Modern ve postmodern zamanlarda olduğu gibi ruhu olan her şeyi susturduğunuz zaman, ruhlarda hiçbir istinad noktası kalmaz. Yasal olan ahlâkî olanın, çıkar ilkenin önüne geçer. Toplum kendi eksiksiz imgesini görmek isterken kendini kaybeder, acıyı da günahı da benimsemekten uzak biçimsiz yığınlara dönüşür.
Modern zamanlar, her şeyden önce, meşruiyetini Tanrı’da bulan siyasi iktidar düşüncesinden kesin bir biçimde kopuş, “Tanrı yoksa her şey mümkündür” anlayışı içinde dünyayı talan etmeye soyunuş, İlâhî düzene isyan ve itaatsizliktir. Aynı zamanda, kadim toplumların dönüştürüldüğü, asırların birikimi halinde oluşan kolektif şuurun bozulduğu; ahlâkî, siyasî ve içtimaî düzenin bilim ve akla dayandırıldığı yeni bir dünyaya geçiştir. Bu ani değişim dönemiyle birlikte zaman ve zaman kavramının idrakinde radikal bir dönüşüm yaşanırken, bilgi edinme ve bilgi sahibi olmayı temin eden anlayış da baştan aşağı değişecek; gelişimi, şartları ve sınırları bilginin tekelini eline geçiren “akademi”nin görüşleri çerçevesinde yeniden düzenlenecek, akademinin denetiminden geçmeyen bilgi, bilgi olarak değer bulmayacaktır.
Tanrı’yı kendi yarattığı âlemden tahliye ettikten sonra kâinatı yeniden yaratmaya soyunan, maddî dünyayı ve bu dünyanın bilgisini insanlığa tek yol gösterici olarak kabul eden bu zihniyet, tüm ilerici söylemlerine rağmen, özü itibariyle, dünyayı hiçbir gayesi olmayan bir süreç vasıtasıyla gerçekleşen tesadüfî değişimlerin sonucu olarak gören köhne bir zihniyettir. Ufku dar, varlığını Darwinci prensiple haklı kılmaya çalışan, kendini bilmezliğin akla ziyan kibrinde boğulan insana has bir zihnî körlüktür. Fakat, modern dünyanın insanı beynini düşünmeye değil, hesaplamaya zorladığı için şüpheciliğini, belirsizliğin kaynaklarına “at gözlüğü”yle bakan ve bilimsel zihniyetinde boğulan sözde bilim adamlarına değil de dine ve din âlimlerine yöneltir. Entelektüel ilgi ve meraktan yoksun, “sır idraki”nden uzak olduğu için de, yarın ortaya çıkacak ve tüm insanlığı teslim alacak virüsü öngöremeyeceğinin üzerinden kuru bir mantıkla atlayıp, geleceğe dönük 30-40 yıllık plânlar yapar.
Oysa, insanın değeri ilgi duyduğu şeylerin değeriyle ölçülür. Ferdler arasındaki farklılık da sırf insan olmaklıktan değil, insanî hasletlerin ferdlerde ortaya çıkışından kaynaklanır. Ve diğer varlıklardaki farklılaşmanın hiçbirine benzemez… İnsan meleklerden daha üstün bir mertebeye, güzellik ve yüceliğe çıkabileceği gibi, hayvandan daha aşağı bir mertebeye, aşağıların aşağısına da düşebilecek bir yapıya sahip olarak yaratılmıştır. Dolayısıyla, modern ve postmodern zamanlarda olduğu gibi ruhu olan her şeyi susturduğunuz zaman, ruhlarda hiçbir istinad noktası kalmaz. Yasal olan ahlâkî olanın, çıkar ilkenin önüne geçer. Toplum kendi eksiksiz imgesini görmek isterken kendini kaybeder, acıyı da günahı da benimsemekten uzak biçimsiz yığınlara dönüşür. Yaratılış gayesi hilâfına sürdürdüğü hayatın bedeli olarak hataları, günahları üst üste binip pekişir, fıtratın gücü tükenir, istese de aslî fıtratına dönemez. Bu da insanı o çok korktuğu fizikî acılardan ve hayal kırıklıklarından çok daha beteriyle karşı karşıya getirir.
Zira, perdelenmiş insanın basireti yoktur. Ruh dünyası kurak ve çorak ve de tüm ruhî armonilerden uzaktır. Bu sebeble, temâşa ettiği şeyi yeterince kavrayamaz, kavradıkları da isabetli olmaz. Gönül gözüyle göremediği şeyleri beden gözüyle görmek ister. Ruhî yoksunluğunu giderebilmek, sürekli bozulan iç âlemini yeniden düzenleyebilmek için aklın ve temaşanın gölgesi hükmündeki eyleme yönelir. Biçim olarak güçlü görünse de özü itibariyle koftur. Kendinde hiçbir zenginlik hissetmediği için kendinden hiçbir şey veremez. Tam aksine içinin yoksunluğunu, bedenini protez bir bedene dönüştürerek gidermeye çalışır. Nihayetinde tükenir, formunun içerdiği nitelikleri geliştirerek kusursuz ve bütüncül bir şekilde varolma gücü kalmaz. Düştüğü yerden kalkmasına bir faydası olmasa da ; “olan”la yetinen, “olması gereken”i ise hiç umursamayan insanın ruh halinin siyasî ifadesi olan ve insanı insan yapan hasletleri ıskartaya çıkartan demokrasi kandırmacasına övgüler düzerek, sanal bir dünyanın ödülü olarak eline tutuşturulan oyuncakları yüksek ve değerli bularak, hakikat idrakinin sekteye uğradığı bir alanda yuvalanır gider.
Düzeni sıfırlamanın tam zamanı olduğunu açıkça dile getiren, pandemiyle oluşan kaotik ortamı fırsata çevirip, pandemiyi “plândemi”ye dönüştürmek isteyen küreselci güç merkezi insanın bu tükenmişliğinin farkında. Popüler kültürün iktidarının, biçimsiz yığınlara dönüşmüş kitlelerin yönlendirilmesinde faşizme çıkan bir yol olduğunun ve çağımızda bu yolun dijital faşizme çıktığının, popüler kültürün ait olduğu alana aidiyetini yitirmesiyle gücünü de yitireceğinin bilincindeler. Bilginin tekeli, dijital teknolojinin ve sosyal medyanın da sahibi olan bu güç merkezinin elinde. Bunların denetiminden geçmeyen bilgi, bilgi olarak değer bulmuyor; paylaşılmıyor, sansürleniyor, manipüle ediliyor. Dolayısıyla yeni sistemin yeni yapılarını kuranlar, ortak değer yargısına sahip, aynı görüş ve analiz çevresinde birleşmiş; aynı-kalıplaşmış duyguları tekrar tekrar yaşayan kitleleri istenilen çekim merkezlerine yönlendirmekte ve geleceklerini şekillendirmekte hiçbir zorluk çekmeyecektir.
İnsanlığı tümüyle yıkıma sürükleyecek bir çağın hazırlıklarını yapanlar, bir taraftan yeni sistemin yeni yapılarını kurarken, diğer taraftan da, batı medeniyetinin tabiatında mündemiç adaletsizlikler, hukuksuzluklar ve tahakküm biçimleri artarak devam ediyor… İnsanlar mutsuz ve umutsuz. Hem içimizdeki hem dışımızdaki hayat sönüp gidiyor… Alıştığımız canlı, hareketli dünya ayaklarımızın altından kayıyor. İnsanlık olarak hiç kimsenin kendini güvende hissetmediği, toplumları köklerinden söken koyu bir bunalım döneminden geçiyoruz. Apolitik politikanın bulanıklaştırdığı siyasî zeminde, teori ve politika arasındaki hassas dengeyi tutturabilen, asalet ve zarafetiyle, söylem ve eylemiyle kitleleri etkileyebilen lider, neredeyse yok gibi. Olması da mümkün görünmüyor. Çünkü yeni sistemin yeni yapılarında dirayetli, şahsiyet sahibi politikacılara yer yok… Her türlü madrabazlığa yatkın siyaset simsarlarının, çağdaş sistemin donanım ve profiline uygun olarak süsleyip pazara sürdükleri “teflon tarzı” liderler revaçta. İnsanlık dramını da, kendi toplumlarında karşılığı olmayan, halkına sadık kalamayacak kadar kendine ve değerlerine yabancılaşmış ilkesiz, zavallı ve kullanışlı bu operet figürleri oynuyor. Krizlerin kaynağında da bu lider yokluğu ve “remz şahsiyet” olarak görülen kişiliklerin aslını yansıtan ruh, düşünce, söz ve eserlerin sıradanlaştırılması var.
Oysa, siyaset sanattır. Ve sanatların en muhteşemidir. Zira, siyaset sanatının malzemesi insandır. Dolayısıyla, siyasî liderin insanı yoğurup, biçimlendirip kalıba dökebilmesi, topluma birlik duygusu ve birlikte büyük bir davaya bağlanma şuuru kazandırabilmesi için, en yüce sanatın ilkelerinin bilgisine ulaşması, bir tarzının olması gerekir. Lakin bütünlük yoksa tarzdan da bahsedilemez. Tarz olmadan da ideal bir model oluşturulamaz. Dolayısıyla, sanatçının stil ve malzemenin işlenme tarzının ifadesi olan ideal bir form oluşturabilmesi için Mutlak’la bağı olan, bilgi edinme ve bilgi sahibi olmayı temin eden anlayışı baştan aşağı değiştiren, yeniden düzenleyen, gelişimini, şartlarını ve sınırlarını yeniden belirleyen “Bütün Fikir”in arayışı içinde olması elzemdir. Zira Mutlak’la bağı olmayan yapının bütüncül bir yapı olması ve bir bütün olan âlemi birlik ve bütünlük içinde kavrayabilmesi mümkün değildir… Böyle bir yapı bizi gerçekliğin ancak bir yanıyla temasa getirir, sadece yanılmayla karışık kısmî bir doğru verir.
Dolayısıyla ortada mutlak’la bağı olan, her örgüsü tezadsız bir “Bütün Fikir” yoksa öncelikle toplumu yeniden üretecek ve gerçek iktidarla buluşturacak bütüncül yapının ortaya konulması gerekir. Aksi takdirde, bütün bir dünya ve bu dünyanın karşısında duran bütün bir insan da yok demektir. Bu da, düşünen şuurun kendisine şuurunun olmadığını, “tek ve verili hakikat”i aramak yerine, onu kendisinin üretmeye çalıştığını gösterir. Böyle bir durumda her şey ters işler, sistem çözüm yerine sorun üretir; denetlenecek, düzeltilecek şeylerin sayısı hiç bitmez. Yanlışın kendi doğrularını doğurduğu bu sürecin “ödül”ü olarak da, yalan dünya düzeni haline gelir… Büyük bir fikir dünyayı köklerinden sarsmadıkça, “Mutlak Fikir”in iktidarı kitleleri kuşatmadıkça ne insan arınıp yenilenebilir ne de dünya düzelir. Çünkü gerçek iktidar Mutlak Fikir’in iktidarıdır. Gayrısı, toplumun çıkar ilişkisi içinde olan ayrıcalıklı kesiminin çıkarlarını korumak üzere düzenlenmiş, kendilerine sorulmadan alınmış kararların uygulayıcısı konumundaki “görüntü iktidar”lardır.
Aylık Dergisi 202. Sayı Temmuz 2021