüzüne vursa sen öbür yüzünü de dön” diye Hz. İsa’nın sözü, İslam inancı gibi zerk edildi körpe beyinlere...
Bir İngiliz’e çakı bıçağı gösteren bir Müslüman,  terörist olarak lanse ediliyordu Hindu ve Hıristiyanlar tarafından…
Bugün nasıl bir Amerikalının köpeğine bile taş atan bir Müslüman “terörist” diye öldürülüyorsa o zaman da öyleydi.
Filistin’de işgalci Yahudi askerine sapan taşı fırlatan çocukların kurşuna dizildiği gibi...    
Bugün de çatma fetvalar hazırlanmış ve ambalajlanmış olarak bekletilmiyor mu İslam adına; “İslam’da can almak yok, silahlı cihad diye bir kavram yanlış, İslam demek;  barış demektir, merhamet demektir, hoş görü demektir” gibi, insanın sulh zamanında benimsemesi gereken ilahi müeyyideler öne çıkartılarak, cihad ruhu öldürülüp yerine teslimiyet ve uşaklık ruhu aşılanmak istenmiyor mu?
Zalimler,  çoluk çocuk, demeden bombalarken, evini barkını tepene yıkarken, bir travesti edasıyla ;  “Lütfen yapmayın şekerim,  acıtıyorsunuz ayol” diyecek kadar yumuşatılmış türden manken Müslüman yetiştirmek isteniliyor her halde.
Aynen bugün birilerinin yaptığı gibi, “merhamet, barış, hoşgörü” adı altında güçlü kâfirlere yaranmak için İslam’ın cihat, harp, savaş, kıtal gibi en güçlü nass hükümleri ( Kur’an ayetleri) gizlenmeye çalışılmıyor mu?  Öyleyse sonradan çıkma Mirza Gulamların ardı arkası kesilecek gibi değil...
Hicri 1307’lere gelindiğinde Mirza Gulam hem el altından İngiltere ve emperyalizme tutkunluğunu ve taraftarlığını sürdürürken, hem de ağır ağır Müslümanları kendine “Biat” etmeye çağırır. Çünkü emperyalist güçleri arkasına almış gâvurundan ateistine kadar gerekli desteği sağlamıştır artık...
Ondördüncü yüz yılın müceddidi olmaya adaydır.
Gulam’ın yeni fikirlerinin,  İngiliz entellektüelleri arasında ve bazen de Mason localarında övülüp benimsendiği görülür.
O zamanın Vatikanı da böylesi işlere burnunu sokmuyor gibi görünmeye çalışırken, bugün Türkiye özel televizyonlarında durmadan gündemde tutulan  “İsa inecek, Mehdi gelecek ve ezilen Müslümanların öcü alınacak” propagandası hem papazlar,  hem de Gulamcılar tarafından kasıtlı olarak dilden dile yaygınlaştırılıyordu ki bu mevzu sulandırılsın.
Böylece İnananların İngilizlere karşı mücadele azmi yok edilip, mücahidler, inkârı mümkün olmayan bir İslami itikadın “hayalperestlik” kıskacı altında idi hep.
İşte Gulam, Hintli Müslümanların bu zaafını kurnazca yakalayarak hemen yeni fikrini ortaya attı ve ben son elçiyim demeye başladı... Hatta bir risalet fermanı bile yayınladı.
Zaten yukarlarda zikrettiğimiz Mehdilik ve yeni Mesihlik unvanlarına Gulam 1887 yılında talip olmuş,  çok kişiyi de kendisine inandırmıştı.
1900’lü yıllara gelindiğinde 10 maddelik, “biat şartnamesi” kaleme alan Gulam;  her türlü günahtan sakınılmasını kesin emrediyor, beş vakit namazın mutlaka kılınması gerektiğini, hatta gece namazının (Teheccüd) kılınmasının şart olduğunu öne sürüyordu.(1)
Bugün de, yatılı Türk okullarında, İslam’ın öz malı olan bu has mefhumlar aynen uygulanır amma, Amerika ve İsrail’e ufak bir burun kıvırma bile okuldan uzaklaştırılma sebebidir.
Sahte peygamber Mirza Gulam Ahmed 1908 yılında kolera hastalığına yakalanır, acılar içinde kıvranırken kimse yüzüne bakmaz, öz oğlu bile onun sapıklığını yüzüne haykırır ve terk eder. Ne yakınlarının ne de uşaklığını yaptığı İngilizlerin hiç bir faydası olmaz. Hastalığı ilerlemiş ve pisliğini ağzından kusmaya başlamıştır, tuvalette def-i hacet ederken ölür.
Prof. Saygılı’nın ilk cümleleri ile başladığımız bu konuyu yine kendisinin önemli bir tesbit’i ile yorumsuz bitirelim;
“ Mirza Gulam İngilizlerin yakın desteğini ve işbirliğini sağladı. Egemen güçlerin maşalığını üstlenerek istilacı ve işgalci emperyalizme karşı İslam’ın en önemli silahı olan cihadı kaldırdı.  Öldürülen asrımızın sahte peygamberi Reşat Halifenin ABD uşaklığı da bu açıdan çok ilginçtir.’’
 
Kaynakça:
(1) Dünyayı aldatanlar Prof.Dr. Sefa Saygılı Elit Kültür Yayınları


Baran Dergisi 295. Sayı