“Yobazlık”; hem gerçek Müslümanlık, hem de insanlık için ciddi bir tehlike…
Hele “sahici insan” için daha da büyük bir tehlike…
“Sahici insan”  derken kasdımız;
Gerçek bir “İslâm toplumu ve fert ideali” ni örgüleştiren Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu…
O yüzden; Büyük Doğu – İbda idealinin bizzât kendisi, tarihi, geçmişi; “Yobazı ve yobazlığı çiğneme tarihi” dir de aynı zamanda… Yobazlığın ve yobazın “İslâm dışı” karakterini tespit, teşhis ve ifşa etme tarihi ve onu “İslam dışı bir hilat garibesi” olarak damgalama tarihi…
Tabii bunu söyler söylemez kendimiz “yobazlıktan” kurtulmuş olmuyoruz; bunun farkındayız…
(Bağlılık iddia edilen “dünya görüşü”nün “klişelerini” geveleyip durmak?...)
Ama en azından; insanî ve İslâmî bir duyarlılığa, insanî ve İslâmî anlamda hak, hukuk gözetmeye çalıştığımız…
Kaba saba, ham, yontulmamış odun, ve “eşya ve hâdiseleri öküz gibi seyreden” bir kafa yapısı ve zihniyetten uzak durmaya ve böyle olmama gayretimizi sürdürmeye çalıştığımız da bir gerçek…
Şimdi durup dururken “nereden çıktı bu mesele?” diyecek olursanız, söyleyelim:
Eski Türkiye” de -yani bir zamanlar- “laik” kesimin esaslı ve temel bir korkusu vardı:
İrticâ” nın hortlama korkusu…
Laik kesim yıllarca bu korku ve kâbusla yaşadı…
Doğrusu “irtica” da, her ân;
Hortlama potansiyeli” olan bir tehlikeydi…
İrticanın hortlaması demek;
Laik düzenin” değişmesi veya değişme tehlikesiyle karşı karşıya kalması demekti…
Laik kesim “irtica” yı, yıllar boyu;
Böyle kazma dişli, kürek sakallı, ağzından salyalar akıtarak konuşan- böğüren, insanlık azmanı bir tip olarak tanıyıp tanıttı… Bunun bir “zihniyet meselesi” olduğunu hiç hesaba katmadan…
Gün geçti, devir döndü, zaman değişti;
Laiklerin korkusu gerçekleşti:
İrtica” gerçekten de “hortladı…
Bildiğimiz hortlama şeklinde hortladı…
Laikler bunu fark edemediler; çünkü irtica kılık değiştirmişti.
Hiç de tanıyıp-tanıttıkları tiplere benzemiyordu bu “hortlayan irtica…
Böyle, matruş suratlı, takım elbiseli, kravatlı, konuşurken ağzından salyalar akan değil de, kırım kırım kıvırtan, tosun tosuncuk, yanakları al al, efemine bir magandalık uslûbuyla ağzı gözü yamulan sinsi bir “prototip” çiziyordu bu nev-zuhur “hortlaklar…” Yani “irtica”…
Bu “badem bıyıklı irtica”nın “malzemesi” yine aynıydı; İslâm… Bu “badem bıyıklı Allahsız irtica” ile, laiklerin korkulu rüyası olan “irtica” arasındaki tek fark kıyafet farkıymış gibi görünse de, değil…
Bu badem bıyıklı irtica; ağzını İslâm’la açıp İslâm’la kapıyor ama; ortada İslâm yok!...
İslâm yok ama, ağzını İslâm’la açıp İslâm’la kapayan bu “badem bıyıklı – efemine maganda” irtica sayesinde, İslâm dışı ne kadar kötülük, ahlâksızlık ve pislik varsa ortada!... Hem de her anlamda; siyasî, sosyal, insanî, toplumsal v.s…
İşte bu yüzden bir kere daha tekrarlıyoruz ki; Türkiye, boynu kravatlı, çoktan “çağdaş uygarlık düzeyini” yakalamış ağzını şapırdata şapırdata; “Demokrasi, insan hakları, kanun ve hukuka uygunluk…
Gibi, mevzuuna göre ezberlenmiş, literatüre uygun kelimelerle konuşan aydın, siyasetçi, gazeteci ve bürokratlarla;
“Cici bir demokrasi tablosu…” çizmeye çalışsa da arka plânda sürekli sırıtıp duran “yassah hemşerim” pozunda bir;
“Maganda kültürü- mantalitesini” yaşatmaya devam ediyor…
Prototip; ister “kazma dişli, kürek sakallı, ağzından salyalar akıtarak böğüren insanlık azmanı bir tip…” olsun, ister; “badem bıyıklı, matruş suratlı, sinsi, tosun tosuncuk, yanakları al al, kırım kırım kıvırtan bir tip…” olsun;
Zihniyet ve kültür bu olduktan sonra hangi insanî- İslâmî ve toplumsal değer ayakta tutulabilir ki?..
Sonra?.. Kültürlü bir magandalıkla, kültürsüz bir magandalık arasındaki fark, olsa olsa ne kadar olabilir?..
Sanırım ifâde edebildim;
Yobazlığın” niçin, hem gerçek Müslümanlık, hem de insanlık için ciddi bir tehlike olduğunu?..
Son olarak; Türkiye’de mevcut hangi siyasî kesim için olursa olsun bu “Yobaz maganda kültürü ve mantalitesini” aşmadıkça, insanî ve toplumsal hiçbir mevzuyu;
“Bir dünya görüşü” temelinde ve bir “dünya görüşüne nisbetle” ele alamaz, vesselâm…
 
                                                                                                       
Baran Dergisi 292. Sayı