Kim ne derse desin, Allah (cc) nurunu tamamlamış ve Din-i Mübin’i bize “İslâm” layihası altında, “İnneddine indellahilislam” fermanı ilahisiyle elimize sunmuştur.

Rahmet Peygamberi’nin eliyle mühürlü tapuyu uhdemize tevdi eden Allah’a hamd, Elçisi Efendimiz’e salat-ü selam olsun.

Peygambersiz İslâm icadı peşinde koşanlar, “Kur’an neyimize yetmiyor” diyenler, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önceki sünnet ve hadis konusundaki saçmalıklarla ilgili uyarısını görmezden gelme uyanıklığı peşinden gidenler var... Bu uyanıklar “İslâm’ın güncelleştirilmesi” konusunda konuşuyorlar, amma fırsatı gelince de cumhurbaşkanına yağ çekmekten geri kalmıyorlar.

Ben önce bir Müslüman, sonra da emekli İmam eskisiyim. Bilmeden elini ateşe uzatan çocuğu, “cıs oğlum elin yanar” diye uyarmalıyız. Rahmetli Nasrettin Hoca’nın ruhu şad olsun.

Nasreddin Hoca oğlunun eline bir testi tutuşturup çeşmeden su getirmesini istemiş. Çocuk dışarı çıkarken de ensesine bir tokat atıp, “testiyi kırmayasın” diye tembihlemiş. Bunu gören komşulardan biri, “Hocam, henüz testiyi kırmadan niye dövüyorsun yavrucağızı?” diye sormuş. Hoca ise, “testiyi kırdıktan sonra neye yarar!” diye cevab vermiş.

Herkes her haltı karıştırıyor, din, iman, akaid, fıkıh, farz, sünnet gibi rükunlar birbirlerine karıştırılıyor; isteyen istediğini söylüyor, fitne fücur televizyon programları kuruluyor. Bu da yetmezmiş gibi zayıf inançlı insanların beyinleri yıkanıyor, insanlar imansız yetişiyor. Ondan sonra uğraş da uğraş iti köpeğiyle. Bizde işi baştan tutan yok, ikazlara kulak vereni ise bul bulabilirsen. Hiçbir gereği yokken, son günlerde “İslâm’ın güncellenme” mevzuu ortaya atıldı.

İslâm’ın güncellenmeye, yenilenmeye ihtiyacı yoktur! Yeter ki biz kendimiz intizama girip hâl ve ahvâlimizi güncelleyelim.

Biz bunları bu sayfalarda yıllarca yazdık! FETÖ’ye ‘Fetoş’ diyorduk... Müslüman geçinenlerden de küfrü yiyorduk. Tabiî Allah sonunda bizi haklı çıkardı, hakikat meydana çıktı...

Başımızda anti-laik, samimî Müslüman bir hükümet var. Tam teşekkül bir Diyanet’imiz mevcut... Ne hikmetse her diyanet reisi profesör olmak mecburiyetindeymiş gibi hareket ediyoruz. Sanki profesör olmayan âlimler bu işi beceremezmiş gibi.

Biz diyeceğimizi diyelim, okuyan okusun!

Hangi cami görevlisi, hangi cemaatıyla güzel bir ünsiyet kuruyor? Hangi konularda bilgilendirme muhabbetine giriyor? Hangisi, ‘çoluk çocuk varsa gönder Kur’an öğreteyim’ diyor? Hangi imam ve müezzin camideki görevini tam yapıyor? Camilerdeki müezzinler sünneti ihmâl ediyor, halk bunu dillendiriyor...

Bu küçükmüş gibi gözüken meseleler diyanet teşkilâtının içerisinde bir halledilse, kimse “İslâm’da güncelleme”den bahsedemez.
Ezan, Allah’a şükür(!) minarelerin ilk giriş kapısının aralığında okunduğu için merdiven zahmeti kalkmış. Ezan biter-bitmez müezzin odasına geçip koltuğa kuruluyor ve İmam efendi mihraba yürürken müezzin efendi de lütfen kamete kalkıyor.

Bunları sakın ha boş sözler ve bühtan zannetmeyin. Bizim zamanımızda imam ve müezzinleri kontrol için sivil müfettişler vardı. Zannedersem kalktı. Eğer kalktı ise tekrar kurulmalı ve diyanet bütçesi müsait değilse emekli din görevlileri bu işi teberrüken yaparlar.

Cami ve cemaati eğitmek için elbette yeni bir kadroya lüzum yok. Çünkü müftüler var. Sağ olsun müftülerimiz de laik idare sistemlerindeki gibi, kendilerini bir devlet memuru pozisyonunda görüp, masadan kalkıp bir cemaat arasında namazlarda görünmüyorlar.

Allah şahid küçük-büyük hiçbir cami cemaati sünnete uygun saf vucubiyetinde, caiz bir saf tutmasını bilmiyor, bazı imam efendiler arkaya dönüp de Allah Resûlü’nün yaptığı gibi ciddi bir saf tutma tarifi yapmadan, tekbirini alıp namaza duruveriyor.

Otuz-kırk sene sonra camilerimiz Hıristiyan kiliselerine benzerse şaşmayın. Bu fakir ta Almanya, Mısır, Kenya, Filistin ve İstanbul’da sandalyede namaz kılma mücadelesini vermiş bir fani olarak kendisini mutlu addeder.

Binlerce bastırıp dağıttığım, sandalyede namaz kılınmanın caiz olmadığını beyan eden mukayyet hadis ve rivayetlerle resimli broşürleri İstanbul’un ilçelerinden bir müftüye götürdüm, sağ olsun(!) sadece teşekkür etti. İsterdim ki, camilere astırılsın da Müslümanlar uyansınlar, nerede?

Bu yazıyı okuyanlar Allah rızası için bir gün Eminönü Yeni Camii’ne gitsin, müezzin mahfilinin altına baksınlar. Elliye yakın sandalye hepsi dolu ve oturanların çoğu da halı üzerine oturup ayaklarını uzatarak namaz kılamayacak kadar sandalyeye muhtaç değil. Manzara yürekler acısı aynen açık hava kahvehanesi gibi.

Yazımızı hülasa edecek olursak, din meselesi hiçbir zaman devletin bürokratik kurumlarına havale edilemez. Yapılacak bütün hizmetler kudsiyet dairesi içinde mütalaa edilmelidir. Gerektiğinde ast üste, üst asta karışmalıdır. Dava, İslâm ve Din-i Mübin davasıdır. Rütbe makam vs. ikinci planda kalmalı. Allah tüm İslâm davası uğruna çalışanlara mükafatını fazlasıyla versin...

Üç-beş haftalığına yurt dışına çıkıyorum. Herkesten helallik diliyorum. Saygı ve selâmlarımla...


Baran Dergisi 585. Sayı