Sanayi Devrimi ve peşinden getirdiği plansız şehirleşme, beşerî faaliyet şubelerinde de endüstriyelleşmeye yol açtı. Nüfusun plansız ve programsız bir şekilde büyük şehirlere yığılması, devletin temel hizmetleri arasında olan eğitim, sağlık ve adalet müesseselerini fabrikalara dönüştürdü. İnsanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde ferdî ve içtimâî hayatı tahrib eden bu değişim, Batının yalnız maddeye dikilmiş gözleri tarafından idrak edilemedi; çözüme kavuşturulması bir yana, sakatlığın sistemleştirilmesinin vesilesi oldu. Batının madde planına nüfuzu ve tahakkümü karşısında adeta hipnotize olarak “iyi, doğru ve güzel” ölçütünü Batıya irca eden Doğu, bu sakat sistemi parça parça kendi memleketine ithal edip, kimilerinde şehirleşme bile olmamasına rağmen son derece anlamsız bir şekilde, kendi milletine tatbikte bir beis görmedi. Tam da bu şartların olgunlaşmaya başladığı demlerde, “yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan” hesabı, kültürleri yutan, farklılıkları törpüleyen, insanlığı kılık kıyafetinden başlayarak zihniyetine ve dinine kadar tek düze hâle getiren globalizmin yerleşmesiyle ve demokrasinin kanıksanmasıyla beraber, baştan beri zaten teşhis konulamamış olan sakatlıklar, işin künhünün de tamamen elden kaçmasıyla beraber kronik bir hâle geldi.
Bugün yalnız Türkiye ve Doğu’da değil, birçokları gözlerine inmiş eziklik perdesi dolayısıyla göremiyor olsalar da, aynı şekilde Batı’da da siyaset, san’at, edebiyat, fikir gibi orijinal iş ve eser verilecek sahaların ne denli tenha olduğu esasında son derece açıktır.
Sistem
Dünyada cereyan eden hadiseler ve bizzat bizim de içinde bulunduğumuz şimdiye kadar asimetrik olarak süren Üçüncü Dünya Savaşı açık bir şekilde göstermektedir ki; insanlık yeni bir nizama muhtaçtır. Günübirlik yaşayanlar anlamakta güçlük çekiyorlarsa da, tüm bu sancılar yeni bir doğuşun, Müslümanların Rönesansının doğumunu müjdeleyen sancılardır. Bu, mukadderat... Bize düşense hangi rolü üstleneceğimiz meselesi. Açık konuşalım: Çağımızın içinden çıkılmaz hâle gelmiş ferd ve toplum meselelerine çözüm getiren tek dünya görüşünün, Üstad Necib Fazıl ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu tarafından Anadolu’da oluşturulduğunu hesaba katacak olursak, istesek de, istemesek de üstlenmek zorunda olduğumuz rol ve misyon açıktır. Bunun yanı sıra, millet ve memleket olarak tarihten gelen misyonumuzu da hesaba katacak olursak, dünyanın yeniden bir nizama kavuşturulması noktasında hem içeriye hem de dışarıya karşı büyük bir sorumluluk taşıyoruz.
Bunu idrak ettiğimiz andan itibaren karşımıza tabiî bir şekilde şu soru çıkıyor: Bu rol ve misyonun kuşanılmasının şartları neler? Bir kere en başta böylesi bir rolü üstlenecek, misyonu kuşanacak nesillerin yetiştirilmesi gerekiyor. Nesil bahsine girdiğimiz andan itibaren karşımıza üç temel müessese çıkıyor; bunlardan birincisi aile, ikincisi gençlik, üçüncüsüyle eğitim sistemi... Biraz evvel dediğimiz üzere, bu misyona gönüllü olarak talib olmasak bile, buna mecburuz; hadiseler bizi oraya iteliyor. Uçurumdan düşmek üzere olan bir çocuğu tutmak gibi bir şey bizim yaptığımız; arkamızı dönüp gitme seçeneğimiz yok… Dolayısıyla mesele bu rolün üstlenilmesi yahut üstlenilmemesi değil, hakkının verilip verilmeyeceği şeklinde ele alınacak olursa, o zaman daha konforlu bir şuur ile daha sağlıklı kararlar alıp uygulamaya koyabiliriz.
Batıdan hesabsız kitapsız ithal ettiğimiz eğitim sistemi, bizzat kendisinden kaynaklanan sıkıntılar ve sıkıntıların künhünü idrak edemediğimiz için yamaya yamaya sistem olmaktan da çıkmış eğitimin içler acısı hâli, bugün her kesimin üzerinde ittifak ettiği nadir hususlardan biri. Aksaklığın nereden kaynaklandığı ortada olduğuna göre, tüm bunları çözecek olan eğitim sisteminin aile, gençlik ve eğitim sistemi üçlüsünü kapsayacak şekilde ahenkli bir şekilde planlanması da şart.
Peki, nasıl olacak? Mevcut sistem, diğer sistemler ve dünyada bugüne kadar uygulanmış eğitim sistemlerinin tamamının müsbet ve menfi yönlerinin incelenmesiyle başlayacak bir çalışma neticesinde yeni bir sistemin sentezlenmesi mümkün olabilir. Tabiî burada müsbet ve menfinin ölçütü halinde “iyi, doğru ve güzel” değerlerinin “neye göre” olması gerektiğinden başlanacağını söylemeye lüzum yok herhâlde.
Eğitim sisteminin “niçin” işletildiği de ilk cevablandırılması gereken suallerden olacaktır. Bugünden bakacak olursak, “adet olduğu üzere” ve “istatistikleri uydurmak için” gibi sebeplere bağlanmış olan bir sistemden hayır gelmeyeceği zaten açık. Ayrıca Cumhuriyetin kuruluşundan beri İslâm’a düşman yahut olmadı en azından İslâm’dan kopuk nesiller yetiştirme kaygısı ile eğitim verildiği de muhakkak. Dolayısıyla yapıcı, kurucu, inşa edici değil de yıkıcı, dağıtıcı ve bozucu bir sistemle muhatab olduğumuzun da anlaşılması gerekiyor. Daha dün diyebileceğimiz bir vakitte, 20 yaşında ilmi ile fatihler yetiştiren eğitim sisteminden, bugün 70 yaşında hiçlikten şahsiyet bulan profesörler yetiştiren modern eğitim sistemine yolda tesadüf edilmedi herhâlde.
Bizim vereceğimiz eğitim sisteminin “illiyet izahını/gerekçelerini” yukarıda ifade ettiğimizden dolayı bahsi fazla da uzatmaya gerek yoktur kanaatimizce... Varılacak hedef belli olduğuna göre, yapılması gereken hep beraber bu menzile doğru gitmek için kuşanmamız gereken ahlâk, beceri, bilgi ve metodu tayin etmek ve selâmetle hedefe varmaktadır.
Aile
Son bir asırlık kontrolsüz şehirleşmenin en acımasız darbesini yiyen müessese herhâlde ailedir. Sanayileşme ve şehirleşme ile doğan, globalizm ile yaygınlaşan ferdiyetçilik anlayışı, çekirdek aile safsatası ile aileyi atomize edip nihayet imha noktasına doğru iterek cemiyet yapısını tahrib etmiştir. Konformizm ve ferdiyetçilik anlayışsızlığının ortadan kaldırılması ve aileyi yeniden cemiyetin temel taşı, vahidi olarak ele alan bir yaklaşımın benimsenmesi hayatîdir. Çocuk doğurmayı bile “keyfine göre planlayan” bir nesilden ülkeye hayır gelmez. Demokrasi şartları içinde bir sonraki seçimin oy kaygısını taşıyan siyasîlerin böylesi bir meselede müdahaleci davranmaları da beklenemeyeceğine göre, mevcut rejim yapısının da tıpkı eğitim sistemi gibi daha en temel meselelerden biri olan aile mevzusunda bile çözüme değil de soruna hizmet ettiği aşikâr.
Gençlik
Kendisini geliştirmesinin önü tamamen kesilmiş, şuur seviyesi internetteki sözlüklere ve sosyal medyaya irca edilmiş, kendisine ait -bize yabancı bile olsa- iyi, doğru ve güzel değerleri olmayan, şahsiyetsiz bir gençlik yetişti bu sistem içinden... Her ne kadar gençler bulundukları bu vaziyetten dolayı mazur olsalar bile, vaziyeti teşhis edeceksek, bunları da ifade etmek durumundayız. Pırıl pırıl gençlerimiz, yanlış yönlendirildikleri için heba olup gidiyorlar ve onlarla beraber aslında neslin, istikbalimizin heba edildiğini ne yazık ki idrak edemiyoruz.
***
Eğitim sistemi, aile, genç ve eğitim gibi üç temel saç ayak üzerine bina edilmesi icab eden, müdahalecilik gerektiren ve uzun vadeli planlamacılık isteyen çağımızın son derece ehemmiyetli meselelerinden biridir. Patlayan bombalar, iç-dış siyasî gelişmeler arasında gündemin alt sıralarına itiliyor olsa da, esasında gündemin esaslı maddelerinin en üst sıralarından birinin eğitim sistemine, eğitim sisteminde reforma ayrılması gerekmektedir. Devletin tavanından toplumun tabanına kadar hiç kimsenin memnun olmadığı bu garabetten kurtulmak zorundayız.
Son olarak, işi esasında eğitim almak olsa da, sistemin garabetinden dolayı üniversitelerde öğrenciler, sistemin problemlerini tartışmak durumunda kalıyorlar. Biz de geçtiğimiz günlerde bu öğrencilerden biri olan, öğretmenlik, yani yetiştiricilik bölümünde okuyan bir üniversite öğrencisiyle sistemin sıkıntıları üzerine bir konuşma yaptık. Onun tuttuğu notların bir özetini sizinle paylaşmak istiyoruz:
- Alanında uzman olmayan yöneticiler dolayıyla aksaklıklar meydana geliyor.
- Toplumumuzdan ve kültürümüzden ayrı bir eğitim sistemi işletilemez.
- Yanlış bile olsa bir sistemin benimsenmesi ve işletilmesi gerekli. Böylelikle en azından yanlış olanın ne olduğu görülebilir ve aksaklıklar giderilmek suretiyle sağlıklı bir sistem ancak bu şekilde elde edilebilir.
- Öğretmen yetiştirme bölümlerinin de aynı sağlıksız eğitim sisteminin bir parçası olmasından dolayı, mevcut hâliyle sorunlar her geçen gün büyüyor.
- Hükümetler eğitim sistemini kendi ideolojilerine dayanak hâline getirmek yerine ideal eğitim sisteminin ne olması gerektiğine kafa yormak zorundalar.
- Meslek okulları az ve niteliksiz…
- Eğitim sistemi içinde milletimize ait değerler sistemli ve özenli bir şekilde kasten göz ardı ediliyor.
- Sınav geçmek üzere bina edilmiş eğitim sisteminin kültür bahsiyle münasebeti kopmuş durumda…
- Eğitim kurumlarının denetiminde zafiyet gösteriliyor.
***
Eğitim, öğretimden farklı olarak, bir kültür/irfan kazandırma işidir. Yoksa bilgiyi ha insanın kafasına doldurmuşsun, ha eşeğin semerine, ne fark eder? Sadece eğitim sistemi perspektifinden baksak bile, hayata sorgulamayarak, yani tenkid şuuruyla başlayan genç dimağları gerçekten tatmin edecek bütüncül bir fikrin/bütün fikrin zorunluluğu çok açık. Bütün fikirse, güdülecek hakiki bir kültür davası bahsine bağlanır ki, muhatabı olduğumuz kültür emperyalizmi karşısında verilecek kültürümüzün istiklâli savaşının yanında bugün asimetrik planda cereyan eden üçüncü dünya savaşı, yaya kalır.
Yukarıda da dediğimiz gibi, tarihin bize biçtiği rol hoşumuza gitse de, gitmese de bu. Öyleyse ya bu rolün hakkını verir vezir, yahut rolün altında ezilir ve bir kez daha rezil oluruz. Baran Dergisi 481. Sayı