Amerika’nın askerî saldırıları, İsrail’in pervasız katliamları, Britanya’nın sinsi planları, Avrupa’nın fırsat kollamaları ve bunların peşine takılmış kuyrukçuları bize hep ama hep aynı hakikati ihtar ediyor; görmeyenin göze, işitmeyenin kulağa, açın aşa, susuzun suya muhtaç olduğu kadar biz de İslâm Birliğine muhtacız...

İslâm Birliğine olan ihtiyacımız artık sloganlaştığı pankartlardan indirilmeli ve vicdanlarda kanayan bir yara hâline gelmelidir. Her Müslümanın, her inananın bu yarayı vicdanının has odasında şiddetle hissetmesi ve haşyetle irkilerek kendisine gelmesinin vakti gelmiştir de geçmektedir. İnanç sahibi olduğu iddiasındaki her ferdin; öğrencisinden hamalına, devlet başkanından bürokratına kadar bu oluş sancısı içinde kıvranmadığı bir Anadolu artık tahayyül bile edilemez.

İçinde bulunduğumuz iç ve dış şartların Türkiye’yi ve İslâm âlemini “olmak” yahut “ölmek” vaziyetine sürüklediği günümüzde, artık yalama olmuş lâfı bir kenara bırakarak icraata koyulmanın vaktidir.

Hangi İslâm Birliği
 

İş, boş beleş konuşmaya geldiği vakit kim neler söylemiyor ki? Tüm konuşanlar bir araya toplansınlar da evvelâ şu suâli yanıtlasınlar. Hangi anlayış? Mesele “İslâm Birliği” olduğu vakit herkes bol keseden atmayı biliyor. “Evet efendim,” “lâzım efendim,” “şart efendim,” de, ee? Ne olacağı ve nasıl olacağı hakkında da “Osmanlı gibi” falan diye gevelemekten başka bir şey duyduğumuz yok. Lâfı yalama etmekten ve ciddî meselelerin hakikatini perdelemekten başka bir vazife ifa eden yok. O zaman biz konuşalım, biz altını dolduralım, nesini ve nasılını biz bir kez daha hatırlatalım ve umalım ki, üç maymunu oynamaktan ve bu vaziyetten şahsiyet bulduklarını sanmaktan vazgeçsinler.

İslâm Birliği hakkında bir mesele konuşacaksak eğer, o zaman evvelâ İslâm anlayışının ne olması gerektiğini çerçevelenmesi gerekir. Suud’un da bir İslâm anlayışı var, tabelasında “İslâm Cumhuriyeti” yazan İran’ın da, Cemaatin de, IŞİD’in de, Amerika’nın da, İngiltere’nin de...

Peki, bugün bize lâzım olan anlayış hangisi: Doğu ve Batı’nın irfan yemişlerini yeni bir dil çarşafı üzerine silkeleyerek “Mutlak Fikir”in önünde hesaba çekip verimlendiren, zamanın gereklerine göre yenilenmiş anlayış değil mi?

Sapkın anlayışları tek tek sıralayıp haklarında bahsetmeye yerimiz müsait olmadığı için atlıyoruz.

Rönesans Hareketlerinin başladığı zamanki konjonktürün bir benzerini idrak ediyoruz bugünlerde. Her ne kadar kemmiyetin biçimi ve cinsi farklılık arz ediyor olsa da, içinde bulunulan şartlar birbirine çok benziyor. Nasıl ki o dönem Avrupa kendi köklerinden kopmuş, fikir, sanat, edebiyat ve bilim alanında tekâmül damarı kesilmiş ve İslâm dünyasından gelen tercümeler ile beraber kendi köklerine tekrar uzanarak Rönesans’ı, yâni “yeniden doğuşu” gerçekleştirmişse, bugün de Doğu bakımından benzer bir durum söz konusu. Özellikle “dil devrimiyle” beraber İslâm’dan gelen kökleri kesilip atılmak istenen Anadolu, bugünlerde 150 cildi bulan Büyük Doğu-İBDA külliyatıyla birlikte kendi Rönesans’ının, yeniden doğuşunun merkezî çekirdeğini tamamlamak üzeredir.

Rönesans üzerinden devam edecek olursak, Avrupa’nın kendi köklerinden gelen tefekkür ve İslâm tasavvufu eserlerinin sentezi üzerinden inşa ettikleri Batı Medeniyeti’nin, Devlet-i Aliyye’nin İslâm aşkı ve vecdinden uzaklaşmasının ardından Doğu’nun ipini nasıl çektiği bugün açıkça ortada. Hem de bizim elimizdeki gibi “solmaz, pörsümez bir yenisi” olmadığı hâlde Batı’nın kurduğu hâkimiyete bakarak, bugün bizim Rönesans’ımızın neticelerini kestirmek mümkündür herhâlde.

Büyük Doğu-İBDA, gerçek bir İslâm Birliği’nin üzerine inşa edileceği zemin olarak; anlayışta “İslâm’a Muhatab Anlayış,” fikirde “Bütün Fikir”, devlet modelinde “Başyücelik Devleti”, yeni bir ferd ve toplum tasavvuru ortaya koymaktadır.

Solmaz pörsümez yeni olan İslâm yenilenmez, O'na muhatab olan insanların, Müslümanların anlayışı yenilenir diyen Büyük Doğu-İBDA, İslâm'a dönük yepyeni bir kavrayış tarzı olan “İslâm’a Muhatab Anlayış”ı ortaya koyarak kurulacak İslâm Medeniyeti’nin mihrak sistemini örgüleştirmektedir.

Batı’nın elinde parçalara ayrılarak aklın dâhilinde kemmiyet planına saplanan, insanlığın yaralarına pansuman olacağı yerde yarayı derinleştiren ilmi, saplandığı yerden kurtararak ruhçu bir anlayış ile “Bütün Fikrin” tasarrufuna alan Büyük Doğu-İBDA,  İslâm Birliğinin üzerinde tecelli edeceği sahaların ilim metodunu örgüleştirmiştir.

Doğu’nun kültürüne Batı tarafından yapılan suikastın en önemli hedeflerinden biri de dildir. Doğu’nun dili, Batı ve Batı’nın Doğu’lu kuyrukçuları tarafından direkt olarak hedef alınmış, bozulmuş ve Batılılaştırılmaya çalışılmıştır. Bu durumun en önemli sebebi düşünmenin yegâne vesilesi olan dilin bozulmasıyla beraber tefekkür melekesini iptal etmek ve kültür emperyalizminde muvaffak olmaktır. Büyük Doğu-İBDA’nın temel meselelerinden birisi de dildir. Dünyanın irfan yemişlerini bir dil çarşafına silkeleyerek yeni bir dil ve dolayısıyla da yeni bir kültür ortaya koymuştur ve bu dil, genişlik ve derinlik bakımından Batı’nın kültür emperyalizmi karşısında kurulacak olan İslâm Birliği’nin en hususî dayanağı hüviyetindedir.

Gelelim devlet modeline... Demokratik, oligarşik, lâik ve seküler devlet modellerinin dünyayı getirdiği nihai vaziyet bugün bütün dehşetiyle karşımızda duruyor. Büyük Doğu-İBDA el attığı diğer meselelerde olduğu gibi devlet bahsinde de misilsiz bir model olarak Başyücelik Devleti’ni ortaya koymuştur. Millete dayatılan adaylar ve millete karşı söylenen yalanlarla algı biçimlendiren enstrümanlar karşısında Büyük Doğu-İBDA “Yüceler Kurultayı” modelini teklif etmektedir. Kaynağı işaret etmek ve kısaca bahsetmek adına İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Başyücelik Devleti” eserinden şu iktibasa yer verelim:

- “’Büyük Doğu’ mefkûresinde, cemiyet idaresini temsil adına, dünyanın her yerinde örnekleri bilinen millet meclisleri yerine, bir ‘Yüceler Kurultayı’ vardır.

‘Yüceler Kurultayı’, milletin; dinde, fikirde, sanatta, ilimde, siyasette, müsbet bilgilerde, ticarette, askerlikte, idarede, işte, hulâsa insan kafasının arayıcı hamlelerini ve idrak çilelerini plânlaştıran her sahada, eser, keşif, görüş, terkip ve dava sahibi aksiyoncu güzidelerden örülüdür.

Diğer bir taraftan isminden de anlaşıldığı gibi “Başyücelik Devleti” alt başlık olan bir ulusa değil, üst bir başlık olan Müslümanı millet olarak tanımlar, ümmetçidir. Bu bakımdan gerçekten İslâm Birliği’nin tesis edilmesi noktasında mutabık isek, mevcut sistemi ve Büyük Doğu-İBDA’nın teklif ettiği “Başyücelik Devleti” modelini korkmadan, çekinmeden konuşmak ve tartışmak zorundayız. Eni boyu belli olmayan kuru bir “Başkanlık Sistemi” tartışması zaman kaybetmekten başka bir işe yaramaz.

Gelelim bir yay üstünde geçmişin hâkim günlerine doğru gerilip, bırakıldığında geleceğin cihan hâkimiyetine doğru hızla yol alacak, Anadolu’dan başlayıp önce İslâm Âlemi ve ardından bütün cihanı müsbet mânâda tutuşturacak olan kültür, irfan okumuza... Büyük Doğu-İBDA’nın ferd ve toplum meselelerine çözüm getirdiği “Kültür Davamız”, diğer birçok temel meseleyi de ihtiva eden çözümleri bünyesinde ihtiva etmektedir.

Boş atıp dolu tutmak, çeşitli kelimelerle ve isimlerle konuşmaları-yazıları süsleyip entellektüel bir portre çizmek yerine, samimi bir şekilde İslâm Birliği davası güdenlerin lâfı eveleyip gevelemeyi bırakarak bunun zeminini ortaya koyan BD-İBDA’nın “Başyücelik Devleti” modelinin tatbiki noktasında kafa patlatmaları gerekmektedir. Reyting maymunu olmayan samimi dava adamları ne demek istediğimizi inanıyoruz ki anlamışlardır.

Hangi İslâm Birliği’nden bahsettiğimize göre gelelim bu birliğin üzerinde tecelli edeceği zeminin inşa şartlarına...


Önce İçte Birlik

Bugün Türkiye’nin kendi içinde birçok mesele çözüme kavuşturulmak için sırada bekliyor ve mevcut rejim, bu meselelerin hâlledilmesinin önünü açacağı yerde, çözümsüzlüğü derinleştiriyor.

Sermaye, Medya, Cemaat, Ulusalcılar, Kemalistler, Kürtler içinden devşirilen tıpkı Türkler gibi Kemalistleşmiş bir kesim ve ideolojisi olduğu iddiasındaki çeşitli adî suç örgütleri emperyalistlerin Türkiye’de paslanmaya yüz tutmuş değirmenine su taşımakta yarış eder vaziyetteler. Saydığımız bu ölçüler dâhilinde hareket eden tüm organizasyonların hızlı bir şekilde tepelenmesi gerekiyor. Milletimiz, kendi ruh köküne düşman olan bu kişi ve kurumların tepelenmesi hâlinde hem tepeleyenin ardında hem de kendi içinde bir araya gelecektir. Bu iş, Anadolu’dan başlayacak birliğin tesis edilmesi noktasında en önemli merhaledir. Bugüne kadar güç belâ elde edilen kazançların hızlı bir şekilde elden kayıp gitmemesi isteniyorsa ve İslâm Birliği davası iddiasında samimiyet varsa, bu hesabın görülmesi birinci dereceden elzemdir.

Bundan sonrasında içteki birliği pekiştirmek ve dışa da model olabilmek adına ekonomiden orduya, aileden hukuka kadar cemiyeti ve devleti alâkadar eden birçok meselede hızlı bir şekilde yapılması gereken ıslahatlar vardır.  Hepsinden de önce merkeze alınacak bir fikir, yeni bir anlayış ve devlet modeli ihtiyacı söz konusudur.

Hem merkezî fikir, hem yeni bir anlayış, hem de yeni bir devlet modeli ortaya koyan BD-İBDA’nın dışında bu talebi karşılayan olmadığına göre artık lâfı geveleyip kuru kuruya bunlardan bahsetmenin anlamsızlığı da ortadadır. İçte ve dışta birlik bahsine dair konuşmaların hava kalması istenmiyorsa, yapılması gereken tüm bu bakımlardan kendi tezini ortaya koymuş olan BD-İBDA’yı merkeze almaktır. Bunun haricinde yapılan tüm konuşmalar ve çalışmalar havada kalmaya mahkûmdur.


İçteki birlik meselesine dönecek olursak, eğer Anadolu kendi ruh köküne düşman olan kuyrukçulardan temizlenebilirse, içte birliğin sağlanması ve ardından da içeriye yönelik düzenlemelerin hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi önünde hiçbir mâni kalmayacaktır.

Sonra Dışta Birlik

Dışta bir birlikten bahsedilmeden evvel içteki birliğin tesis edilmesi şartından zaten bahsetmiştik. İçte birliğin tesis edilmesinin hemen akabinde dıştaki birliğin tesis edilmesini sağlayacak mefkûreye ve ekonomik, askerî güce sahibi olunması gerekmektedir. Eğer ki ekonomik ve askerî bakımdan gereken şartlar sağlanırsa o zaman dışarıda da söz sahibi olunur ve işgâl maksadıyla değil, bilakis hakikati yerli yerine koymak gerekçesiyle bu birliği meydana getirmek adına her türlü güç kullanımına başvurulabilir.

Bu tip birliklerin yalnızca kağıt üzerine atılan imzalarla kurulamayacağı geçmişteki birçok örneğe bakılarak anlaşılmaktadır. Yâni öyle “hadi bir araya gelelim demekle” bir araya gelinmiyor maalesef... Yine içte birliğin ve yeniden doğuşun sağlanması için gerekli olduğu gibi aynı şekilde dışta birlik için de merkezî bir fikir, yeni bir anlayış, yeni bir devlet modeli gerekiyor.

Yazımızın içinde kısaca da olsa Başyücelik Devletinden bahsetmiştik. Bu devlet modeli aynı zamanda hilâfet devletidir ve devletin başı olan “Başyüce” aynı zamanda halifedir. Ki bu iş de yalnızca ben halifeyim demekle olmayacağı için “büyük devlet reisliği/hilafet makamı” için gereken tüm şartların sağlanması bu devletin temel politikasıdır. Bir diğer taraftan bugün hilâfet makamı çoğu kez dinî bir makammış gibi anlaşılıyor ve genellikle papalık makamıyla karıştırılıyor. Oysa ki hilâfet siyasî bir makamdır ve halife de “olması gereken” tek İslâm devletinin -ki bu devlet fiilen diğer bütün Müslüman devletlerin ister diplomatik yolla isterse ZOR ile bey'atını alma durumundadır- başıdır.

Dün Yavuz Sultan Selim’in şahsında hilâfet makamını yerli yerine koyan Devlet-i Aliyye’nin İslâm anlayışının bugünkü karşılığı Büyük Doğu-İBDA’dır. İBDA zamanın ruhunu yakalayan İslâm'a muhatab anlayıştır...


Netice olarak


İslâm Birliği meselesi öyle kuru slogan hâlinde konuşulacak bir mevzû değildir. İslâm Konferansı gibi  faaliyetler iyi niyetle gerçekleştiriliyor olsa da “dostlar alışverişte görsün”den öte bir anlam taşımamaktadır.

İslâm Birliği’nin tesis edilmesi için gereken merkezî fikri, yeni anlayışı ve devlet modelini ortaya koyan BD-İBDA’nın artık merkeze alınarak üzerinde konuşulması şarttır. BD-İBDA olmaksızın İslâm Birliği’nden bahsetmek isteyenlerse kendi fikirlerini ortaya koysunlar, yeni anlayışlarını buyursunlar ve misilsiz devlet modellerini geliştirsinler. Ele geçmemek üzerinden şahsiyet olunamaz...

Kendimize dönecek olursak, BD-İBDA kendi Rönesans’ını tamamlamak üzeredir ve bundan sonrasında olacaklar da geçmişteki örneklerine bakıldığında az çok kestirilebilir. Müslümanların “yeniden doğuşa” hazırlandıkları bu zamanda, herkesin ve her kesimin kendi pozisyonunu artık bu hakikate nisbetle alması, zamanın dışına düşmemesi gerekmektedir.
 


Baran Dergisi 406. Sayı