Birkaç yıl evvel okuduğumuz ve notlar aldığımız Beşir Ayvazoğlu’nun “Aşk Estetiği” isimli kitabı vesilesiyle, İslâm’daki “tasvir yasağı” ve estetik hakkında birkaç görüşten bahsedeceğiz. Bilindiği üzere, “İslâm’daki tasvir yasağı, Müslüman sanatçıların mücerret bir sanat anlayışı geliştirmesine yol açmıştır” denilir. Oysa meselâ böyle bir yasak olmasaydı, acaba Müslümanlar “mücerret bir sanat anlayışı” geliştirmeyecek miydi? Elbette hayır. Çünkü bu anlayış, İslâm’da mündemiç olan ve daha sonra yıllar boyunca İslâm tasavvuf ve tefekkürünün ortaya koyduğu bir anlayıştı. Ama elbette “tasvir yasağı” Müslümanların sanat anlayışının hızla şekillenmesinde “belirleyici” olmuştur.
İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Elif-Resim Redd Kökündendir” isimli eserinden aldığımız aşağıdaki bölüm, insanın arayışının gayesini işaretlemesi ve müşahhas ve mücerret sanatın, kökünde aynı gayeden ortaya çıktığını izah etmesi bakımından mühim:
- “İnsanın bütün arayışları, baş vurmaları, ümitleri boyunca gerçekleşen hareketleri, eşya ve hâdiseyi bir iç âlem düzeni peşinde tahakküm altına alabilmenin üslûbunu gösteriyor… Bilerek veya bilmeyerek Allah’a varış gayesini ve buna talip oluşunu gösteriyor insan… Sanatın gayesini müşahhasta değil de mücerrette arayan Picasso’nun resimleri neyi göstermektedir? Onun eşyayı nasıl gördüğünü mü, yoksa bir iç âlem düzeni peşinde eşyayı ifâde vasıtası olarak kullanmanın renk ve çizgi dilini, üslûbunu mu? Ya sanatın gayesini müşahhasta arayan? Bir misâl vereyim: Şuraya bir saksı koyulsa ve aynı sanat anlayışına sahib ressamlara resmi yaptırılsa, ressam sayısı kadar saksı resmi çıkar ki, görünenin aynen resmedilmesinde dahi ortaya çıkan bu fark, iç âlem düzeni peşindeki insanın tek tek yerine getirmeye mecbur olduğu memuriyetinin itirafına dayalı üslûb farkıdır. Gayeyi müşahhasta arayıcılığın kökü de mücerret! Bu inceliği kavrayıştan hareketle, şahsiyetten, toplum ve fert ikiliğinde hangisinin hangisini belirleyişinden, sanattan, daha nelere kadar sarkabilirsin… Bu iç oluş gayesinin belirttiği keyfiyetin zarureti hâlinde, bütün insanî verim şubelerinin dış oluş şartı!” (sh. 16)
İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun çizmiş olduğu bu perspektifle, Beşir Ayvazoğlu’nun, “Aşk Estetiği” isimli eserine dönebiliriz. Ayvazoğlu, Müslümanlar’ın Yunan düşüncesine, felsefesine duyduğu ilgiyi, onların sanatına duymadığının altını çiziyor. O dönem yapılan tercümelerde de Yunan sanatı ile ilgili tek tük tercümeler dışında, herhangi bir çalışmaya rastlanmadığını söylüyor. “Varlığı görünüş yoluyla kurtarma”nın (Aristo), Yunan sanatının ve genelde Batı sanatının temel anlayışı olduğunu söylüyor. (“Varlığın görüntü direnişini kırmak” diye bir tabir hatırlıyorum İbda külliyatından; sanıyorum İslâm sanatlarını da bu şekilde tarif edebiliriz.) “Tasvir yasağı” başlığı altında şöyle yazıyor Ayvazoğlu:
- “Kur’ân’da kesin bir emir bulunmamakla birlikte, tasviri, yani resim ve heykeli yasaklayan hadislerin bulunduğu bir gerçektir. Ne kadar farklı şekillerde yorumlanırsa yorumlansın, tasvir yasağı etkili olmuş ve Müslüman sanatçılar doğrudan doğruya nonfigüratif’e yönelmiştir. Bu yasağın arkasında putperestliğe karşı verilen amansız mücadelenin şuuru vardır. Mekke fethedildikten sonra Kâbe’ye giren Hazreti Peygamber’in ilk işi putları oradan uzaklaştırmak ve duvarlardaki bütün resimleri sildirmek oldu. Ezrakî’nin rivayetine göre Hazreti Peygamber, “Elimin altındakiler hariç” diyerek bütün resimlerin silinmesini emretmiştir. Elinin altındaki resim ise Çocuk İsa ile Meryem’dir. Bu konudaki rivayetler çeşitli olmakla birlikte, öyle anlaşılıyor ki, tasvir yasağını ölçülü bir müsamaha ile birlikte düşünmek en doğrusudur.” (s. 37)
Ezrakî’den gelen rivayete dair bir de dipnot düşmüş Ayvazoğlu:
- “Bu rivayet Buharî’de de vardır. Makrizî’nin rivayeti ise şöyledir: Hazreti Peygamber’in Kâbe’ye gönderdiği şahıs, bütün freskleri silmiş, sadece Hazreti İbrahim’in resmini alıkoymuştu. Hazreti Peygamber bu resmin de silinmesini emretti. Ezrakî, Çocuk İsa ve Meryem resminin Kâbe’de, halifelik iddia eden Abdullah b. Zübeyr’in Kâbe’ye sığınması ve Emevî kuvvetleri tarafından kuşatılması üzerine çıkan yangında tahrip olmasına kadar (H. 63) kaldığını söylemektedir.”
Biz de burada Ezrakî hakkında bir not düşelim: Ezrakî, “Ahbâru Mekke ve mâ câ’e fîhâ mine’l-âŝâr” adlı eseriyle bilinir. Daha çok dedesi Ahmed b. Muhammed’in rivayetlerine dayanan “Ahbâru Mekke”, siyasî ve sosyal bir tarih olmaktan çok şehrin yerleşim planı ve topografik yapısı, özellikle Kâbe ve hac menâsikine ait yerler hakkında geniş bilgi veren bir eserdir.
Beşir Ayvazoğlu, “tasvir yasağı” konusuna şöyle devam ediyor:
- “İslâm dünyasında tasvir yasağının pratikte nasıl uygulandığı araştırılacak olursa, sanatçıların, yukarıda açıklamaya çalıştığımız müsamahayı sonuna kadar kullandıkları görülecektir. Nitekim İslâm’da resim konusunu araştıranlar, bu yolda bol bol örnek zikretmişlerdir. Nevevi gibi zaman zaman tasvire şiddetle karşı çıkanlar olmuşsa da pratikte figüratif resmin, hatta heykelin varlığı bir gerçektir. Fakat gelişme sürecinde soyutlamaya doğru sürekli bir yönelişin var olduğunu görüyoruz. Bu süreçte tasavvufun da asla ihmal edilmemesi gereken belirleyici bir rolü vardır. Bu bakımdan tasavvufu göz önüne almadan İslâm sanatlarını anlamak mümkün değildir.”
Ayvazoğlu eserinde, Müslüman sanatçıların eserlerindeki “estetiği” Tasavvufi anlamda “Aşk” kavramıyla açıklıyor. Bu çerçevede tasavvufî kavramlarla İslâm estetiği arasında bir bağ kurmaya çalışıyor ve eserini şöyle noktalıyor:
- “Bütün bu tesbitler, İslâm sanat ve estetiğinden söz ederken çok farklı bir terminolojiye ihtiyaç hissedildiğini göstermektedir. Bunun için tasavvuf terminolojisi birinci derecede önem taşır. Fakat konumuz tasavvufî bir estetik değil, tasavvufun derinden etkilediği bir sanat ve estetik anlayışıdır.” (s. 193)
Bu estetik terminoloji, yâni dili nedir? Bütün bir dünyaya bakışımızdan ayrı bir şey midir? Yoksa, dünyaya bakışımızın ölçülerini veren İslâm’ın, çağımızdaki dünya görüşünün dili midir? Öyleyse o dünya görüşü nedir? Her meseleye yaklaşımımızda bize İslâm’a bağlı ölçülendirmeleriyle yol gösterecek olan?
Öyleyse meseleyi İbda Mimarı’nın “Şiir ve Sanat Hikemiyatı” isimli eserini takdiminden bir bölümle (şimdilik) noktalayalım:
- “… bir manzaranın umumî tasviriyle, unsurları tek tek ele alış arasında bir fark vardır; ve çoğu zaman evdeki hesabın çarşıya uymaması gibi, unsurları tek tek ele alış, umumî görüşün aleyhine olarak gelişir… Nitekim, insan ve kâinatın izahına dair sözde ilmî ve fikrî nazariyelerin çöküş sebebi, unsurların tümevarım yolunda ilerlerken, bu bütünlüğü ortadan kaldırmasıdır… Mihraksız tümevarımın zafiyetiyle malûl unsurların hâli de, her biri kendi kümesinde mahpus birbirini tanımaz kuşların durumundan farksız… Bu misâli “estetik ve sanat” davası etrafındaki meselelere ve mevzulara tatbik edersek, fikir ve sanat dalları arasındaki bugünkü yabancılık ve küskünlük, okuyucu, seyirci ve dinleyici arasındaki münasebetsizlik veya münasebet verimsizliğinin sebebini anlarız… İşte ben, unsurları belli başlı bir şiir anlayışı etrafında tanıştırır, barıştırır ve kaynaştırırken, hem fikir ve sanat adamı niyetlilerini, hem de okuyucu, dinleyici ve seyirci mevkiindekileri, gerçek bir fikir ve sanat alâkası etrafında irtibatlandırmayı gaye edindim… Böyle bir deneme!..
Bu eser, anlaşılacağı üzere bir fikir ve sanat sistemi vazetmek yerine, bir ruh ve anlayış sisteminin ürünüdür… Birincisi, bütün tarihte görüldüğü üzere tökezlemeye mahkûm; ikincisi ise, “Mutlak Fikrin Gerekliliği” davasına bağlı olarak, gelişmeye ve zenginleşmeye sonsuz açık bir yol… Yeter ki, yolcuları ehil olsun!..” (s. 8)
O hâlde, “yolcular”ın yola revân olması dua ve dileğiyle bitirelim.
KAYNAKLAR:
1- Salih Mirzabeyoğlu, Elif -Resim Redd Kökündendir-, İbda Yay., İstanbul 2003
2- Beşir Ayvazoğlu, Aşk Estetiği, Ötüken Yay., İstanbul 2000
3- Salih Mirzabeyoğlu, Şiir ve Sanat Hikemiyatı -Estetik ve Ahlâk-, 2 Basım, İbda Yay., İstanbul 1998
NOT: Teknik sorumlusu olduğumuz ve her Cumartesi İstanbul’da Üsküdar Belediyesi Doğancılar Semt Konağı’nda, Ankara’da Kızılay Atahan’daki seminer salonunda gerçekleştirilen Akademya Sohbetleri’nin 20 Şubat 2016 Cumartesi günü gerçekleştirilecek bölümünde şu konu ve konuşmacılar yer alıyor:
İSTANBUL (Üsküdar Belediyesi Doğancılar Semt Konağı – Üsküdar İtfaiyesi bitişiği) İKTİSAT HAFTASI: Silvio Gesell - Tabiî İktisadî Düzen (Melih Oktay, Saat 13:00)… Parakutâ’ - Para’nın Romanı (Melih Oktay, Saat 14:00)… Bediüzzaman ve Emeğin Gelişimi (Dr. Vehbi Kara, Saat 15:30)… Yenilik İktisadı (Turan Demir, Saat 16:30)… İdeolocya Örgüsü ve Büyük Doğu’da İktisadî Nizâm (Selim Gürselgil, Saat 17:30)…
ANKARA (Kızılay, Atatürk Bulvarı, Güven Park karşısı, Atahan 117/22): Gelenek ve Bugün (Sedat Bulut – Saat 16:00)… Eğitim Sohbetleri – Büyük Doğu Maarif Siyaseti (Nazım Erol – Saat 17:00)… Osmanlıda Tağşişin Siyasî İktisadı (Alp İslâm Haykır – Saat 18:00)…
İrtibat: 0537 034 22 99 – 0553 356 66 66 (İstanbul), 0507 205 29 51 (Ankara - Sedat Bulut). Baran Dergisi 475. Sayı