İşi biraz daha müşahhas hale getirecek olursak bu haşere, ayrık otu ve itlerin kimler olduğunu da anlarız: Hâk Teâlâ’yı tenzih şuuru olmayanlar, Efendimiz’in (SAS) hadislerini ve batınî yönünü inkâr edenler, Ashab’a (R. ANHÜM) hürmet beslemeyenler, onları sevmeyenler ve nihayet onları inkâr edenler. Yine köpek olduklarını unutup da içtihad etmeye kalkanlar ile mezhepleri küçümseyen veya reddedenler de bunlarla birlikte. Ayrıca güya Ehl-i Sünnet diye geçinen ama insanımızın ruhunu uyuşturan, onları İslâm’la alâkası olmayan sistemlere yamamaya kalkışan, İslâm’ın aslı olan itikadî mevzulara girmeyip veya kıyısından köşesinden değinip işi sadece dışyüzünden amel etmeye indirgeyen ve bunlar neticesinde her türlü Ehl-i Sünnet düşmanına silah sağlayan gafil, art niyet ve kaba softa-ham yobazlar asıl büyük mücrimler… İslâm ihtilâl ve inkılâbının kıyısında olduğumuzu şuradan anlamalıyız ki; İslâm ambalajlı bu kâfir ve sapıklar Büyük Doğu-İBDA’nın alternatifiymiş gibi, en dehşetli inkârdan en sinsi redde kadar kademe kademe karşımıza çıkarılmaktadırlar ve her kademede Ehli Sünnet’e biraz daha benzer gözükmektedirler. Örneğin günümüzde zorlama bazı buluşmalar var. Bu buluşmalara iştirak eden samimi Müslümanları tenzih ederek belirtelim ki, ümmetin diri kalmış tek değeri itikadını sulandırma gayretinde bu buluşmaları düzenleyenler.
Peki, orada ne diyorlar: “Namazımız bizim dirilişimizdir!”, “Ashab Allah yolunda savaşmıştı!”, “Peygamber şöyle buyurmuştu:…” ve benzeri gayet güzel sözler. Şimdi bakıyorsunuz sahnedeyken çok iyi rol yapan ve İslâm’a mutabık sözler sarf eden bu güruh, sahne arkasına geçince Ehli Sünnet, dolayısıyla İslâm düşmanı kesiliveriyor! Üstad’a duyduğu şeytanî hasedin bile tek başına kendisini nerde görmemiz gerektiğine işaret eden bir ahmağı dergisinin sayfalarında ağırlayan sözde “Üstad sever” bir hoca efendinin en iyisini temsil ettiği bu ekibin geri kalanını varın siz tasavvur edin.
Sadece bu şahıslara özel bir ifsad kampanyası değil bu; yarın başka kimseler de çıkıp benzer şeyleri farklı yöntemlerle Müslümanların içinde yaymaya kalkabilir. Zaten bunlar ve türevleri, kendilerine göre daha kaliteli olan İbni Teymiyye ve Hamidullah gibilerin kötü birer kopyalarıdırlar. Bunlar gibilerin ağzından çıkan İslâm’a mutabık sözler, gençleri efsunlayabilir ve sonrasında uyuyan gençliğe her türlü zehir rahatça enjekte edilebilir. O zehir enjekte edildiği zaman da kılınan namaz jimnastik niyetine kılınır, tutulan oruç diyet niyetine tutulur, sakınılan günahlar ve sevaba dair işlenen ameller, çorak arazide rüzgâra kapılıp uçuşup giden saman çöpleri gibi dağılırlar. Bu kimselerin sapıklıklarını ve güdüklüklerini delilleriyle beraber gelecek yazılarımızda bir bir ifşa edeceğimizi söyleyelim. Bu tarz şeyleri ifşa edince hemen insanların aklına şu geliyor; “Ben iyi olanı alır, kötü olanı ise almam bırakırım.” Bu çok yanlış ve tehlikeli bir düşüncedir ve zaten o yüzden bugün mezhepsizlik ve tasavvufu inkâr gibi sapkınlıklar çoğalıyor. Zaten içtihada yeltenen ve ateşe yuvarlanan müçtehid taslakları da bu çarpık mantaliteye kendini dayandırıyor.
Peki, sapıklıkları sahih itikaddan nasıl tefrik edeceğiz? Bunun da yolu, “İslâma Muhatap Anlayışı” örgüleştiren Büyük Doğu-İBDA’ya kendini nisbet etmekte yatmaktadır. “Büyük Doğu-İBDA Ehli Sünnet çerçevesini” eşya ve hadiselere tuttuğun zaman, ona uyan zaten bizimdir, uymayan ise bizim değil. “İslâma Muhatap Anlayış”a sahib fikir sistemi ile kuşanan elini küfre değdirse dahi ondan şeriat doğar, ama başıboş eşek misali oradan oraya tepinerek nisbetsiz hareket eden, şeriatten bile küfür çıkarabilir maazallah! Yine direkt itikadî bir yamukluk olarak diyemesek de, ya itikadî yamukluktan kaynaklanan ya da itikadî yamukluğa yol açan bir mevzu: İslâm Devleti eksikliği. Eski İslâmcıların davası olan ama şimdi unutulan, farzları emniyete alıcı bu vacip mevhum, bugün fabrika yanına cami dikmekle eşdeğer görülür olmuş. Halbuki en temel ibadetlerimizden Cuma namazının bile İslâm Devleti yokluğundan sıhhati belli değil. Kâfir bir kulun icadı sistemin altında yaşamak, hatta bu durumdan rahatsızlık duymamak zilleti de cabası… Tabii ki kendine İslâm Devleti deyince de iş bitmiyor, İran, Suudi Arabistan ve DAEŞ ortada… Batı’nın kırbacı gibi işleyen bu illüzyon devletçiklerin sebebi ise kendilerini Ehli Sünnet dışı batıl fırkalara isnad etmeleridir. Kâfirin ürettiği bâtıl fırkalar ise Müslümanların maslahatlarını güdemezdi ya zaten… Bunların hepsi iman eksikliğinden, imansızlıktan kaynaklanıyor. Günde beş vakit yaklaşık bir milyar insan ümmet için dua ediyor, peki bu dualar nereye gidiyor? Tıpkı İsrailoğulları’nı kasıp kavuran kıtlık ve kuraklık zamanında Hâk Teâlâ’nın Hz. Musa’ya (AS) “Ben onların duasını nasıl kabul edeyim? Günahları kalblerini karartmış, sırları üzerine öyle habaset yağdırmış ki beni tanıyamaz olmuşlar. Şimdi ise bilmedikleri birine dua ediyorlar” buyurmasındaki gibi… İttihâd-ı İslâm kisvesine bürülü mezhepsiz kucaklayıcılık ekolü var bir de, şiarları da “aramızdaki ihtilafları bir kenara bırakalım ve küfre karşı tek cephe olalım.” Küfre karşı tek cephede birleşmeyende sorun var zaten; birleşmek, bu ümmet için gerekli olandır. Ancak bu ihtilaflardan kasıt sahabelere sövüp sayma, Kur’an’ın tahrif edildiğini iddia etme, Allah’a mekân tayin edip, bunu kabul etmeyeni de tekfir etme vesair şeylerse bunlar zaten küfür ve bizim İngiliz ile, Amerikalı ile aramızdaki meselelerle aynı; red, inkâr, ifsad… İttihâd-ı İslâm’ın formülü de aynı kapıya çıkıyor: sahih akide Ehli Sünnet ve’l Cemaat’e koşulsuz tâbi olma.
Görüldüğü gibi gündelik ibadetten, İslâm Devleti’nin kurulmasına, İttihâd-ı İslâm’dan her uğraşımızın gayesi Cennet’in kapılarının açılmasına kadar en ufağından en büyüğüne her oluşun şartı sahih itikaddır. İtikadı yitiren, necat ehli olmaz; ahiret azabından halas da onun için tasavvur edilemez.
Baran Dergisi 492. Sayı