Esselâmü Aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Ben iyiyim ama bugün İstanbul’da olanlar için de endişeliyim.
(Carlos, Av. Yılmaz’la görüşmesinin gerçekleştiği 19 Mart 2016 günü sabahı İstanbul Taksim’de bir IŞİD fedâ eylemcisinin düzenlediği ve üçü İsrailli, biri İranlı dört turistin öldüğü bombalı saldırıyı kastediyor.)
Sizin aileniz emniyette mi?
(Av. Yılmaz, kendilerinin iyi olduğunu, bu bakımdan herhangi bir problemin bulunmadığını söylüyor.)
Kim yaptı peki bu eylemi; PKK mı?
(Av. Yılmaz, belki PKK’nın, belki IŞİD’in yaptığını, ancak şu ânda bilemediğini söylüyor.)
Henüz net değil diyorsunuz, anlıyorum.
Neyse… Cumhurbaşkanı’nın hatası bu, biliyorsunuz. Her yerde problem çıkartmaya başladı ve işte sonuç! Halk ödüyor bunun bedelini. Çok ama çok üzücü…
Bana vereceğiniz herhangi bir haber var mı?
(Av. Yılmaz, aynı durumların geçerli olduğunu, bu bakımdan yeni bir haber bulunmadığını söylüyor.)
Size yazamadım henüz, size yazmam lâzım, kusuruma bakmayın. Bu haftasonu yazacağım.
(Av. Yılmaz, mühim olmadığını söylüyor ve hem Kumandan Mirzabeyoğlu’nun hem de avukat meslekdaşlarının Carlos’a çok selâm söylediğini, devrimci selâmlarını gönderdiğini ekliyor.)
Allah hepsinden razı olsun.
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı bu arada?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
O hâlde, tam da bugün şu ânda yaşananlar, aslında son birkaç senedir her gün yaşanmakta olanlar, temelinde emperyalist müdahalelerle siyonist müdahalelerin yattığı ve bunların provoke ettiği hâdiseler çerçevesinde bir şeyler söylemek istiyorum.
Bugün bir patlama yaşandı İstanbul’da. Saldırıyı gerçekleştiren insan öldü, daha doğrusu başka insanları da öldürmek üzere fedâ etti kendisini. Hâdisenin teferruatını bilmiyorum ama berrak olan bir şey var ki, kendisiyle aynı fikirde olun veya olmayın, dinini yahut inancını paylaşın veya paylaşmayın, siyasî kanaatlerine iştirak edin veya etmeyin, şayet bir erkek veya kadın, fikirleri uğruna, inançları uğruna gidip kendini fedâ ediyorsa, buna saygı duyulmalıdır. Çünkü, dünyadaki çoğu insanın aksine -ki hayatını fedâ etmeye hazır çok az insan vardır dünyada-, kendilerini fedâ etmiştir bu insanlar.
Bugün İstanbul’da yaşananları tasvib ediyor değilim. Teferruatını da bilmiyorum gerçi. Ancak basından, Batı basınından ve el-Cezire televizyon kanalından anladığım kadarıyla, masum birçok insan ölmüştür ve bu da çok üzücüdür.
Bu vesileyle, daha önce de söylediğim bir şeyi yine tekrar edeceğim: Bir fedâ eylemi sırasında hayatını kaybeden her mücahidin, her şehîdin yerini, on yeni fedaî alacaktır! Mevzu budur. Bunu da tecrübelerimizden hareketle biliyoruz.
(Carlos, daha önceki bir konuşmasında da dile getirdiği bir bilgiyi tekrarlıyor ve modern tarihteki ilk fedâ eylemi olduğunu söylediği ve üç Alevî militanın 1955 yılında üst rütbeli çok önemli bir Suriyeli subay olan Adnan el-Malikî’ye karşı Şam’daki bir futbol stadyumunun açılışında gerçekleştirdiği suikasti, suikasti gerçekleştirdikten hemen sonra kendi kafalarına kurşun sıkmalarını örnek gösteriyor. Bu fedâ saldırısını gerçekleştirenler arasında, Hafız el-Esad’ın bir akrabasının da yer aldığını ekliyor.)
Hani Beşşar el-Esad’ın işlediği suçlar diye propaganda yapılıyor ya, insanlar şiddetin kökenlerini unutuyor asıl. Suriye’deki şiddeti durduramayacaksınız, Alevîlerle savaşamayacaksınız, Esad ailesiyle savaşamayacaksınız, bu aileyi bir suikastle ortadan kaldırsanız bile bunu yapamayacaksınız. Çünkü eski müslüman geleneğinde onlar başlatmıştır zaten bunu! İslâmdan oldukça uzaklaşmış Alevîlerin, Şiî İsmailîlerden çıkmış bâtıl bir kol olduğunu ve İsmailîlerin ise Batılıların Haşhaşî dediği ve bir anlamı da “suikastçiler” demek olan grubun aynı şekilde kökü olduğunu unutmayın.
(Carlos, Alevîlerle ilgili bu söylediklerinin bir eleştiri olmadığını, sadece sahib olduğu bilgiye ve bizzat tanıdığı Alevîlerden kaynaklanan bir tecrübeye dayandığını söylüyor.)
Gelmek istediğim nokta şurası: İnsanlar cahil; modern haberleşme araçlarına muhatab olanlar ise özellikle böyle. Gece gündüz haber bombardımanına maruz bırakılıyoruz. Ben, takib altında olduğum için internet kullanmasına izin verilmeyen tek kişiyim bu cezaevinde. Diğer kullanan mahpuslar ise, çoğunlukla ya pornografik sitelere giriyor ya kendilerine kadın arkadaş arıyor. Neyse, bu da benim problemim değil gerçi. Ancak bana sorarsanız, kitleleri yönlendirmek için çoğu ya uydurulmuş yahut yarı doğru olan bu haberlerin daha az bombardımanına maruz kalmak bakımından, internete giremiyor olmak bir avantaj sayılabilir bugün.
Meseleye dönüyorum: Türkiye’de, 1938’de Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra gelen en popüler lider Erdoğan’dır ve halkın oy çoğunluğunu, kendisi gibi Sünnî Müslüman olan Kürtlerin çoğunluğunun da oyunu alarak gelmiştir iktidara.
Meşruiyeti olan, vatansever bir mü’min olan, İslâm’a dış güçler adına sızıcı Gülenciler –ki en âşikar ve en karikatürüdür bunlar- gibileri göğüsleme, Türkiye ve içinde her yere sızmış bu kişilerle savaşma cesareti olan bu insan, Beşşar el-Esad’la önce dost olmuş, ancak jeopolitik haklarını taleb eden silâhsız protestoculara karşı kullanılan şiddeti haklı olarak eleştirmiş, ne var ki bunu Suriye’nin birinci düşmanı olmak gibi bir noktaya taşımış, bu çerçevede yapılan propagandaları haklı çıkarıcı bir politika takib etmiştir. Dış güçlerin desteğiyle ayakta duran Suudîler ve Körfez ülkeleri gibi ajanların dahil olmasıyla da işte bugünkü karmaşa doğmuştur.
Bugün Türkiye’de yaşanan şiddet, böyle giderse, Erdoğan’ın geçmişte sahib olduğu halk desteğini, hükümetinin de meşruiyetini kaybetmesiyle sonuçlanacak, yaşananların sebebini birçok insan PKK veya “İslâm Devleti” olarak görmeyecek ve bunları hep hükümetin hatası olarak değerlendirecektir. Kaldı ki, kanaatimce bugün Türkiye’de yaşananlarda, dünyanın bu kısmında yaşananlarda, hükümetin büyük sorumluluğu vardır.
Şimdi dünyanın her tarafından Türkiye’ye gelen mültecîler dolayısıyla Avrupa’yla bir anlaşma yapıyor ve mültecîlerin masrafları için birkaç milyar euro alıyorlar ama bunlar da sonuç getirici olmayacaktır.
Diğer yandan, gelen her bin mültecîden biri de aslında mültecî değil militan olacak ve -Türkiye’de veya dışında- bu kişi gerektiğinde silâha sarılacak, belki de kendisini havaya uçuracak ve fedâ eylemi yapacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye hükümetinin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanlış tercihlerinin provoke ettiği bir karmaşa içerisindeyiz bugün. Daha önce de birçok defa ifâde ettiğim gibi, kendisine sempatim olan, faziletleri olan, saygı duyulması gereken yönleri olan, küçük bir hırsız veya CIA’nın yahut siyonistlerin küçük bir ajanı olmayan Erdoğan, şimdi İsrail kuvvetleriyle yakınlaşmaya başlamıştır maalesef. Çünkü Suriye, dünya savaşı olmaya başlayan bir savaşın ön cebhesi durumundadır artık. Savaşın bu noktaya varması da, mevcut Türkiye hükümetinin ve cumhurbaşkanının birtakım hatalarından dolayıdır çoğu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerekli tedbirleri almasını ve yaşanmakta olanları düzeltmesini umuyorum. En başta da Türkiye’deki Kürtlerin haklarını tanımasını!..
Yoksa, Amerikalılar, şimdiki gibi her yeri parçalayacak, Türkiye’yi tahrib edecek, işini bitirdikleri Suriye ve Irak’ta ajanlar tarafından yönetilecek bir İslâm devleti kurmaya, şu ânda orada olan halife ve devleti yerine askerî olarak güçlü ikinci bir Suudî Arabistan kurmaya bakacaktır.
Yeri gelmişken, Irak’ta Yezidîlere falan yapılanlar gibi tecavüz ve cinayetlerin İzzet İbrahim el-Durî gibi hakiki Iraklılar, Iraklı mücahidler, eski Irak ordusu subayları tarafından değil, oraya problem çıkartmaya gitmiş Suudî ajanları tarafından yapıldığına inanıyorum. Çünkü Iraklıların ne geleneğidir, ne de tarzıdır böyle şeyler.
Şimdi orada bir karmaşa var ve Amerika da böyle bir karmaşa istiyor zaten. Fakat bu karmaşayı kontrol de edemiyor, sadece sonunda kontrol etmeyi umuyorlar. Ancak bunu başarabileceklerini sanmıyorum. Rusya’nın müdahalesi sâyesinde işlemiyor ABD’nin plânları. Akıllıca bir hamleyle şu ân Suriye’yi terkediyor Ruslar, ama istedikleri gün de dönebilirler elbette. Savaş uçaklarının çoğunu götürüyor olsalar bile, orada zaten varlar hâlâ ve yerleşikler.
Evet, orada bir karmaşa sürüyor ama bundan da masumlar zarar görüyor. Suriye Cumhuriyeti nüfusunun yarısı mültecîdir bugün. Nüfusunun dörtte biri, Lübnan’da, Avrupa’da ve özellikle Türkiye’de sürgündür.
Bu vesileyle, Belçika’da olan bitenler hakkında da birşeyler söylemek istiyorum. 2015 Kasım’ında Paris’te gerçekleştirilen saldırılar dolayısıyla aranan birinin yaralı olarak yakalanıp tutuklanması üzerine, Belçika Başbakanı birşeyler konuşuyor ve “savaş sürüyor!” yollu açıklamalar yapıyor. Şimdi Belçika Başbakanı ne demeye böyle işler ve açıklamalar yapıyor ki? Belçika’nın burada “savaşa” dahil olmasının ne gereği var? Sağduyudan sapılan noktadır burası.
İnsanlık tarihinde bir kara dönem olarak görüyorum yaşamakta olduğumuz şu yılları. Şimdi cezaevindeyim ben. Fakat dışarıda olsaydım şayet, sahib olduğum tecrübeden hareketle, ülkem için belli bir siyasî rol üstlenirdim.
Her ne olursa olsun, adalet tecellî edecektir. Öncelikle de, hakiki inananların, fedaîlerin ve mücahidlerin eliyle!..
Kumandan Mirzabeyoğlu’nu sımsıkı kucaklayın benim için.
Allahü Ekber.
 
19 Mart 2016
Baran Dergisi 480. Sayı