Annemin, belki de bütün annelerin her zamanki sözü ve uyarısıdır: “Hazıra dağ dayanmaz”. Bu söz genelde günlük ihtiyaçlar çerçevesinde söylense de, bunun anlamı benim için farklılaşıyor bugün. Sanki şöyle söylendiğini hissediyorum bana:
Şimdiye kadar gördüğün eğitim, okudukların, araştırdıkların, ortaya koydukların ne kadar da çok görünüyordu gözüne. Bir ömür ekmek yerdin biriktirdiklerinle. Ama öyle olmadı, hayat ve şartlar değiştikçe, biriktirdiklerinle bugüne ve olması gerekenlere dair öyle kolayca söz söyleyemez oldun. Neden böyle oldu, hiç düşündün mü?
İnsan bir fikre bağlanmadan, bağlansa bile belli bir alanda tüm mesai ve melekeleriyle yoğunlaşmadan, o güne dek ne kadar çok öğrenirse öğrensin, ne kadar çok şeyi bilirse bilsin, aradan birazcık zaman geçince, söyledikleri de, yazdıkları da, düşündükleri de sanki yokluğa karışıyor. Dünya görüşünün ve o dünya görüşüne göre “daimî” öğrenim, aksiyon, tekâmül ve üretimin belirleyiciliği...
“Dünya görüşü” deyip duruyoruz da, o ne? Duyuyoruz şöyle laflar; “o hareket benim dünya görüşüme ters”. Senin dünya görüşün derken? Lafın gelişi söylüyor, hayat tarzım, yaşayış biçimim, yahut şu ândaki –yakın zamanda muhtemelen değişecek olan- düşüncem demek istiyor.
Oysa, biz dünya görüşü deyince, sistemli bir bütünden, tezatsız bir fikir örgüsünden, ona bağlanmaktan söz ediyoruz. Fakat “inanmak ve bağlanmak” iddiasıyla da bitmiyor iş, buna “delil” veya “verim” gerekiyor; bitimi olmayan bir “çaba” gerekiyor bundan sonra. Bu “çaba” da, Peygamber buyruğuna itaatle, bir günü diğer güne eş geçmeyecek bir didinme ve üretme ile geçmesi gereken bir “tekâmül” sürecine karşılık geliyor. İBDA Mimarı’nın internette çok paylaşılan sözünü, keşke sadece “paylaşmaktan” ibaret kalmadan idrak edebilsek ve gereken “çaba”yı gösterebilsek:
- “Düşünme ve anlamaya çalışmanın işbölümü olamayacağı, bunun herkese âit bir iş olduğunu anlatmak gibi bir gariplik içindeyim. Yaygınlaştırmaya çalıştığımız fikre, yaygınlaştırmaya hizmet eden talib değil. Ne Feci! İçimizde görünen, bize, dışımızdakinden daha uzak ve habersiz!” (1)
Dışımıza baktığımızda ise, şimdilerde herkesin dilinden düşürmediği, “medeniyetimizi yeniden inşa” filan şeklinde formüle ettikleri, dünya görüşü meselesinin gerekliliği öylece ortada duruyor. Evet, medeniyetimizi inşa edelim, ama nasıl? Büyük Doğu’yu kuralım, peki hangi şuurla? Öyle ya, pazardan elma seçmiyoruz ki!
Gazeteci Şükrü Sak’ın İBDA Mimarı ile yaptığı sohbetten:
- “Ölüm Odası”nda ne yapmaya çalışıyoruz?.. Aslında sadece bu esere mahsus değil, bütün eserlerimizi de içine katarak söyleyebilirim; bir bakıma kendi (Rönesansımızı) başlatmanın heyecanını duyurmaya çalışıyoruz… Bu da kendi değerlerimizi yenilemek anlamına gelir… Beş yüz yıllık çöküş ve çürümeyi tersine çevirmek gibi, zorların zoru bir iş… En genel anlamda Batı karşısında “Doğu” diye anlayın. Mücadeleyi, dava ahlâkını, hep verici olmayı, başını bir gayeye adamayı, ilme, fikre, ideolojiye dayalı bir hareket tarzını yaşamak, yaşatmak, aşılamak… “Olması gerekeni” hayâl ettirebilmek, hissettirebilmek… Batı’nın (Rönesans’ta) yakaladığı ışığı, aşkı, şevki, kendi tarih ve değerlerimiz içinde yakalamak… Bunu yapmaya çalışıyor, yapılması gerekenin bu olduğunu göstermeye uğraşıyoruz. İşte aydınların, sanatçıların, ilim adamı, fikir adamı, akademisyenlerin temel alması gereken zemin bu… Bu da ancak bir ideolocya-sistem temelinde gerçekleştirilebilecek bir şey. Büyük Doğu-İbda Külliyatı bunun için... Dünyada bugünkü ruhî, fikrî, siyasî çöküşü bütün sebeb ve sonuçlarıyla tartarak, tarayarak, anlayarak… Kendi nefs muhasebemizi dibine kadar yapmış, bütün zaaf ve kuvvetlerimizi tesbit etmiş olarak, yepyeni bir ruh ve nizâm yekpâreliği içinde yeniden doğmak…” (2)
“Medeniyetimizi yeniden inşa” edeceksek, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun bu sözlerini mıh gibi zihnimize çakıp, gereğini yapmamız icab ediyor. Mütefekkirin bunları söyleyiş biçimindeki “aşk ve heyecan” hâlâ bizi harekete geçiremiyorsa, “ağlayamıyorsanız, ağlar gibi durun” diyen Hazret-i Ebubekir’in aşkından pay sahibi olmaya bakalım ve O’ndan “çaba”mızı istidadımıza göre hangi noktalarda yoğunlaştırmamız gerektiğini öğrenip, o sahalarda “çile dolu” bir didinme, yetişme, yetiştirme ve üretme sürecine girmeye talib olalım:
- "Davayı, estetik, diyalektik, ideolojik ve politik sahalarda beslemek ve ocaklaştırmak... Meydana gelemeyişlerin sırrını kendi "antitez"inde göstermek ve ortada ne kadar zaaf varsa davan lehinde semerelendirmek... Asla küçük ve bücür oluşlara ve erişlere yanaşmamak, sahte tesellilere miskinliğe kapılmamak... "Hepçilik"ten vazgeçmemek ve zerrece taviz vermemek... Strateji ve taktik dilinden anlamak ve taviz vermemeyi öküzlük etme sanmamak... Millet tarlasını, ünüformalı ve ünüformasız genç fidanlar ve yeni ekinler halinde donatmak... Yepyeni bir diyalektikle muazzam bir kültür ve telkin savaşına girişmek, gerektiği yerde gerekeni yapmak, sır dolu bir strateji yolundan istikbalini hazırlamak..." (3)
Aksi hâlde durum, yine O’nun ifadesiyle “evvelleri olmayan son halkada”, onun da “günlük politika itiş kakışları” veya “magazin” tarafında toplaşmamız ve uzmanlık gerektiren önemli hiçbir işe yaramayan kof bir kalabalıktan ibaret kalmamız demek olacaktır. PKK için söylenenlerden, bu vesileyle bizim de almamız gereken sayısız ders bulunuyor bizce:
- «"PKK'nın uyguladığı savaş politikası, politikasının tamamı ve siyasî önderliğin mahiyetidir" dedim; PKK, geçtiği yolları ve konacağı tepeleri kollayan canlı bir savaş makinesi olarak, bu niteliğine uygun bir amelî-pratik siyaset içindedir... Buna bağlı olarak üzerinde duracağım meselelerden birincisi: "Savaşmana gerek yok, buyur, gel ve al!" dendiğini farzet, hangi fikirle neyi gerçekleştireceksin?.. Bu soruda "hangi fikirle?" derken, "ortada fikir demeye lâyık ne var?" kasdı ve "neyi gerçekleştireceksin?" derken, "gerçekleştirebileceğin birşey yok!" mânâsını da murad ettiğimi belirtmeliyim... Birinci meseleyle bağlantılı ikinci mesele: Belli başlı bir dünya görüşü, insan ve toplum meselelerini unsur unsur ihata edici bu görüşün umumî kültür politikası, maddî ve manevî çehresiyle insan tekâmülünü murad etmiş bu kültür politikasının dışa doğru yekpareleşmesi ve ferasetini temsil eden umumî mânâsıyla siyaset, nihayet amelî plânda tertib ve tedbir ifâde eden siyaset, bu siyasetin aracı rolünde fizikî kuvvet, bu kuvvetin de kendine mahsus siyaseti... Böyle bir mücerret şemaya nisbetle PKK, evvelleri olmayan son halkada toplu bulunuyor... Belki hâdiselerin hayhuyu, heyecanı ve doyuruculuğu içinde pratik bir değer nazarıyla umur dışı tutulan bu husus, yarın bütün ağırlığı ile zaruretini gösterecektir... Varlığını safi savaşta ve ve yalnız karşı oluşta gösterebilen bir hareket, savaştığının ve karşı olduğunun varlığını dileme mahkûmiyetine düşer... Bir yönüyle Ülkücü hareket buna örnektir: Yükselişleri ve düşüşleri, başta Üniversitelerde olmak üzere komünistlere karşı çıkabildikleri şartlarda oldu... Bahsettiğim şemaya nisbetle değerlendirilecek cebheler hâlinde bir hareket ve bu hareketin keyfiyetlendirdiği bir taleb zemini oluşturulmazsa, kuru heyacanların pörsüyeceği ve hayatî olduğu kadar kandırılması ve saptırılması da kolay gırtlak edebiyatına bağlı taleblerin düzen alternatiflerine kanalize edileceği, en nihayet örgütün de yakıtı tazelenmeyen kandil gibi boşlukta siyasî taleb sayıklamalarıyla akibetini bekleyeceği... Bahsettiğim işler hangi şartlarda olur, nasıl olur, bu ayrı bir dava; ama "tedbirini alabilir misin, alamaz mısın?" diye Kemâlist düzenin inisyatifine bakan bir dava...» (4)
“Hazır” dünya görüşü öylece dururken, mesaimizin önemli bir bölümünü lüzumsuz, önemsiz veya ikinci dereceden önemli ne varsa etrafına toplaşmaya hasretmemize bakıldığında, durum oldukça vahim gözüküyor.
DİPNOTLAR:
1) Salih Mirzabeyoğlu, DAMLAYA DAMLAYA -Yılanlı Kuyudan Notlar, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1997, s. 145
2) Milli Gazete, 15 Şubat 2014.
3) Salih Mirzabeyoğlu, İSLAMA MUHATAP ANLAYIŞ -Teorik Dil Alanı-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1987, s. 184-185, "Gençliğe Hitabediyorum" bölümünden...
4) Salih Mirzabeyoğlu, ADIMLAR -1984'den 1996'ya-, İBDA Yayınları, İstanbul 1997, s. 174-175. "Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi" bölümünden...
Baran Dergisi 373. Sayı